1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Enfield’de büyüyen iki Kıbrıslı film yönetmeni, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında empati yaratmayı hedefliyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Enfield’de büyüyen iki Kıbrıslı film yönetmeni, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında empati yaratmayı hedefliyor...”

A+A-

Haringey Community Press’te Liz Heron imzasıyla 12 Aralık 2024 tarihinde yayımlanan haberde, Enfield’de büyüyen iki Kıbrıslı film yönetmeni, Cey Sesigüzel ve Andreas Tokkallos’un Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar arasında empati yaratmayı hedefledikleri belirtildi. Geçtiğimiz haftalarda Londra’da ve Kıbrıs’ta gösterilen “The Divided Island” (“Bölünmüş Ada”) başlıklı belgeseli çeken iki Kıbrıslı yönetmenle konuşan Liz Heron’un haberini özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Haberde şöyle deniliyor:

***  Kıbrıslı iki yönetmen, Enfield’de çocukluk arkadaşı olmalarının, “Kıbrıs sorunu”nu ele alan ve adadaki Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında empati yaratmayı teşvik etmek üzere film yapmalarına nasıl ilham verdiğini anlattılar.

***  “The Divided Island” (“Bölünmüş Ada”) belgeseli Kıbrıs’ın Britanya’nın sömürge döneminde başlayarak Rumlar’ın milliyetçi hareketini, bağımsızlığı, iç savaşı, Türk işgali ve bölünmeyi aktararak günümüzde ada sakinlerine uzun vadeli toplumlararası çatışmanın etkisini ortaya koyuyor.

***  Arşiv görüntülerine London School of Economics Profesörlerinden James Ker-Lindsay ve Avustralya Flinders Üniversitesi’nden Profesör Andrekos Varnava gibi önde gelen uzmanların yorumları ile adada yaşayanların karşı karşıya kalmış oldukları vahşet ve barış ile uzlaşmaya dair umutlarıyla ilgili kişisel tanıklıkları eşlik ediyor.

***  Arthouse Crouch End’de gösterimi uzatılan film, Kuzey Londra’dan Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk toplumlarından insanların yoğun biçimde doldurduğu salonda gösterilmeye devam etti Ekim ayında sinemadaki ilk gösteriminden bu yana... Southbury’de Cineworld’de de gösterildi belgesel.

***  Yönetmen Cey Sesigüzel ve eş yönetmen Andreas Tokkallos, 25 Kasım’daki gösterim ardından soru-yanıt bölümünde nasıl olup da böyle bir film yaptıkları sorusunu yanıtlarken, izleyicilerin coşkulu alkışlarıyla karşılaştılar. Cey ve Andreas, çocukluk arkadaşıydılar, Enfield Kenti’nde Chace Toplum Okulu’nda sınıf arkadaşıydılar... Film kursuna katıldıktan sonra farklı üniversitelerde film incelemeleri konusunda mezun olmuştu her ikisi de...

***  Mezuniyetten sonra Tokkallos ve Sesigüzel, “Two Fresh” adlı bir video üretim şirketi kurdular, 15 yıl boyunca bunu birlikte yürüttüler, büyük markalar için ticari şirket videoları yaptılar. Cey Sesigüzel, “Ancak bu öyküyü araştırmak için büyük bir merak duyuyorduk ve Kıbrıslılar’ın yaşamış olduğu paylaştıkları bu travmanın çevresinde biraz daha empati yaratma yöntemini araştırmayı umuyorduk...” diyor.

***  Filmin tarihsel anlatımı dikkatle dengelenmiş ve çatışmanın her iki tarfından da kişisel tanıklıklara yer verilmiş. Bunlardan birisi karma bir köyde yaşarken babası alınıp öldürülen bir Kıbrıslırum kadın ile 50 yıl aradan sonra hala oğlunun yasını tutan bir Kıbrıslıtürk annenin tanıklıkları var.

sayfa-17-cey-sesiguzel-ve-andreas-tokkallos.jpg

Cey Sesigüzel ve Andreas Tokkallos

***  Belgeselde kayıpların akıbetini araştıran e bu süreçte toplu mezarları bulan araştırmacı gazeteci Sevgül Uludağ’la da röportaj var. Aynı zamanda terapi uzmanı Tom Fortes Mayer de röportajında kişisel travmanın kalıcı etkilerini ve bu fasit daireyi kırma ihtiyacını aktarıyor.

***  Belgesel filmde Kıbrıslırum Andromahi Sofokleus ile Kıbrıslıtürk Kemal Baykallı’nın “Unite Cyprus Now” (“Kıbrıs’ı Şimdi Birleştiriniz”) adlı aktivist gruptaki çabalarına ışık tutuyor – grup, engellerin kaldırılara adanın iki ana toplumu arasında işbirliğinin ilerletilmesi için uğraş veriyor.

***  Tokkallos, “Bu filmi çekerken, kendi toplumumla ilgili korkularım vardı, bu filmi izleyip ne düşünecek, ne yapacaklardı?” diyor. “Büyürken dahi bazı şeyleri belli bir biçimde duymuştum. Bunun bilinçli olarak yapıldığını sanmıyorum. Yaşadıklarımızın yarattığı travmayla, öyküyü belli bir biçimde duyuyorsunuz... Ancak Cey’le çok iyi arkadaşız, Kıbrıs’ın kuzeyine geçtik, başka insanların bu sorunu nasıl yaşadıklarını işittik ve öğrendim ki aslında bu çok karmaşık bir durumdur, hala öyledir. Bizim göstermek istediğimiz de buydu, ne kadar karmaşık olduğunu yani...” diyor.

***  Sesigüzel ise Enfield’teki toplumun son derece entegre bir toplum olduğunu, büyürken Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum ailelerden çocukların arkadaş olup arkadaşlık grupları oluşturmalarının çok yaygın olduğunu anlatıyor. “İlkokuldayken Kıbrıslırum arkadaşlarım vardı, annemin en iyi arkadaşı Kıbrıslırum’du – bunu yalnızca Kıbrıslı olarak görüyorduk, bizim kuşak için bu normaldi... Çocukken politika yapmasınız değil mi?” diyor. “Ancak ergenliğe vardığınızda, farkına varıyorsunuz, 15, 16, 17 yaşlarındayken sorular ortaya çıkmaya başlıyor. Tartışmalarımız oluyordu çünkü iki farklı, birbirinin karşıtı görüş vardı tarihle ilgili bize öğretilip aktarılan...”

***  Sesigüzel, ergenlik çağındaki arkadaşlarıyla bu tür tartışmaların kendi kendine “Ne olduydu? Orta nokta nerededir?” diye soru sormasına yolaçtığını ve Kıbrıs tarihini tutkulu biçimde kendinden yetişkinlerle konuşarak öğrenmeye çalıştığını aktarıyor. “17 yaşımdan beri bu konuyu inceledim. Kıbrıs’la ilgili her kitabı okudum, Kıbrıs’la ilgili her filmi izledim. Film yapımcılığına bu konuda film yapmak maksadıyla girdim. Bir fark yaratmak istiyordum çünkü” diyor.

***  “Bu filmin yaptığı önemli şeylerden biri de, Kıbrıslıların birbirine yaptıklarının sorumluluğunu bir nebze olsun üstlenmektir. Türkiye, Yunanistan, NATO, ABD, CIA, İngilizler vs. hakkında pek çok anlatılan vardır, bunu küçümsemiyorum. Ancak benim için en önemli adım, gerçekte birbirimize neler yaptığımızı anlamaktır” diyor Cey Sesigüzel. “Ve ilerlemekte başarılı olmak için birbirimize yaptıklarımızı anlamak ilk adımdır ve bu konuda birlik olma ihtiyacı vardır. Bunun bu şekilde daha önce araştırılmış olduğunu sanmıyorum...”

***  İki film yönetmeni yakın geçmişte Kıbrıs Uluslararası Film Festivali için adaya gittiler, bu festivalde “The Divided Island” (“Bölünmüş Ada”), iki ödül kazandı. Uzun metraj bir belgeselde en iyi sinematografi” ödülü ve “barış için güçlü mesaj veren bir film” ödülü... Sesigüzel, “Bundan gerçekten gurur duyuyoruz” diyor. “Oradaki bir sinema zinciriyle de bir toplantımız oldu, onlar da filmi göstermek istediklerini söylediler” diyor. Konuştukları şey, Lefkoşa, Larnaka ve Leymosun sinemalarında bu filmin gösterilmesi...

***  “Umarız ki bu sonuçlanır ve oradaki insanlar da filmi görür. Hedefimiz filmimizi mümkün olduğunca çok yerde göstermektir, böylece insanlar ne hissettikleri hakkında kendi kararlarını verebilirler...” diyor.

https://haringeycommunitypress.co.uk/2024/12/12/encouraging-empathy-between-greek-and-turkish-cypriot-communities/?fbclid=IwY2xjawHM2v5leHRuA2FlbQIxMQABHaGkGlQcBGf7QLTk6Lj-n_auKvrokCZ0P_-C0zHVoIXpY9r9cUYeOCpgyg_aem_082jZU2Fhqhe45dwBVwLmQ

(HARINGEY COMMUNITY PRESS’te 12.12.2024 tarihinde Liz Heron imzasıyla yayımlanan haberi özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DİZİ FİLMLER...

“Birleşik İrlanda hakkımız...”

sayfa-16-resim-024.jpg

Ön planda, merkezde bir polis memuru bulunuyor. Memur, koyu renk bir üniforma giymiş, üzerinde metal düğmeler ve bir polis rozeti dikkat çekiyor. Şapka takmış olan memur, ciddi bir ifadeyle çevresindeki kalabalığı kontrol ediyor gibi görünüyor. Yanında, elleri kelepçelenmiş bir kadın var. Bu kadın, kırmızımsı turuncu tonlarında desenli, vintage tarzda bir elbise giymiş. Boynunda bir kolye, bileğinde bir bileklik takılı ve yüz ifadesi sakin ama biraz gergin. Kadının hemen solunda başka bir kadın bulunuyor. Bu kişi koyu gri bir elbise giymiş, saçları omuz hizasında ve yüz ifadesi oldukça ciddi ve ifadesiz. Fotoğraf, onların odak noktası olduğunu açıkça gösteriyor. Arka planda, birçok gazeteci ve fotoğrafçı yer alıyor. Bazıları ellerinde mikrofon veya kameralar tutarken, bazıları da not alıyor gibi görünüyor. Fotoğrafın genel atmosferi oldukça kaotik; gazeteciler ve eller uzatarak fotoğraf çeken kişiler kadraja dolmuş.

“Say Nothing” (Hiçbir Şey Söyleme), Kuzey İrlanda'da 1968'ten 1998'e kadar uzanan ve "The Troubles" (Sorunlar Dönemi) olarak adlandırılan süreçte İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) eylemlerini, ölümleri ve insanların hikâyesini anlatan dokuz bölümlük dizi.

Disney’de yayınlanan FX dizisi, araştırmacı-yazar ve gazeteci Patrick Radden Keefe'nin aynı isimli kitabından uyarlandı.

Spesifik olarak IRA üyelerinden bazılarının hikâyesini anlatan “Say Nothing”in odak noktalarından biri 1972 yılında evinden götürülen ve bir daha kendisinden haber alınamayan 10 çocuk annesi Belfastlı Jean McConville'in kaybolması.

“Kayıplar” (The Disappeared) olarak bilinen bu olaylar, uluslararası insan hakları örgütleri ve hak savunucularına göre savaş suçu olarak addediliyor. Dizide McConville’in İngiliz ordusuna muhbirlik yaptığı iddiasıyla IRA’nın infaz ettiği ve cesedinin bulunması zor bir yere gömüldüğü iddia ediliyor. IRA, Kayıplar’la ilgili 2003 yılında yaptığı açıklamada, kaybolan insanların ailelerine yaşattığı kederden dolayı özür diledi. Açıklama, İrlanda Cumhuriyeti'nde bir plajda bulunan kalıntıların McConville'e ait olduğunun teyitlenmesinin ardından geldi.

Diziyle ilgili görüşüne başvurulan McConville’in oğlu Michael McConville, diziyi izlemediğini ve izlemeyi de düşünmediğini söyledi. Disney'in insanları eğlendirme konusunda popüler olduğunu belirten McConville, annesinin ölümünün kendisi ve ailesi için eğlence olmadığını vurguladı: "Bu, bizim gerçeğimiz, 52 yıldır her gün böyle."

McConville, dizinin zamanlamasını da eleştirerek, yayınlanmasının annesinin ölüm yıldönümü olan 1 Aralık’a yakınlığına dikkat çekti: "Annemin infazı ve gizlice gömülmesi tasviri korkunç ve bunu yaşamamış biri bunun ne kadar acımasız olduğunu asla anlayamaz. Birkaç yıl önce tanıştığım Hillary Clinton bile annemin hikâyesini biliyordu. Ve şimdi, benim ve ailemin katlanmak zorunda olduğu başka bir anlatımla karşı karşıyayız.”

Dizide anlatılan hikâyenin önemli bir diğer bölümü ise IRA’nın ilk kadın militanlarından Dolours Price ve önde gelen figürlerinden Brendan Hughes ile yapılan bir dizi söyleşiye dayanıyor.

Bu kayıtlar, Sorunlar Dönemi'nin "sözlü tarihini" oluşturmayı hedefleyen akademik bir proje kapsamında ABD’deki Boston College adına gerçekleştirildi. Ancak proje büyük tartışmalara neden oldu. Söyleşiler esnasında Brendan Hughes, Gerry Adams’ın Jean McConville’in kaçırılması ve öldürülmesinde parmağı olduğunu öne sürdü. IRA'nın siyasi kanadı Sinn Féin'in eski lideri Gerry Adams ise bu iddiaları reddetti. Diziye göre, Dolours Price da McConville'i IRA’nın cezalandırdığını söylüyor; ancak Price’ın bu beyanları söz konusu kayıtlarda yok.

PRICE KIZKARDEŞLER...

Dolours Price ve kızkardeşi Marian Price, IRA'nın ilk kadın üyelerinden. Hem bireysel hem de kolektif olarak IRA’nın silahlı mücadeleye dayalı stratejilerinde yer aldılar ve bu süreçte birçok eyleme katıldılar. Rahibe kılığında gerçekleştirdikleri banka soygunu bu eylemlerinden biri. IRA adına yaptıklarını söyledikleri bu soygunu banka çalışanları başlangıçta ciddiye almıyor, çünkü o güne dek IRA’nın kadın militanlarının gerçekleştirdiği herhangi bir eylem kayıtlara geçmiş değil. Hastanede yatan tutuklu bir IRA militanını kaçırmaları, dizide gösterilen başka bir eylemleri. Eylemleri kimi zaman sivillerin de zarar gördüğü ve hayatlarını kaybettiği eylemler de olduğu için kızkardeşler, İngiliz basınında yer alan haberlerde çokça “cani”, “canavar” olarak anıldı. Ancak, bu anlatının aksine IRA, siviller zarar görmemesin diye bazı eylemlerinden önce onları uyardı.

Kızkardeşlerin en bilinen yargılanması ise 1973’te Old Bailey Adliyesi’nin bombalanmasıyla ilgili. IRA açısından bu adliyenin seçilmesinin özel bir nedeni var: Söz konusu yerleşkedeki mahkemelerde IRA üyeleri, haklarında somut herhangi bir kanıt yokken dahi ağır hapis cezalarına çarptırıldı.

Dolours ve Marian Price, bu eylemde yer aldıkları iddiasıyla 14 Kasım 1973'te Winchester Kalesi'ndeki Büyük Salon'da yargılanarak mahkûm oldular. Başlangıçta her bir suçlama için kız kardeşlere müebbet hapis cezası verilmesine rağmen, cezaları 20 yıla indirildi. Yüksek güvenlikli Wormwood Scrubs Cezaevi’ndeki tek kadın mahpus onlardı. Kuzey İrlanda’da kadınların kaldığı bir cezaevine nakledilmek isteseler de bu istekleri yerine getirilmedi. Kız kardeşler, dizide de yer alan ifadeyle “bedenlerinin de bir silah” olduğunu keşfederek tutuklandıktan hemen sonra açlık grevine başladı.

ZORLA BESLENME...

Eylemleri 208 gün sürdü, çünkü Price kardeşler hapishane yetkilileri tarafından 165 gün boyunca zorla beslendi. Bu işkence, kız kardeşlerin ağızları açık tutularak ve boğazlarına bir tüple sıvı besin verilerek yapıldı. Ulusal ve uluslararası kamuoyunun desteği ve cezaevi önünde her gün düzenlenen eylemlerin ardından, cezaevi yetkilileri 18 Mayıs 1974'te kız kardeşleri zorla besleme işkencesine son verdi. Uluslararası Tıp Konseyi, daha sonra bu uygulamanın etik olmadığını açıkladı.

Price kardeşler 1980’de "Kraliyet Merhamet Ayrıcalığı" aldı ve 1981'de insani gerekçelerle serbest bırakıldılar. Dolours Price yedi yıl hapis yattıktan sonra, açlık grevi eylemi ve zorla beslenme işkencesinden dolayı anoreksiya nervoza hastalığına yakalandı.

Kızkardeşler, tahliye olduktan sonra da örgüt içinde aktif olarak yer aldı. Özellikle Marian Price. Ancak hem içeride hem de dışarıdayken onları hayal kırıklığına uğratan bir isim vardı: Gerry Adams. Sinn Féin eski başkanı Adams’ın IRA ile bağlantısını her daim reddetmesi dizide önemli bir yer tutuyor. Hatta öyle ki, her bölümün sonunda bu ibare yer alıyor. Brendan Hughes’un cezaevinde televizyondan duyduğu bu itiraf, Price kardeşler için de yaralayıcı bir deneyim oluyor.

Adams, 1980'lerdeki birçok demecinde IRA ile yalnızca İrlanda'nın birleşmesi ve Kuzey İrlanda'daki çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla siyasi bir bağlantıya sahip olduğunu söyledi. Adams, IRA'nın eylemlerini politik açıdan savunmuş olsa da, kendisini örgütün üyesi ya da lideri olarak tanımlamadı ve mahkemeler de bu iddialara dair herhangi bir delil bulamadı. Adams’ın bu tutumu IRA’nın hâlâ silahlı mücadeleyi sürdürmesini savunanlar tarafından sert bir şekilde eleştirilse de Adams, aslolanın siyasi mücadele olduğunu söyledi. 1998 yılında İyi Cuma veya Belfast Anlaşması’nın imzalanmasının ardından Adams, Kuzey İrlanda'da barış sürecinin önemli bir savunucusu oldu. Bu anlaşma, Kuzey İrlanda'da 30 yıl süren şiddetli çatışmaları sona erdirdi ve IRA silah bıraktı.

MİLİTANLAR MI, “HEYECANLI GENÇLER” Mİ?

Dizi başlangıçta Dolours Price’ın gözünden IRA’yı itibarsızlaştırma çabasına girse de finalde Dolours Price’ı da bir alkolik/bağımlı, mental sorunları olan orta yaşlı yalnız bir kadın olarak göstermekten imtina etmiyor. Aynı şekilde Birleşik İrlanda için barış görüşmelerini yürüten Adams’ı bir “hain” olarak göstermekten de. Tek savunduğu, elbette insan haklarını savunan herkesin de savunacağı gibi, Sorunlar Dönemi’ndeki kayıpların akıbetinin ne olduğu. Ancak McConville’in oğlu Michael McConville’in aktardıklarına göre bunda da pek başarılı olduğu söylenemez.

Sanırım, yine ticari olarak başarı getireceği düşünülen bir hikâyenin, İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesini ve İrlandalı kayıpların trajedisini bir tür malzemeye dönüştürdüğüne tanıklık ediyoruz. Dünya çapında bağımsızlık hareketleri ve barış süreçleri için bir model olarak görülen bir örgütün itibarsızlaştırılması da ancak bu şekilde mümkün olabilirdi zaten.

Silahlı çatışmalar ve bombalı saldırıların estetik bir şekilde verilmesi ise bu tür kara propaganda projelerinin doğasında var. Bu sahneler izleyiciye bir süreliğine etkileyici bir deneyim sunsa da, "Say Nothing" nihayetinde bu sınırların ötesine geçmeyen bir Hollywood yapımı olarak karşımızda duruyor. Hatta IRA militanlarını yekten “heyecanlı gençler” olarak gösterdiği için belki de yüksek bütçeli bir gençlik dizisi.

(BİANET.ORG – Tuğçe YILMAZ – 14.12.2024)

Bu yazı toplam 794 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar