En büyük orduya sahip olmak mı güvenlik?
En büyük orduya sahip olmak mı güvenlik?
Ya da garanti?
En modern füzeleri, en güçlü hava savunma sistemlerini konuşlandırmak mı?
Hayır.
En sahici güvenlik barıştır.
En güçlü garanti uzlaşıdır.
En sahici huzur, geleceğe birlikte bakabilmektir; uzlaşarak…
En yakın coğrafyamızı kapkara bir kâbus sarmalarken, bunu yeniden hatırlamak zorundayız.
Çünkü havada süzülen füzeyi durduramaz kahramanlık masalları…
Marşlar işitilmez, bir çocuğun korkuyla sığındığı ana kucağında…
Bir savaşa karşı, yine savaşın aklıyla “güvence” veriyorlar.
Yine korku üzerinden…
İnsanlığın haritası kanla çizilirken, parçalanmış bir yurt öneriyor kimileri; güvenlik niyetine…
İsrail ile İran arasındaki savaş, birer “devlet” olmanın değil, birbirini düşman bellemenin ve düşman gibi yaşamaya rıza göstermenin sonucudur.
İstediğiniz kadar “askeri güç” büyütün.
Barış yoksa, insanlık küçülür.
Barış; savaşabilme ihtimalini ortadan kaldırmaktır.
Askerî güçle övünmek değil, askersizliği başarmaktır.
Ortak yurt kurmaktır, geleceğin tek gerçek güvencesi.
***
İsrail’in de, İran’ın da ciddi bir askerî kapasitesi var.
Var da ne oluyor?
Savaş daha büyük oluyor.
Misillemeler daha dehşetli…
Kayıplar daha kalıcı…
En çok da çocuklar, kadınlar, gençler vuruluyor.
En çok da düşler…
İsrail’de zorunlu askerlik erkeklerde 32 ay, kadınlarda 24…
Aktif asker sayısı 170 binden fazla.
Yedek güçlerle birlikte yarım milyona yaklaşıyor.
Savunma bütçesi 24 milyar dolar.
İran’da 610 bin aktif asker var.
Zorunlu askerlik iki yıl.
Savunma bütçesi 9 milyar dolar.
Tankları var. Jetleri, füzeleri, insansız hava araçları…
Nükleer kapasiteleri var.
Peki… Güvendeler mi?
***
Silahla kazanılmıyor.
Mollalıkla, siyonizmle, milliyetçilikle hiç!
İşte tam burada, bu adada…
Kıbrıs’ta…
Kimileri hâlâ güvenliği askerle tarif ediyor.
Tehdidi ortadan kaldırmalıyız önce…
Barışa sarılmalıyız.
Yoksa gün gelir, aynı ateşe düşeriz; aynı acıya uyanırız.
Kıbrıs’ta silahlar değil; ortak bir yurt duygusu, işbirliği, uzlaşı korur bizi.
Birbirimize güvenmekle mümkündür barış…
Düşmanlıkla, ayrıştırmayla, korkutmayla değil…
***
İsrail ve İran bize ne anlatıyor, biliyor musunuz?
Şunu:
Askerî kapasite arttıkça, barış ihtimali değil; ölüm ihtimali büyüyor.
Ya da öldürme…
O nedenle, insanı yaşatacak olan diplomasidir, diyalogtur.
Cephe değil, ortaklıktır.
Gerçek güvenlik…
Gerçek garanti…
Yalnızca barıştır.
Bu yazının finaline, Bertolt Brecht’in sözü yakışır – ki, bu artık yaşayarak öğrendiğimiz bir tespittir:
“Her savaştan geriye üç ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu ve hırsızlar ordusu.”
Hasan Hocam, o güzel tavır ve kaybolan yazı!
“Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi” olarak anılan Külliye’de, “Cumhurbaşkanı” olarak anılan Tatar’a bir “seçim çalışması” yapıldı ya…
Hani Prof. Dr. İlber Ortaylı, ayrımsız tüm Kıbrıslılara hakaretle, ada toplumlarının iradesine saygısızlığını, sevgisizliğini gösterdi.
O gün Hasan Hocam (Hastürer), hem bir eğitimci hem de yılların köşe yazarı olarak tepkisini göstermişti. “Yüzde 65 Kıbrıs Türkü, ahmak ve hain olamaz” demişti hocam, eli cebinde, karşı duruşla…
“Ortaylı’ya tavrımı koydum. Bütünlemeye kalmadım” başlığıyla köşesini yazdı…
Sosyal medyada görmüştüm yazıyı. Dün okumak istedim. KIBRIS’ın web sitesinde aradım.
Bulamadım.
KIBRIS’ın web sayfasına bakınca…
12 Haziran’da var Hasan Hocam’ın yazısı…
14 Haziran’da var…
Ama 13’ünde yok!
O yazı yok.
Kendi özel sitesinde var, Hasan hocanın…
Türkiye’den bir sermaye grubuna satıldığından beri “KIBRIS”ın sadece adı kaldı geriye, bence…
Kimi zaman “sana ne” diyorlar, bunları yazdığımda…
Olur mu? O gazetenin kurucu kadrosundan biriyim. Gazeteciliğe gözlerimi açtığım yer, Kıbrıs…
Geçenlerde gördüm… Medya Etik Kurulu’nun yeni “İnternet Gazeteciliği Deklarasyonu”nu da imzalamış, bu gazetemiz… Kimi zaman çok havada kalıyor imzalar; hele de mesele etik, özgürlük, irade olunca…
Bakalım, Medya Etik Kurulu ne diyecek bu işe?
+ ÖZEL NOT
Yazımın Yenidüzen’in WEB sayfasında yayınlanması ile birlikte KIBRIS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mete Tümerkan aradı. Hasan Hastürer’in söz konusu yazısının, “bir yanlışlık sonucu Kıbrıs web sayfasına girmediğini” söyledi, “Yurt dışında olduğunu, ilgili yazının basılı gazetede yayınlandığını, o gün, hiçbir yazarının yazılarının web sayfasında yer almadığını, konunun gündeme gelmesi ile yazının web sayfasına güncellenmesi için talimat verdiğini” söyledi.
“İlgili yazının web sayfasında yayınlanmadığını, üç gündür kimse fark etmedi mi? Kimse farketmediyse, yazarın kendisi de mi fark etmedi” sorum üzerine, “kimseden böyle bir uyarı gelmedi” dedi.
Paylaşmak istedim.