Ortadoğu’da Yeni Cephe Açıldı: İsrail ve İran Doğrudan Savaşın Eşiğinde
İsrail’in İran’daki nükleer altyapıya düzenlediği nokta atışı saldırılar ve Tahran’ın füzelerle verdiği yanıt, Ortadoğu’yu vekil savaşlar döneminden doğrudan devletler arası sıcak çatışmaya taşıdı. Bu gelişme yalnızca iki ülke arasındaki bir hesaplaşma değil; bölgesel dengeleri sarsacak, küresel güçleri pozisyon almaya zorlayacak yeni ve tehlikeli bir dönemin habercisi olabilir.
Ortadoğu, yıllardır vekil savaşları, örtülü operasyonlar, diplomatik gerilimler ve jeopolitik hamlelerle şekillenen bir satranç tahtasıydı. Ancak bugün yaşananlar, satranç oyununun tahtadan yere döküldüğü, taşların birbirine çarptığı bir evreyi başlattı. İsrail’in İran toprakları içerisindeki nükleer hedeflere yönelik nokta atışı operasyonları ve bunu izleyen İran’ın füzeler ve insansız hava araçlarıyla verdiği yanıt, artık bu bölgede yeni ve son derece tehlikeli bir evreye geçildiğini açıkça ortaya koydu.
Bazı siyasi analistler ve uluslararası güvenlik uzmanlarının çoğu, bu gelişmeyi Ortadoğu’da “geri dönüşü olmayan” bir aşama olarak tanımlıyor. Nükleer programın kalbini hedef alan saldırılar ile artık kriz değil, doğrudan savaş tehdidi söz konusu. Bu yeni dönemin yalnızca İsrail ve İran’ı değil, bölgedeki tüm aktörleri içine çeken daha geniş bir çatışma zincirini tetikleme riski var.
Ancak karşılıklı saldırılar yalnızca bir askerî hesaplaşma değil. Asıl mesele, çökmekte olan bir küresel düzenin Ortadoğu’da kendini açık biçimde göstermesidir. Bu çatışmanın arkasında, gücün hukuk yerine geçtiği, önleyici saldırıların diplomasiye üstün geldiği ve bölgesel egemenliğin küresel rekabetin sahası hâline geldiği yeni bir güvenlik paradigması yatıyor.
İsrail için bu saldırı, sadece nükleer tehdit algısını bertaraf etmek değil; bölgedeki mutlak caydırıcılığını yeniden tesis etme hamlesidir. İran içinse nükleer program, yalnızca bir teknoloji projesi değil, rejimin bağımsızlık ve varoluş sembolüdür. Bu yüzden her füze, her drone, aslında çok daha derin bir güç ve meşruiyet savaşının yansımasıdır.
Arka planda ise daha büyük bir tablo beliriyor: Batı ile Doğu’nun yeni cepheleşmesi. ABD ve müttefiklerinin örtük desteği, Rusya ve Çin’in stratejik pozisyon alışları, bu çatışmayı yalnızca bölgesel bir kriz olmaktan çıkarıyor. Artık Ortadoğu'da vekil savaşlar değil, yeni dünya düzeni kavgası yaşanıyor.
Bu nedenle yaşananlar sadece bugünün krizi değil; egemenliğin, güvenliğin ve düzenin kim tarafından, nasıl belirleneceği üzerine verilen tarihsel bir mücadelenin parçası.
Askerî Hedefler ve Mesajın Şifreleri
İsrail’in operasyonu oldukça net ve hesaplanmış bir mesaj içeriyordu. Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisi, İsfahan’da bulunan nükleer araştırma merkezleri, Deroud ve Arak gibi stratejik ama daha az bilinen yerler doğrudan hedef alındı. Özellikle füze yakıtı ve patlayıcı madde depolarının da vurulması, saldırının sadece sembolik değil, askeri kapasiteyi felç etmeye dönük bir eylem olduğunu ortaya koyuyor.
Aynı zamanda radar ve komuta-kontrol merkezlerinin hedef alınması, İran’ın hava savunma ağındaki açıkları görünür kıldı. Tel Aviv, bu operasyonla Tahran’a yalnızca “gözdağı” vermedi; aynı zamanda “İstersek, çok daha büyük bir felci birkaç dakika içinde yaratabiliriz” mesajını net biçimde verdi.
İran ise karşılıkta gecikmedi. Hürmüzgan, Elborz ve Fars bölgelerinden fırlatılan füzeler ile kamikaze tipi drone’ların hedefi, İsrail’in kuzeydeki savunma üsleri ve istihbarat noktaları oldu. Bu karşılıklar, Tahran’ın yalnızca misilleme refleksi değil, caydırıcılık kabiliyetinin de henüz tümüyle erozyona uğramadığını gösterdi.
Halklar Ne Düşünüyor?
İran’da saldırının ardından ulusal birlik duygusu hızla mobilize oldu. Özellikle genç nüfusun rejime karşı eleştirileri bir kenara bırakarak sokaklara inmesi, “bağımsızlık ve direniş” söyleminin güçlü karşılık bulduğunu gösterdi. Ancak bu kitlesel desteğin geçici olup olmayacağı, savaşın boyutunun büyümesine bağlı.
İsrail’de ise daha karışık bir tablo söz konusu. Operasyonu destekleyen sağ çevreler, bunun “kaçınılmaz bir güvenlik adımı” olduğunu savunuyor. Ancak merkez ve sol çevrelerde artan bir tedirginlik hâkim: “Bu hamle, kontrol edilemeyecek bir savaşa mı sürükler?” sorusu kamuoyunda daha sık soruluyor.
Uluslararası Tepkiler ve Yeni Denge Arayışları
Dünya basınında ve diplomatik çevrelerde yankılar oldukça çarpıcı.
New York Times: “Ortadoğu’da sıcak temas dönemi resmen başladı.”
BBC: “Vekil savaşları yerini doğrudan çatışmaya bırakıyor.”
Le Monde: “Artık geri dönüşü olmayan bir aşamadayız.”
Arap medyasında ise savaşın bölgesel halkları nasıl etkileyebileceğine dair daha kaygılı yorumlar öne çıktı. Al Jazeera, “bu savaşın faturası yine sivil halka kesilecek” derken, El Arabia bunu bir dönüm noktası olarak yorumladı.
Rusya ve Çin ise daha stratejik ve uzun vadeli hesaplarla hareket ediyor.
Moskova, taraflara “itidal” çağrısında bulunurken, İran’a olası askeri ve teknik desteğin sinyalini verdi.
Pekin ise “bölge halklarının kendi kaderini tayin hakkı” vurgusuyla, Tahran’ın yanında pozisyon aldı.
Bu iki aktör, hem Batı’ya karşı denge kurma arayışında hem de enerji güvenliğini tehdit eden bir çatışmanın büyümesini istemiyor.
Piyasa Etkileri: Ekonomide Alarm Zilleri
Askerî gelişmeler, yalnızca stratejik değil, küresel ekonomik piyasalarda da ani etkiler yarattı.
Brent petrol fiyatı, saldırı ertesinde %5’e yakın bir artışla 96 dolara kadar çıktı. Analistler, jeopolitik riskin devam etmesi halinde bu artışın 100 dolar bandını aşabileceğini öngörüyor.
Savunma ve enerji şirketlerinin hisseleri başta ABD ve İsrail borsalarında olmak üzere değer kazandı.
Silah üreticileri ve siber güvenlik şirketleri ön plana çıktı.
Global endekslerde ise genel bir satış dalgası görüldü. Özellikle gelişen ülkelerin borsaları risk algısı nedeniyle kayıp yaşadı.
Altın, klasik bir “güvenli liman” refleksiyle değer kazandı ve ons fiyatı 2400 dolar bandını zorladı.
Bu ekonomik etkiler, yalnızca piyasaların değil, aynı zamanda hükümetlerin enerji ve maliye politikalarının da yeniden şekilleneceği bir dönemin habercisi olabilir.
Türkiye’nin Duruşu: Dengede Kalma Çabası
Ankara, gelişmeleri hem bölgesel istikrar hem de doğrudan ulusal güvenlik açısından “ciddi bir tehdit” olarak yorumluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bölge halklarının daha fazla kan dökmesini istemiyoruz” diyerek, itidal çağrısında bulundu. Aynı zamanda Türkiye, diplomasiyi önceleyen bir çizgi izleyeceğini duyurdu.
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında hem İsrail’in saldırısı hem İran’ın misillemeleri dolaylı biçimde kınandı. Türkiye, NATO içindeki angajmanlarını gözden geçirirken, İslam İşbirliği Teşkilatı nezdinde diplomatik girişimleri de artırıyor.
Ankara için bu çatışmanın tırmanması yalnızca diplomatik bir kriz değil; Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz’de yeni fay hatlarının oluşması, göç dalgalarının artması, terör tehdidinin yükselmesi ve enerji ticaret yollarının tehlikeye girmesi anlamına geliyor. Bu nedenle hem Tel Aviv hem de Tahran ile doğrudan iletişim kanallarını açık tutma politikası izleniyor.
Ortadoğu Yeni Bir Çağın Eşiğinde
Yaşananlar, Ortadoğu’da sadece askeri değil, stratejik, ekonomik ve siyasi paradigmaların da değişmekte olduğunu gösteriyor. İsrail ve İran arasındaki bu doğrudan çatışma, yalnızca bu iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi ve küresel sistemi ilgilendiren sonuçlar doğurabilir.
Önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler, bu çatışmanın kontrollü mü yoksa daha büyük bir yangına dönüşecek şekilde mi ilerleyeceğini belirleyecek. Diplomasi mi galip gelecek, yoksa caydırıcılık hesapları daha büyük yıkımlara mı neden olacak?
Bu soruların cevabı sadece Tel Aviv ve Tahran’da değil, Ankara’dan Moskova’ya, Washington’dan Pekin’e kadar uzanan bir denklemde gizli. Türkiye ise bu denklemde, akılcı ve dikkatli adımlar atarak hem bölgesel barışı koruma hem de ulusal güvenliğini gözetme mücadelesi veriyor.