1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Dokuz Kıbrıslırum öldürülüp Lefkonuk’ta bir kuyuya atıldıydı...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Dokuz Kıbrıslırum öldürülüp Lefkonuk’ta bir kuyuya atıldıydı...”

A+A-

Bir Kıbrıslırum okurumuz bize bir mesaj göndererek şöyle yazdı:

“Sevgili Sevgül, bugün bana bir arkadaşımın babası ki adı .....’dır ve kendisi Lefkonuklu’dur ama şu anda Larnaka’da yaşamaktadır, birşeyler anlattı. Bu arkadaşımın babası bana dedi ki bir arkadaşı kendisine Lefkonuk’ta gömülü bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar hakkında bilgi vermiş. Dokuz Kıbrıslırum 1974’te Lefkonuk’ta öldürülüp bir kuyuya atılmış ve bu kuyunun yerini bu adam biliyor... Telefon numarası ....’dır... Çok teşekkürler.... Kufez’den .....” (isimler yanımızda saklıdır).

Bu değerli Kıbrıslırum okurumuza çok teşekkür ediyoruz.

Konuyla ilgili olarak bir başka Kıbrıslırum arkadaşımızdan, Mihalis Yangu Savva’dan yardım istedik. Mihalis Yangu Savva, bir “kayıp” yakını ve kendi çabasıyla “kayıp” kardeşinin gömü yerini bulmuş ve bu yeri Kayıplar Komitesi’ne göstermiş, nihayetinde Bilelle’de Kulaklı Tepe’de yapılan kazılarda kardeşi ve onunla birlikte dört “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu. Mihalis Yangu Savva, kendi “kayıp” kardeşinin kalıntılarının bulunmasına karşın, “kayıplar” konusundaki araştırmalarına gönüllü ve insani biçimde devam ediyor. Biz de ondan yardım istedik ve o da bizi kırmayarak Larnaka’ya gitti ve Kıbrıslırum okurumuzun sözünü ettiği şahsı buldu. Bu şahıs, Mihalis Yangu Savva arkadaşımıza Lefkonuk’ta yaşayan bir Kıbrıslıtürk arkadaşının söylediklerini aktardı. Bizi de telefonla aradı ve Lefkonuk’ta dokuz “kayıp” Kıbrıslırum’un 1974’teki savaşta öldürülerek bir kuyuya atılmış olduğunu anlattı. Bu Kıbrıslırum’un ifadesine göre, sözkonusu kuyu, bizim daha önce defalarca Kayıplar Komitesi yetkililerine bir şahitle birlikte göstermiş olduğumuz kuyu. Bu kuyuda hiçbir zaman kazı yapılmadı.

Bu kuyunun hikayesini de bu sayfalarda pek çok kez kaleme almıştık. Hatırlatma babında bir kez daha üşenmeyip yazalım ki bilmeyen öğrensin, bilenlerin de hafızaları tazelensin.

kkkk-004.jpg

Sözkonusu kuyuya 1974’te öldürülen bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar atılmıştı. Sonra aradan zaman geçmiş ve Lefkonuk’ta bu kuyuyu kendi işi için kullanmak isteyen bir Kıbrıslıtürk, kuyuyu temizlemek isteyince ortaya insan kemikleri çıkmıştı. Bunun üzerine bazı itfaiyeciler ve belki polisler bu kuyuya gönderilerek kuyudaki insan kemikleri toplanmış, sonra da bunlar Lefkonuk’tan Davlos’a giden yol üzerinde bulunan bir dere yatağına atılmıştı. Şahidimiz bize ve bize eşlik eden Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerine hem bu kuyunun yerini, hem de sözkonusu dereyi göstermişti. Bu kuyuyu geçen yıllar içerisinde pek çok kez Kayıplar Komitesi yetkililerine gösterdik ancak burada herhangi bir kazı yapılmadı. En son sözkonusu kuyu ile dereyatağını 12 Nisan 2019 tarihinde Kayıplar Komitesi’nin o dönem araştırma görevlileri olan Sıla Murat ve Romanos Liritsas’a göstermiştik.

Kuyunun karşısında bulunan bir alanda da bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömülü olduğu yönünde bilgiler mevcuttu. Bu alanı da sözkonusu eski araştırma görevlilerine göstermiştik.

Umarız Kayıplar Komitesi yetkilileri Lefkonuk’taki bu olası gömü yerleri hakkında şahidimizin ve Kıbrıslırum okurlarımızın da sözlerini dikkate alarak daha derin araştırmalara girişir.


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

Yakup Barokas’ın “Çocukluğumun Büyükadası...”

Yakup Barokas’ın Çocukluğumun Büyükadası (1951-1971) isimli kitabından bir alıntı:

“Mesleği Rum patronlarından öğrenen adanın tanınmış simalarından biri olan Bakkal Mustafa ile tanışıklığımız çok çok eskilere dayanır. Dimopoulos’un bakkal dükkânını eskiler anımsayacaklardır. İskele yönünden ilerlerken çarşının sol tarafında büyük bir dükkândı. Çocukluğumun Büyükadası’nda ailem yaz aylarında bakkaliye alışverişlerini Dimopulos’tan yapardı.

O dönemde bakkallar, çıraklarını sabah erkenden sıcacık taze ekmek ve gazeteleri ile müşterilerine gönderirler, günlük siparişi aldıktan sonra 1-2 saat içinde bütün ihtiyaçları yaz sıcağında, kan ter içinde taşırlardı. Kocaman damacanalarda içme sularını taşımak da bakkal çıraklarının omuzlarına yüklenmiş bir görevdi.

Gün içinde, çırağa sipariş etmeyi unuttuğumuz bazı şeyleri ısmarlamak evimize telefon gelince daha da kolaylaştı. Rumca’yı çok iyi bilen annem Dimopulos’a telefon eder, sipariş listesini Rumca sıralardı. Hal böyle olunca bakkal çırağı evimize bir posta daha yapardı. Annem her hafta sonu bakkal borcunu öderken, çırağa güzel bir bahşiş verirdi.

sayfa-16-resim-003.jpg

İşte Mustafa’yı tanımam o dönemlere, çocukluk yıllarıma, 1960’ın ilk yıllarına rastlar. Dimopulos’un yanında çıraktır Sivaslı Mustafa Yerlikaya. Çok akıllı, becerikli, tuttuğunu koparan genç bir adamdı. Zamanla her işimize yetişmeye çalışır hale gelmişti. Örneğin bize sipariş getirirken, annemin ricası üzerine, önce fırına uğrar, sıcak poğaça ve İzmir lokması, geçerken de manavdan iki kilo ayşe kadın fasulye alır getirirdi.

Evde su motoru mu bozuldu? Mustafa’ya haber verilirdi. Birine bir şey mi yollanacak? Mustafa kargo vazifesi görürdü. Yaz başı adaya mı taşınıyoruz? Mustafa bütün aileyi iskelede beklerdi. Yaz başı şilteler havalandırmak üzere yorgancıya mı gidecek? Mustafa önceden her şeyi hallederdi. Bahçedeki yabani otlar mı temizlenecek? Onu da Mustafa hallederdi. Anneme “Mamika” diye hitap eder, bir dediğini ikiletmezdi.

Sonuçta Mustafa, Çınar meydanında kendi dükkânını açtı. Tabii ki ilk müşterisi biz olduk. Evliydi, eşine “abla” derdim. Çocukları olmadı. Ama kardeşi Mahmut’a babalık etti. Mahmut’u okuttu, ondan hep gururla söz etti. Uzun yıllar sonra Mustafa’nın kardeşi Mahmut Yerlikaya, Burgaz Öğretmen Evi müdürü oldu, Adalar Belediye Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. 

Mustafa’nın eşi Zarife oldukça sağlıksızdı. Haftada iki kez karşı tarafa, Kadıköy’e geçer, diyalize girerdi. “Abla”ya bazen Mustafa, bazen de Mahmut eşlik ederdi diyalize giderken. 

Biz 1980’de ülke dışına taşınınca haliyle yollarımız ayrıldı. Adadan ayrılacağımız son günlerde her ihtiyaç duyduğumuzda yardımcı olduğunu, bizi ailece yolcu ettiğini hatırlıyorum.

Uzun yıllar sonra yaz aylarını geçirmek üzere Büyükada’ya döndüğümüzde kiralık evimizi tabii ki Mustafa buldu. Evde eksik olan dolap, yatak gibi eşyaları bizden önce eve yerleştirdi. 

Yeni dükkânı bu kez yine Çınar Meydanı’nda, meydanın karşı tarafındaydı. Eşini kaybetmiş, eski neşesini yitirmişti. Dükkânın sırasında kendine bir de ev inşa etti. Giriş katında kendisi, üst katta da kardeşi Mahmut yaşayacaktı. İnşaat tamamlanınca evini bize gururla gezdirdi. Yılların yorgunluğu Mustafa’da açıkça kendini belli etmeye başlamıştı. Artık yaz/kış adada kalmıyor, uzun kış aylarını memleketi Sivas’taki evinde geçiriyordu.

Sivas’taki evinden, ekip biçtiği tarlalarından, bahçelerinden bahsederken gözlerinin içi gülüyordu. Gençliğinden beri çok koşturmuştu, çok çalışmıştı, yaşı kemale ermiş, dinlenme zamanıydı artık… Mutlu olduğu yerde, Sivas’ta… “Bir görseniz, Sivas’taki köyümün havası suyu ne kadar güzel… İnsanın ömrü uzar” derdi. Bakkal Mustafa Büyükada mezarlığında huzur içinde dinlenmeye devam ediyor. İyi ki tanımışım…”

sayfa-16-kitap-001.jpeg

Kaynak: Yakup Barokas, Çocukluğumun Büyükadası (1951-1971), Adalı Yayınları...

(AVLAREMOZ – Nelly BAROKAS – 28.9.2023)

KİTABIN TANITIMI...

Kitabın tanıtımında ise yazarı Yakup Barokas şöyle diyor:

“Anılarımda Büyükada önemli bir yer tutar. Doğduğum yıldan başlayarak, her yaz adaya gittim.

Çocukluk yıllarımda, Haziran başında adaya ayak basmamızla okulların yeniden başlayacağı eylül ayı sonuna kadar tam dört ay, bizler için cennet olan bu mekânı terk etmezdik. Evet, Adalar sadece benim için değil, yaşıtım olan bütün çocuklar için gerçek bir cennetti.

Viktor Albukrek “Bir zamanlar Büyükada” adlı kitabında 1931-1961 yılları arasındaki otuz yılı kapsayan anılarını kaleme aldı. Ünlü şair/yazar Ataol Behramoğlu “Benim Prens Adalarım”da adaya yerleştiği 1980 sonrası adasını dile getiriyor. Ben ise farklı bir döneme, ağırlıklı olarak 1950-1970’li yıllara odaklanıyorum.

Günümüzün Büyükadası dünün Büyükadası değil, doğru. Çok değişti, mekanları değişti, insanları değişti, esnafı değişti, eşrafı değişti. Horoz, Mustafa Telgezer, Lefter Küçükandonyadis’ler yok artık. Ben o eski 1930’lu, 40’lı yılların karpostallarda kalan adasını tanımadım. Ama benim yaşadığım dönemin fotoğrafları da soldu, renklerini yitirdi.”

Nino Varon, kitabın önsözünde şöyle yazdı: “Çocukluğumuzun, gençliğimizin çok özel günlerini paylaştığım sevgili arkadaşım Yakup: Müşterek Ada anılarımızı kaleme almış olman beni, arkadaşlarımızı ve yaşıtlarımızı, o unutulmaz günlere götürecek… İyi ki yazdın. Belki bu sayede çocuklarımız, torunlarımız, bugünün gençliği bizleri birazcık olsun tanıyacak.”

Bu yazı toplam 1261 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar