
Cenevre’de ne olmayacak...
7 Temmuz’daki Cenevre zirvesi yaklaştıkça zirve ile ilgili spekülasyonların da ardı arkası kesilmiyor.
Herkes baktığı pencereye göre zirveye şimdiden rol biçmeye çalışıyor. Yok zirveden sürpriz çıkacakmış, yok Genel Sekreter masaya takvim koyacakmı
Cenevre’de ne olmayacak...
7 Temmuz’daki Cenevre zirvesi yaklaştıkça zirve ile ilgili spekülasyonların da ardı arkası kesilmiyor.
Herkes baktığı pencereye göre zirveye şimdiden rol biçmeye çalışıyor. Yok zirveden sürpriz çıkacakmış, yok Genel Sekreter masaya takvim koyacakmış, yok BM Güvenlik Konseyi yıl sonundan önce uluslararası konferans için düğmeye basmış v.b. yorumlar dikkat çekiyor.
Ben bu yorumların hiçbirine katılmıyorum.
Hele sürpriz hiç beklemiyorum.
Son 8 ay içinde 3.üncü zirve olacak olan Cenevre zirvesi de bundan önceki 2 zirve gibi görüşmelerin yoğunlaştırılması ve etkin çalışılması konusunda iyi dileklerle sona erecek.
Ben asıl sürprizin 7 Temmuz sonrasında yapılacak görüşme sürecinde olmasını bekliyorum.
Bilindiği üzere Mart ayında yapılması düşünülen 3’lü zirve Mayıs’ta Rum tarafında, Haziran’da da Türkiye’deki seçimler dolayısıyle ertelenmişti.
Seçimler bitti. Ama her iki ülkede de henüz herşey yerli yerine oturmadı. Rum tarafında 1 yıl önce koalisyondan ayrılan Edek başkanı Omiru Disi’nin desteği ile Meclis Başkanı seçildi.
Dolayısıyla yıllardır sürmekte olan 3’lü koalisyon, Akel-Diko-Edek koalisyonu tarihe karıştı. Bu durumda Rum tarafında taşlar yerinden oynamış oldu. Hristofyas hükümeti artık Meclis’te de rahat olmayacak. 2013’deki cumhurbaşkanlığı seçimi ise bu tablo ile olanaksız görülüyor. Kaldı ki Yunanistan krizi Rum tarafında da hissedilmeye başlandı. Tedbir alınmazsa ülkenin işi zor. Bu durumda tedbir alırsa bu kez kendi işi zora girecek.
Rum tarafı bu durumdayken, Türkiye de seçimden sonra yaşanan boykot krizleriyle Erdoğan’ın %50 oyla seçilmiş olması bile unutulmuştur.
Türkiye’de henüz yeni hükümet kurulmadı. Yeni Meclis Başkanı seçilmedi. Yeni Meclis’in üçte ikisi yemin etmedi.
Böyle bir ortamda BM taraflara sürpriz yapmaz diye düşünüyorum.
Ama bu zirve ertesinde de böyle devam edecek demek değildir. Uluslararası aktörler Kıbrıs sorunundan deyim yerindeyse bıktı, usandı. Bunu da her vesile ile bize hissettiriyorlar.
Ama sorunu uluslararası aktörler değil, biz çözeceğiz. Bunu herkes biliyor. Çözümün üç aşağa, beş yukarı nasıl olacağını da herkes biliyor. Ama bunun için kimse elini taşın altına koymak istemiyor.
Eylül 2008’de başlayan ve hala devam eden görüşme sürecinde bugüne kadar hangi noktaya gelindiği, tarafların ne gibi esneklikler gösterdiği, ya da göstermediği, ne gibi ilerlemeler kaydedildiği, tıkanıklığın hangi noktalarda olduğu, al-ver sürecinin ne zaman ve nasıl başlayacağının kamuoyu ile paylaşılması gerekir.
Herkes elini taşın altına koyacak.
İki liderin de, hem Eroğlu’nun, hem de Hristofyas’ın 2004 referandumunda hayır tarafında olduklarını unutmadan liderlere yardımcı olacak sivil toplum gücünü aktif hale getirmelidir.
Kıbrıs sorunu her iki tarafta da, bölgede de, dünyada da kan kaybına neden oluyor.
Bu soruna artık nokta konmalıdır.
Dünya bizden bunu bekliyor. Uluslararası aktörler bu konuda yardım ve desteğe hazırdır.
Ama biz günlük sorunların ve sıkıntıların peşinden koşarak temel sorundan uzaklaşırsak kimse bize yardım edemez.
Hele bizim adımıza masada oturan sayın Eroğlu bir çözümün gerekliliğine ve olabilirliğine inanmıyorsa süreci nasıl ilerletebilir?
Eroğlu’nun demeçlerinin satır aralarında “bu iş bir an önce bitse de herkes kendi yoluna gitse ne güzel olur” düşüncesi okunuyor.
Rum lider Hristofyas için de durum çok iç açıcı değil. Hristofyas da hem koalisyon ortağı Diko, hem de Rum ulusal konsey üyesi öteki çözüm karşıtlarını aşabilmiş değil. Çözüm yanlısı olduğunu söyleyen, 2004 referandumunda da evet diyerek bunu kanıtlayan şimdinin en güçlü partisi Disi ile kendi partisi Akel işbirliği olmadan Rum tarafından çözüm çıkmayacağını bir türlü anlayamadı.
***
Bu şartlarda Cenevre zirvesinden çok fazla umutlu olmamız için bir neden göremiyorum. Ama zirve sonrası mutlaka yeni gelişmeler bekliyorum. Bunların neler olabileceği konusunda bu aşamada herhangi birşey söylemem mümkün değil.
Ancak 7 Temmuz’a çok kalmadı.
7’sinden sonra yeni ve çok daha sıkışık bir sürece gireceğiz.
Bunun ilk işaretleri Downer’in açıklamalarında vardır.
İzleyelim, ama pasif izleyiciler olmayalım.