1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir hikaye, iki yas...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir hikaye, iki yas...”

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Sezai SARIOĞLU

Her bilgi ilmekmiş meğer dilime…

İki ayak üzre hevesnefes dinlediğim her hikaye iğne iplikmiş tüm bildiklerimi unutmaya… İki acıyı kalbe ve ömre yanlış iliklememek için yas terzisi olmak gerekirmiş...

“Kızıl Papaz”ın otuz iki kısım tekmili birden hikâyesini 1996’da Kıbrıs’ın Güney’ine ilk gidişimde duymuş, unutmamak için işaret ve itiraz parmağıma yasemin bağlamıştım. Hikayesini dinlemek, acının simyasıyla tanışmak hevesiyle Baf'a doğru yollara düştüğümde yara anlatmaktan yorulmuştu bir kır kahvesinde bize yol gösteren fincan... Baf yolundan saptığımızda rastladığımız köyler “Kısa Kıbrıs Tarihi” gibiydi. Bir köyde, “Rum sandalyesi” üzerine oturup “Türk kahvesi” içerken, “hengame” zamanında Türklerin Rum komşuları tarafından uğurlanarak Kuzey’e gönderildiklerini anlattılar. Papaz Lazaros’un Kholedria’daki evine girdiğimizde ilk hissettiğim, henüz ayrıntılarını bilmesem de bir trajedinin ayaklarıma dolanmasıydı. Yıllar önce, bir yıl arayla EOKA-B’nin öldürdüğü Kiryakos ile Piskobulu Türklerin öldürdüğü kardeşi Sotiris’in ruhları evin içinde dolaşıyordu sanki. Karalar içindeki, dingin, az konuşan, kocasının konuştuklarına kulak veren karısı Anokoniki "annemin ahretliği" bir Rum Teyze’ydi sanki. Geleneksel papaz giysileri içinde, gür beyaz saçlı-sakallı papaz Lazaros, pazar ayininde kutsal kitaptan bölümler okuyan bir din adamından çok, bir mitingde heyecanla konuşarak uzakları ve devrimi yakına çağıran devrimci ajitatöre benziyordu. Öyle “bir acıya kiracı” olmuşlardı daha hikayeyi dinlemeden acıları üstümüze başımıza siniyordu. Sanki bir yerden okumuştum; ölüm olmasaydı tarih de olmazdı… Sanki biri kulağıma fısıldamıştı; tarih ölümden beslenirdi… "Sanki herkesin besmelesi başka, benim meselim de meselem de başk"a diyen bir masalcı anlatmıştı; tarih mezarda başlardı… Lakin çocuklarının hikâyelerini dinlemek için cümle kuramıyor, hangi harfle hangi sözcükle başlayacağımı bilemiyordum. Bütün dünya dillerinde sessizlik ve hüzün neyse, bütün tragedyalarda adalet ve adaletsizlik duygusu neyse halimiz, hallerimiz öyleydi...

Evin bilirkişisi anne Anokoniki derin bir suskunluk içindeydi. Misafirlerin neleri konuşacaklarını, neleri hatırlatacaklarını bilmenin ama bilmezlikten gelmenin huzursuz dinginliği içindeydi. Sanki karalarına kaçmıştı, sanki dışından habersiz içine kaçmıştı. Sanki zamanı o yıllarda dondurmuştu. Sanki o günlere ait kadim bir mücevher bir cümlesi vardı da gizler gibiydi. Sanki dillenirse yarası küsüp onu terk edecekti. Öyle ya iki oğlu iki ayrı kötülük tarafından öldürülmüş bir anne yarasız nasıl yaşardı! Bu ikinci karşılaşmammızda ve kucaklaşmamızda da tarihen ve siyaseten öğrenilmiş mesafesine rağmen içtendi. AKEL üyesi kocasının, bazen trajik bir tirat bazen politik bir ajitasyon diliyle anlattığı eski zamanlardaki Kıbrıs’ı, köyünü, Stavrogonno köyündeki Türk komşularını yeniden hayal ettikçe sessizce dem çekiyor gibiydi. Kocasının gelecek güzel günlere dair “Kehanetlerini!” dikkatle dinliyor, gerektiğinde tarih ve yara durumundan söze karışarak düzeltmeler yapıyor bazen de belleğine üşüşen hatıralarını aktarıyordu. Kocası, biri EOKA-B'li Rumlar diğeri Türkler tarafından öldürülen iki oğlundan söz ederken o sürekli derin bir boşluğa bakıyordu. Öldürülen ağabeylerini isimlerini taşıyan biri kız biri erkek ikiz çocukları ise daha çok babalarının unuttuğu, yanlış hatırladığı anlarda cümle kuruyordu. Ailenin esas anlatıcısı, vakanüvisi babalarıydı. Daha ilk görüşmede dost olmuş, toplumsal-kişisel tarihlerinin “kara kutularını” paylaşmıştık.

Muhabbet, yemek derken kalkmamıza yakın, yirmi dört ayar sevgi dolu ama incelikli mesafe içindeki Anokoniki yanıma yaklaştı. Değişik halklardan Kıbrıslı kederli analar gibi bir eliyle tarihin boşluğunu bir eliyle elimi tutarak bir odaya götürdü. Çevirileri yapan İmrozlu Thanassi’yi Rumca bir şey söyleyerek engelleyince şaşırdım. Odanın duvarında asılı, öldürülen oğullarının fotoğrafları önündeki masada, ağabeylerinin adlarını taşıyan biri kız biri erkek ikiz kardeşlerin fotoğrafları vardı. Hem yas hem sevinç, hem tarih hem güncellik, hem yaşam hem ölüm odasıydı burası. Papa Lazaros gelince, yaşlı karı-koca, duvarda asılı iki fotoğrafının önünde el ele tutuşurcasına birbirlerine sokuldular. Dua-ilahi alaşımı bir mırıldanmadan sonra bana döndüler. Beden, duygu ve yürek diliyle içimizden içimize konuşmaya başladık. Baba Lazaros tarih parmağıyla fotoğrafın birini işaret ederek; “Bu EOKA-B’nin öldürdüğü küçük oğlumuz Kiryakos” dedi… Anne Anokoniki coğrafya parmağıyla diğer fotoğrafı işaret ederek; “Bu, aynı adayı paylaştığımız Türklerin öldürdüğü büyük oğlumuz Sotiris” dedi… Ayindeydik sanki…

Her ölüm meğer siyah nokta, süveyda imiş kalbimde…

s2-300.jpg

s3-151.jpg

(SEZAİ SARIOĞLU – 31.1.2022)


 

BASINDAN GÜNCEL...

“Bosna'da canlanan milliyetçilik hayaleti ürkütüyor...”

Jeremy Bowen - Saraybosna, Bosna

Güneşli bir kış akşam üzeri Bosna'da yaşamanın ne kadar güzel olacağını hayal etmek zor değil. Saraybosna vadisinin dik yamaçlarından aşağıya doğru, karla kaplı çatılarıyla evler birer guguklu saati andırıyor. 1984 Kış Olimpiyatları için yapılan tesislerden biri olan açık hava pistinde çocuklar buz pateni yapıyor.

1992 ile 1995 arasında yaşanan korkunç savaş sırasında Saraybosna'nın Bosna Sırp Ordusu tarafından kuşatıldığı dönemde burada hayatın ne kadar acımasız, zor ve kısa olabileceğine de tanık olmuştum. Bosna-Hersek, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da hiç kimsenin görmediği kadar kan, zulüm ve acı yaşadı.

Savaş suçlarının en korkuncu doğuda Srebrenitza'da yaşandı. Bosnalı Sırp askerler 1995 yılının Temmuz ayında, birkaç gün içinde 8 bin Bosnalı Müslüman erkek ve oğlan çocuğunu öldürdüler. Bosnalı Sırpların o dönemdeki liderleri Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç soykırım ve insanlığa karşı suçlardan müebbet hapse mahkum oldu ve ikisi de halen cezalarını çekiyor.

Belki de bu her şeyin sonu olmalı; o sayfa kapanmalıydı. Savaş 1995 yılında ABD'nin Ohio eyaletindeki Dayton Hava Kuvvetleri Üssü'nde imzalanan bir anlaşma ile sona erdi. Ama anlaşma, anlaşmazlıkları çözmek yerine dondurmuş oldu.

Büyük bir barış gücü ve kanun yapma yetkisine sahip bir Yüksek Temsilcilik yoluyla anlaşmaya uyulması sağlandı ve dünya bu konuyu uzun süre önce geride bıraktı.

Ne var ki Bosna, sorunu geride bırakamadı.

Banya Luka'daki askeri geçit töreni

Bu yıl 9 Ocak günü Bosna Sırp bölgesinin resmi olmayan yönetim merkezi Banya Luka'da yapılan bir resmi geçit Bosna'nın sorunlarını yeniden gündeme taşıdı.

Bosnalı Sırpların, 1992 yılında Yugoslavya parçalanır ve Bosna-Hersek iç savaşa doğru sürüklenirken ilan ettiği bağımsızlığın 30. yıl dönümü dolayısıyla kentin sokaklarında Sırp milis-polis gücü bir resmi geçit yaptı.

Töreni örgütleyen savaştan sonra Amerkalıların "taze bir nefes" diye nitelediği ama şimdilerde Sırpların, geçmişin hayaletlerini hortlatmaktan çekinmeyen güçlü lideri olarak görülen Milorad Dodik idi.

Dodik'in en yakın müttefiklerinden biri Macaristan Başbakanı Viktor Orban. Dodik, onun sağcı milliyetçi çizgisinin bazı yönlerini kendi yönetimiyle bütünleştiriyor.

Banya Luka'daki Sırp resmi geçidi Bosna-Hersek'in parçalanmış kimliğine içkin istikrarsızlığı da sergiliyordu.

Dayton barış anlaşması ülkeyi ortak bir başkanlık da dahil ulusal bazı kurumları olan iki yapıya böldü.

İki yapı arasındaki sınırları, çatışmaların durduğu sıradaki cephe hattı belirliyordu.

Sırp yapılanmasına Republika Srpska yani Sırp Cumhuriyeti dendi. Bosna ve Hersek Federasyonu adıyla anılan kalan kısım ise Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlar tarafından yönetiliyor.

İki yapılanma arasındaki ilişkiler hiçbir zaman kolay olmadı ama özellikle geçen yılın Temmuz ayında görev süresi bitmek üzere olan Avusturyalı Yüksek Temsilci Valentin İnzko soykırımın inkar edilmesini yasakladığında gerginlik tırmandı.

Bir yabancının yasa çıkarma yetkisine sahip olması birçok Bosnalıyı rahatsız ediyor ama bu karar Bosnalı Sırp lider Dodik'i özellikle çok öfkelendirdi. Ayrılıkçı söylemi tırmandıran Dodik, Sırp Cumhuriyeti'nin de parçası olduğu üçlü başkanlık sistemi de dahil Bosna ulusal kurumlarıyla işbirliğini askıya aldı.

Yeni Bosna Yüksek Temsilcisi, Almanya'dan eski bir bakan olan Christian Schmidt, Bosna'nın "savaş sonrası dönemin en büyük varoluş krizinin pençesinde" olduğunu söylüyor. Schmidt, Dodik'in silahlı Sırp polis gücünü Bosna Sırp ordusuna dönüştürme tehdidinin savaşa geri dönüş riski oluşturduğunu düşünüyor.

Bosna'daki Britanya Büyükelçisi Matt Field de Dodik'in attığı adımları kınadı ve Sırp liderin nefret dili kullandığını ve Bosna yasalarını hiçe sayarak güvenlik ve refahı tehdit ettiğini söyledi.

ABD 2022'nin ilk haftasında "istikrarı bozucu yolsuz faaliyetler ve Dayton barış anlaşmalarını bozma girişimleri" ile suçladığı Dodik'e yaptırımlar getirdi.

Dodik, ABD'nin bu adımına, dört gün sonra Banya Luka sokaklarında silahlı gücüne geçit töreni yaptırarak yanıt verdi.

Sırp lider BBC'nin röportaj talebini de geri çevirdi.

Sırp siyasetinde de muhalefet var

Dodik'i kendi bölgesinde de eleştirenler var. En öne çıkan isimlerden biri de Dodik'i suç ve yolsuzluğu kışkırtmakla suçlayan, Bosna Sırp muhalefetinden Sosyal Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Vojin Milatoviç.

Milatoviç, "Ancak bu yolla Bosna'daki suç niteliğindeki yolsuzluklarından elde ettiği milyonların üzerini örtebileceğini düşünüyor. Bence bu ayakta kalabilmesinin tek yolu ve bu yüzden bir şeyler yapmaya hazır olduğunu düşünüyorum" diyor.

Soykırım inkarcılığı Bosna'da çok güçlü duyguları canlandıran bir konu. Srebrenitza'da binlerce Boşnağın öldürülüşü en ince detayına kadar belgelendi ama birçok Sırp hâlâ suçlamaların adil olmadığına inanıyor.

Banya Luka'da savaş suçlusu olarak hüküm giymiş eski komutanları Ratko Mladiç'e hâlâ bağlı olduklarını söyleyen ve Sırpların da bu savaşın mağduru olduğunu iddia eden savaş gazisi eski Sırp askerleriyle karşılaştım.

Milorad Dodik'in siyasi müttefiklerinden, Sırp Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Doğu Saraybosna'nın belediye başkanı Ljubisa Cosiç, Srebrenitza'da Sırpların Boşnakları öldürdüğünü kabul ediyor ama bunun soykırım olmadığında ısrar ediyor.

"Egemen bir ulus olarak bizler soykırımın ne olduğunu biliyoruz. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlar ulusumuza karşı soykırım uygulamıştı ve bu Srebrenitza'da işlenen suçtan tamamen farklı bir şeydi" diyor.

Srebrenitza'da yaşananlar ve unutamayanlar

Bosnalıların hepsi geçmişin rehineleri gibi ama ülkenin hiçbir köşesi küçük Srebrenitza kasabası kadar 1990'ların kanlı ve korkunç günlerinde kalmış değil.

Hollandalı barış gücü askerlerinin 1995 yılında Boşnak sivilleri koruyamadığı o eski Birleşmiş Milletler üssü binasında görüştüğüm eski belediye başkanı Cemil Durakoviç, Dodik'in söylemlerinin canlandırdığı korkuları anlattı.

"Holokost sonrasında hâlâ Üçüncü Reich ve Gestapo varmış gibi. Herkes 'onlarla müzakere edelim' diyor. Hayır, bu ülkede en korkunç insanlık suçlarını işleyenlerle müzakere etmeyelim. Sorun şu ki, Sırplar savaş suçlarıyla elde ettikleri kazanımları meşrulaştırmaya çalışıyor."

Sırp ordusu Srebrenitza'ya yaklaştığında Durakoviç 16 yaşındaydı. İki amcası ve iki kuzeniyle birlikte, can korkusuyla dağlara kaçmaya çalışan binlerce Boşnak erkek ve oğlan çocuğu arasındaydı. O kaos ortamında yanındakilerden ayrı düştü.

Kaçmaya çalışan Boşnaklar yol boyu kurulan pusulara düştüler ve hepsi öldürüldü. Durakoviç aradan sızmayı ve hayatta kalmayı başaran az sayıda kişiden biriydi.

O yaz Bosnalı Müslüman güçlerinin denetiminde olan Tuzla'ya geçtiğini izlediğim, travma geçirmiş binlerce insandan biri de Durakoviç'ti.

"Savaştan önceki okul arkadaşlarımın yüzde 80'i 1995'te öldürüldü. Şimdi buralarda bazılarının annelerini görüyorum ve onlara baktığımda ne kadar çok şey kaybettiğimi hatırlıyorum. Sadece ailemi değil bütün kuşağımı kaybettim."

'Milliyetçiliği kullanan bir fırsatçı'

Saraybosna'da Boşnak siyasi lider Bekir İzzetbegoviç, Sırp lider Milorad Dodik'in milliyetçi gibi görünmeye çalışan bir fırsatçı olduğunu ama tehlikeli olduğunu söylüyor.

"Milliyetçiliğin kara enerjisini kullanan zengin bir adam. Ama o cin bir kere şişeden çıktı mı ne olacağını bilemezsiniz. Yeniden şişeye girmez."

Bosna'da etnik nefreti siyasete alet etmenin büyük bir sorumsuzluk olduğu su götürmez. Ama şimdi hayatta olmayan babası (Aliya İzzetbegoviç) savaş zamanı Bosna Cumhurbaşkanı ve Boşnakların lideri olan Bekir İzzetbegoviç'in kendisi de bu yıl yapılacak seçimler öncesinde siyasi başarısızlığını örtmek için milliyetçi söylemler kullanmakla eleştiriliyor.

Bosna'nın siyasetçileri kötü yönetim sorununu aşamadı.

Britanya Büyükelçisi Matt Field blogunda "yerleşik yolsuzluk düzeni" ve "siyasette sorumsuzluk ve cezasızlık" gibi çok sert eleştiriler dile getiriyor. Güçlü bireylerin kamu parasını çalabildiği, reformları engelleyebildiği, savaş suçlularını övebildiği, seçimleri manipüle edebildiği ve adaletten kaçabildiği bir düzenden söz ediyor.

Bütün bu sorunlar Bosna-Hersek'in geçmişten kopuşunu imkansız hale getiriyor. Yeterince mezar, acı anı ve yolsuzluk görmüş olan gençlerini kaybediyor. Her yıl 50-60 bin Bosnalı ağırlıkla Almanya, Avusturya ve Slovenya olmak üzere yabancı ülkelere göç ediyor.

Birleşmiş Milletler, böyle giderse Bosna'nın üç milyonluk nüfusunun 2050 yılına gelindiğinde yarıya inebileceğini öngörüyor.

Şimdi bir de Bosna'da yeniden 1992'deki gibi bir savaşın patlak vermesi riski var. Gerçi o düzeyde bir savaş yürütecek askeri güçler artık yok ama ortam korku ve nefret kokuyor ve küçük gerginlikler çabucak tırmanabilir.

İstikrarsızlık ve otoriter rejimler Avrupa'nın bazı bölgelerinde belirsizlik tohumları ekti. Saraybosna'daki bazı diplomatlar şimdi Balkanların batısında Rusya'nın da el atabileceği fırsatlar doğduğunu düşünüyor. Bu diplomatlardan biri bana bu tehlikeyi ciddiye almak gerektiğini söyledi. Bosna'nın şu anda travma sonrası stres sendromu içinde ve silahlı bir ülke olduğunu ekledi.

s1-340.jpg

(BBC – Jeremy BOWEN – 9.2.2022)

Bu yazı toplam 1784 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar