1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Baf Kıraathanesi’nden Ülkü Yurdu’na, 1930’lu ve 40’lı yıllarda Baf’ta futbol ve Ülkü Yurdu...” (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Baf Kıraathanesi’nden Ülkü Yurdu’na, 1930’lu ve 40’lı yıllarda Baf’ta futbol ve Ülkü Yurdu...” (2)

A+A-

Ulus Irkad

BAF ÜLKÜ YURDU FAALİYETE GEÇTİĞİNDE

Baflı kunduracı Halim Arslan da Ülkü Yurdu Kulübü’nde 1950 yılların başlarında yer aldı:

“Ben Ülkü Yurdu’nda oynardım. 1950-1952 yıllarında Ülkü Yurdu’nda futbol oynadım. O zamanlar Kıbrıslırumları cimnasyodan davet ederdik, onların okul takımları vardı. Bunlarla Ülkü Yurdu’nun ikinci takımı olarak futbol oynardık. Kalecimiz Sacid’di, Mustafa Çavuş’un oğlu... Yaşar Salihevlat sol açıkta oynardı. Mehmet Süt vardı. Mehmet Süt’ün futbol hayatı 1955’te bitmişti. Süt İkinci Dünya Savaşı biterkenden futbola başladı. Savaştan geldikten sonra Ülkü Yurdu’nu kurdular. Mehmet Süt ve arkadaşlarından bahsediyorum. Süt ve Ertuğrul vardı. Mustafa Zor, Eniştesi vardı Mustafa Zor’un.. Kasaptı. Cipsi Baflıydı ama Baf’ta oynamadı. Ama o Çetinkaya’da oynadı ve onu şampiyon yapan golcü elemandı. Aslında Cipsi futboluyla tüm Kıbrıs’taki gençlerin ilham kaynağı oldu ve onları da futbola kazandırdı. Çünkü çok iyi bir futbolcuydu.  Ben onun Limasol’da AEL ve Çetinkaya’da oynarken bir maçını hatırlıyorum; Çetinkaya 2-0 AEL’e dövülüyordu. Kafa topuna karşıdan bir AEL’li futbolcuyla birlikte çıkmışlardı ve top Cipsi’nin kafasına geldi, bu arada diğer Kıbrıslırum da onun kafasına vurdu  başıyla ve Cipsi’nin kafası yarıldı. Ama saha haricine çıkarak kafasını bantlattı ve tekrar sahaya döndü. Arkadaşlarına dedi ki, “ben 18’e gireceğim yeter ki top başımın üstünden  geçsin yüksekten”,  ona üç-dört defa öyle top attılar, bu topların hepsini de gola çevirdi ve Çetinkaya maçı 4-2 kazandı.”

 

ÜLKÜ YURDU’NUN BİRİNCİ LİGE ÇIKMASININ SERÜVENİ

Baf Ülkü Yurdu’nun yaşayan en eski futbolcularından Mustafa Baflı da Ülkü Yurdu hakkındaki anılarını şöyle anlattı (10 Mayıs 2019):

“Annem ve babam, ikisi de bevvaptı. 1949 yılından sonra bevvaplıktan vazgeçtiler. Ben, Ülkü Yurdu kurulduğunda Ülkü Yurdu’nun kaptanlığını da yaptım. Birinci sene Necdet Blaki… İkinci sene oynadıkları bir Cellat Hoca vardı. Okuldan bir talebe istediler. 1948’de… Ben on yaşındaydım. Emine Hanım’la Beha Bey, o zamanların öğretmenleri. Emine Hanım, “Mustafa güzel oynar” dedi. İlk halkın içine çıkmam Ülkü Yurdu Spor Kulübü sayesinde oldu.”

“1953’ten 1959 yılına kadar Ocak’ta futbol oynadım. Birinci kümeye çıktık. 1958 yılında çıktık ve çıktıktan bir sene sonra, 1959 yılında Baf’a geldim. Geldiğimde Baf’a 57’den beri atılan bir kulüb vardı. Ülkü Yurdu Spor Kulübü bu Federasyondan atılan tek takımdır. Derviş Ahmet Raşit’in anlattığına göre o da şöyle oldu: 1957’de Ziya Bey oradaydı, Ziya Bey Leymosun’un İş Bulma Dairesi müdürüydü. Hasan Bey vardı 15 sene Ocak Kulübü’nün başkanlığını yapmıştı, onu da vurdulardı. Ben bu öyküyü Ziya Bey’den dinledim. Geldiğimde de atılmıştı. Ülkü Yurdu İnkilap Spordu. Bu durumda bunlar ne oldularsa bölündüler. Dr İhsanlar, Ali Ratipler Derviş Ahmet Raşitler, Bu yanda Halit Kazımlar, ve bana Ziya Bey anlattı, Derviş Bey de beni doğruladı, gittiler ve gelecek Doğan Baf’ta Türk Birliğiyla oynasın, dördüncü maç, üç maç çıkmadılar sahaya, dördüncü maçta belirttiler kendilerine;  Ziya Bey herkese bildirdi, gelin bugün, on kişi bulun ve enin sahaya biz size kümeden atmayacağız. Dört defa çıkmazsan, kanun vardı ligden atılırdın. Ziya Bey bana “Geldik yalvardık” dedi. Ahmet Sami de geldi ve birbuçuk saat beklettiler maçı. İkide başlayacak maçı üç buçukta başlattılar. Hakemler de bekledi. Hepsi de bekledi ve maalesef gelmedi. Hepsini da attılar. Ben 1959’da gittiğimde seçim oldu, ben da seçime girdim, 87 oy Derviş Bey aldı, Derviş Ahmet Raşit’in altında Zeki Fikret da oy aldı. Derviş Ahmet Raşit’in devamlı başkanlığı vardı. Ben gittiğimde dedi ki “ Bu insanlar benim canımı yaktı” dedi. Böyle böyle bana Ziya Bey’in anlattığı bilgileri verdi. Onun için görevden kaçma. İstersen gir… Gittik Ahmet Sami’ye İngiliz Hükümeti’ne yazılın dedi. Gittik yazıldık. Nejdet Laki’yle beraber. İkinci Küme’ye girdik. Ülkü Yurdu yazıldı oraya. İkinci kümeye gireceyik. Girdik İkinci Kümeye oynadık, dövdük, şampiyon olduk, çıkacayık Birinci kümeye… Ahmet Sami bir kanun çıkardı, biz kümeye çıkacağımız sene Baf-Limasol Bölgesi şampiyonuyla oynadık; Limasol’da Polemitya’ydı bu takım. Polemitya sahaya da çıkmadı… Dolayısıyla biz Baf şampiyonu olarak Lefkoşa ve Limasol şampiyonuyla oynayacaktık. Bu maçlar 1962 yılında oynandı. Üner Berkalp vardı, kaleci Mahir’di. Mehmet Nayım ondan sonra kaleci oldu. Takımı şampiyonluğa sürükleyen okul takımıydı. Okulda meşhur bir Talat Bey vardı. Spor Hocası. Türkiyeli bir Numara… Okulun bir takımı vardı.  Biz geldiğimizde adam çok uğraşmıştı. Okul takımı var gidin diye… “Hayır” dediler. Ben geldiğimde okul takımını aldık, Talat Bey’in üç ayı kalmıştı.”

 

1963 VE 1974 YILLARINDAN SONRAKİ ZOR GÜNLERİ DE       RAHMETLİ AKIN UÇAR ANLATMIŞTI

“Futbol oynamayı çocukluğumdan beri çok severdim. Arkadaşlarla toplanıp mahalle aralarında ve boş arazilerde oynardık. Fırsat buldukça da büyüklerin antrenmanlarını seyretmeye giderdik. İlkokul ve ortaokul yıllarım bu şekilde geçti.

1955 yılından itibaren, atletizm (100 m-200 m-3 adım-yüksek atlama), aletli cimnastik takımlarında yer aldım. Zaman zaman okullararası futbol karşılaşmaları da yapıyorduk. Bu maçları seyretmeye gelen eski futbolculardan Eşref Arifoğlu, Necdet Cemal, Mustafa Uğur, Mehmet Süt oyunumu beğendiler ve beni Ülkü Yurdu Spor Kulübü’ne almak istediler. O zaman Beden Eğitimi öğretmenim Talat Akgül oynayabileceğimi söyledi, babam da izin verince Kulüp’te çalışmaya ve oynamaya başladım.

1955 yılında  Baf’ta Demirspor Kulübü vardı. Daha sonra ismi değiştirilerek Türk Birliği Spor Kulübü oldu. Bir müddet sonra o da değişti ve Ülkü Yurdu oldu. Kurulduğundan itibaren büyük bir fedakarlıkla çalışan oyuncular olduğu gibi takıma genç elemanlar da kazandırmak için uğraştılar. Bu eski oyuncularımız hiç unutulmadı, her zaman hatırlandı. Bu büyüklerimizi anmak uygun olacaktır:

Yıllarca kalecilik yapan Seyfi, orta sahada oynayan kardeşi Lemi vardı. Uzun  yıllar oynadıktan sonra Futbolu bırakıp ada haricine yerleştiler. Daha sonra İzzet Pamukoğlu (1974 Baf şehidi,u.ı.), Mehmet Naim, Mahir Çalay ve Yusuf Volkan kaleyi korudular.

Eşref Arifoğlu bir dönem Limasol’a gidip gelerek Doğan Türk Birliği takımında oynadı. Buna Rum Futbol Federasyonu itiraz edince bırakıp Ülkü Yurdu’nda oynamaya başladı.

Mehmet Süt önceleri Çetinkaya takımında oynuyordu. Sonra Baf’a yerleşerek Ülkü Yurdu’nda oynamaya başladı. Takımını seven, hırslı bir oyuncuydu. Orta saha oyuncusuydu ve sürekli olarak “5” numaralı formayı giyerdi.

Öğrencilik yıllarımda bir defasında Türk ve Rum futbol takımları Rum okullar sahasında bir dostluk maçı yapmıştı. Türk takımının kalesinde Hüseyin Irkad bulunuyordu. Rum takımının bir hücumu sırasında Rum oyuncunun ayağındaki topa ani bir hareketle havada sanki uçarak dalış yapmış ve gol atılmasını önlemişti, fakat alın, burun ve çene kısmı yere sürtünmekten dolayı yaralanmıştı.

Bir defasında yine Rum okullar sahasında Rum beden eğitimi öğretmeni Tomi ile Türk öğretmen Mahmut Sinan arasında bir yüksek atlama müsabakası yapılmıştı. Çok hırslı ve iddialı geçen yarışta Mahmut Sinan, Tomi’yi geçmeyi başarmıştı. Bu da Türkleri fazlasıyla gururlandırmıştı.

Lise öğrenimim süresince 3 yıl (1955-1958) aralıksız olarak Ülkü Yurdu’nda oynadım. 3 yıllık üniversite öğretimim yıllarında oyuna ara verdim. 1961 yılında mezun oldum ve Kıbrıs’a dönerek Lefkoşa’da iki yıl süreyle Beden Eğitimi öğretmenliği yaptım. Bu iki yıl süresince hafta sonları Baf’a giderek  takımda oynadım. 1963 yılında evlendim ve Baf’a tayin oldum. O dönemde Üner Berkalp da Antrenör oyuncu olarak görev yapıyordu. 1964 olayları nedeniyle 1968’e kadar karşılaşmalara ara verildi. Maçlar başlayınca tekrar oynadım ve 1970 yılında futbolu bıraktım. Devamlı olarak müdafaa hattında oynadım. Tüm takım arkadaşlarımla her zaman uyum içinde olduk. Bu da başarılı olmamızda etken oldu. 1969 yılında 10 gün süren ve Bolu’da yapılan “B” Futbol Antrenör kursuna katıldım ve başarılı oldum”

 

SONUÇ

Baf 1963 yılında toplumlararası çatışmaların başlamasıyla sadece Baf içinde kurulan bölgesel takımlarıyla da futbola devam etti ve tekrar ligler başlayana kadar gençliğini ayakta turmayı başardı.

sayfa-13-eski-buy-futbolcusu-emekli-beden-egitimi-ogretmeni-akin-ucar.jpg
Eski BÜY futbolcusu emekli Beden Eğitimi öğretmeni Akın Uçar...


***  BİR İNSAN...

“800 Yahudi’yi soykırımdan kurtaran Hollandalı kadın: Corrie ten Boom...”

***  Cornelia Arnolda Johanna “Corrie” ten Boom, 800 Yahudi’yi soykırımdan kurtaran ve kendisi de soykırımdan kurtulduktan sonra toplama kamplarından sağ kurtulanlar için bir rehabilitasyon merkezi kuran Hollandalı bir kadındı... 15 Nisan 1892’de Hollanda’da dünyaya gelmiş, 15 Nisan 1983’te ise vefat etmişti... Hayatı boyunca dünyayı dolaşarak affetmenin gücü hakkında konuşmalar yapacaktı... “Dinleri öğrenmek” başlıklı internet sayfasında Mary Fairchild imzasıyla yayımlanan yazıyı okurlarımız için derledik... Mary Fairchild, Corrie ten Boom hakkında şöyle yazıyor:

***  Corrie ten Boom 15 Nisan 1892’de Hollanda’nın Haarlem kentinde dünyaya geldi ve 15 Nisan 1983’te Kaliforniya’nın Santa Ana kentinde vefat etti. Yayımlanmış kitapları arasında “The Hiding Place” (“Saklanma Yeri”), “My Father’s Place” (“Babamın Yeri”) gibi önemli yapıtlar var... “Affetmek, bir irade işidir ve kabin ısısı ne olursa olsun, her zaman çalışacaktır” demişti...

***  Corrie ten Boom, dört çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Abisi Willem ve Nolli ile Betsie adlı iki de ablası vardı. Hendrik Jan adlı kardeşi, henüz bebekken vefat etmişti.

***  Corrie’nin dedesi Willem ten Boom, 1837 yılında Haarlem’de bir saatçi dükkanı açmıştı. 1844 yılında haftalık bir dua seansı başlatmıştı ve her hafta, taa o günlerde Avrupa’da ayırımcılığa uğrayan Yahudiler için dua etmekteydi. Willem’in oğlu Casper, babasının işini devralmış ve o da babasının yaptıklarını sürdürmekteydi. Corrie’nin annesi Cornelia, 1921 senesinde vefat etmişti.

***  Aile, saatçi dükkanının üstündeki katta yaşamaktaydı. Corrie ten Boom, saatçide çırak olarak işe başlamış ve 1922 senesinde Hollanda’da saat yapımı için lisansı olan ilk kadın saatçi olmuştu... Yıllar içerisinde ten Boom’lar, pek çok göçmen ve yetim çocuğun bakımını üstlenmekteydi.

***  Avrupa çapında Mayıs 1940 senesinde Nazi Almanyası’nın saldırısı sürecinde, Naziler tankları ve askerleriyle Hollanda’yı da işgal etmişlerdi. O günlerde Corrie 48 yaşındaydı ve halkına yardım etmekte kararlıydı. Nazilerden kaçanların sığınacağı güvenli bir yere dönüştürecekti evini...

***  Hollandalı direniş örgütü üyeleri, dedelerinden kalma saatleri, saatçi dükkanına taşımaktaydılar. Bu saatlerin içerisine tuğlalar ve harç saklanmıştı... Bunları kullanarak, Corrie’nin yatak odasına sahte bir duvar inşa edeceklerdi... Yarattıkları boşluk yalnızca iki ayak eninde ve sekiz ayak boyunda olsa dahi, burası altı yedi kişiyi saklayabilecek genişlikteydi: Bunlar da Hollandalı Yahudiler veya Hollanda yeraltı örgütü üyeleriydiler. Ten Boom’lar ayrıca bir tür zil geliştirerek Gestapo gizli polisi mahallede ne zaman arama başlatsa bunu çalıyorlar ve misafirlerinin saklanmasını sağlıyorlardı.

***  Bu saklanma yeri dört sene boyunca çok iyi kullanıldı çünkü insanlar sürekli saatçi dükkanına girip çıkmaktaydı... Bu şekilde 800 kadar Yahudi, soykırımdan kurtarıldı, hayatta kalmaları sağlandı. Ancak 28 Şubat 1944’te müzevirlik yapan birisi, Gestapo’ya bu operasyonu açık etti. O gün 30 kişi tutuklanacaktı, bunlar arasında ten Boom ailesinden kişiler de vardı. Buna karşın Naziler, saklanma yerindeki altı kişiyi bulamamışlardı. İki gün sonra Hollanda direniş hareketi, onları bulundukları yerden kurtaracaktı...

***  O günlerde 84 yaşında olan Corrie’nin babası Casper, Scheveningen Hapishanesi’ne götürülecekti. On gün sonra vefat edecekti. Corrie’nin erkek kardeşi Willem rahipti ve sempatik bir yargıç, çok şükür onu serbest bırakacaktı. Corrie’nin ablası Nollie de serbest bırakılacaktı. Ancak Corrie ve ablası Betsie, bundan sonraki on ay içerisinde Hollanda’daki Scheveningen hapishanesi ile Vugt toplama kampı arasında gidip gelecek, nihayetinde Berlin yakınlarındaki Ravensbruck toplama kampına götürüleceklerdi – burası, Nazilerin kontrolündeki altındaki topraklarda kadınlar için kurulmuş en büyük kamptı. Kadınlar çiftliklerde ve silah fabrikalarında zorla çalıştırılıyordı ve bu kampta binlerce kadın öldürülecekti...

***  Kamptaki koşullar zalimceydi, pek az yemek veriliyor, çok katı bir disiplin uygulanıyordu. Tüm bunlara karşın Betsie ve Corrie, gizlice dua seansları düzenliyorlardı... 16 Aralık 1944’te Betsie, Ravensbruck toplama kampında açlıktan ve tıbbi bakım yoksunluğundan ötürü öldü. Corrie daha sonra ablasının son sözlerini kaleme alacaktı: “Burada öğrendiklerimizi anlatmalıyız... Bundan daha karanlık bir kuyu olmadığını anlatmalıyız. Bizi dinleyeceklerdir Corrie çünkü biz bunu yaşadık...”

***  Betsie’nin ölümünden iki hafta sonra Corrie ten Boom, “idari bir hata” sonucu serbest bırakılacaktı. Corrie bunu bir mucize olarak addedecekti... Corrie’nin serbest bırakılması ardından Ravensbruck toplama kampındaki kendi yaş grubundan tüm diğer kadınlar öldürülecekti...

***  Corrie Hollanda’ya geri dönerek bir nekahet evinde iyileşmeye çalışacaktı. Bir kamyonla abisi Willem’in evine gitmiş ve Haarlem’de ailesine ait eve gitmek için hazırlıklara girişmişti. Mayıs 1945’te Bloemendaal’da bir ev kiralayarak bunu soykırımdan kurtulanlar, savaş dönemi direnişe katılmış olanlar ve sakatlanmış olanlar için bir merkeze dönüştürecekti. Bu merkezin devamı için bir de sivil toplum örgütü kuracaktı...

***  1946 senesinde ten Boom’lar, ABD’ye gittiler. Bir kez oraya gittikten sonra çeşitli kiliselerde ve konferanslarda, Corrie yaşadıklarını aktarmaya başlayacaktı. Avrupa’da da yaygın biçimde konferanslarda konuşacaktı. 1950’li yıllardan 1970’li yıllara kadar Corrie ten Broom, 64 ülkeye gitti, konuşmalar yaptı. 1971 yılında yayımlanan kitabı “The Hiding Place” (“Saklanma Yeri”) en çok satan kitaplar arasına girdi. 1975 senesinde World Wide Pictures, bu kitabın filmini yaptı – Corrie’yi canlandıran rolde Jeanette Clift George oynuyordu.

***  Hollanda Kraliçesi Julianna, 1962’de Corrie ten Boom’a “şövalyelik” ünvanı verdi. 1968 yılında İsrail’de Soykırım Anıtı’na bir ağaç dikti. 1976 senesinde ABD Gordon Koleji, ona insaniyeti nedeniyle onursal doktora verdi.

***  Sağlığı bozulmaya başlayınca Corrie, 1977’de Kaliforniya’nın Placentia kentine yerleşti. Birkaç kez kalp krizi geçirdi – 91nci doğumgünü olan 15 Nisan 1983’te hayata veda etti ve Santa Ana’da defnedildi. Hollanda’da ailesine ait evi de Soykırım’ı Anma Müzesi’ne dönüştürüldü...

https://www.learnreligions.com/biography-of-corrie-ten-boom-4164625

(Özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-12-corrie-ten-boom-nazilerin-zulmunden-kacan-yahudileri-saklayarak-hayatlarini-kurtarmisti.jpg
Corrie Ten Boom, Naziler'in zulmünden kaçan Yahudileri saklayarak hayatlarını kurtarmıştı...

Bu yazı toplam 1215 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar