Serhat İncirli

Serhat İncirli

Amcam

A+A-

“Ölüm, sevgi ve anıların sonsuza dek yaşadığı bir diyara giden yoldur.” Bu sözü çok seviyorum… 23 Aralık’ta babam ve dün akşam da baba yarısı biricik amcam bizleri bırakıp “gizemli” diyara göç etti… Babam öldüğü zaman, “çok rahatsızdı, kurtuldu” diye düşündüğüm olmuştu… Amcamın ölüm haberini aldığım andan itibaren beş dakika bile uyuyamadım… Anıları elli cilt roman olur… Ne çok sevgi bırakmışlar bizlere! Ne çok anı! Hoşça kal amcaaaaam, öğretmenim, kahramanım hem de sahtesinden değil, gerçek kahraman… “Be Serhat” deyişin, öğrettiklerin, sevgin, anıların ve evlatların mirasındır; gözün arkada kalmasın… Sen sigarayı çoktan kesmiştin ama dedem iki paket saklamış; birini babama vermiş, birini sana ayırmış… Nenem kızıyor, “nedir be ama çocuklara verdiğin?” diye… O da “çakulettir be çakulet” diyor… Selam söyle… Sevgin ve anıların yaşayacak amca… Söz!

-*-*-

Sosyal medyada amcam Fadıl İncirli’nin vefatı sonrası yukarıdaki paylaşımı yaptım…

Evet, babamdan iki yaş küçük amcam, 82 yaşında, 4 Mart 2025 Pazartesi akşamı “gizemli” tarafa yolculuğa çıktı…

-*-*-

Amcam, mükemmel bir matematik öğretmeni, evlatlarına, torununa, ailesine düşkün bir babaydı…

Ama ötesi var…

-*-*-

Amcam, doğup büyüdüğü köyü Yeşilırmak’ı, ülkesini ve Anavatan dediği Türkiye’yi, makam, mevki – para uğruna değil; yürekten seven ve bu uğurda gerçek anlamıyla canını seve seve feda etmeye hazır biriydi…

-*-*-

Henüz 20’li yaşlarının başlarında, aralarında aynı bölüm ve aynı fakülteden arkadaşı dayımın (Ahmet Teralı) da bulunduğu bir grup üniversiteli gençle Erenköy’e çıkmışlardı… Yıllar sonra benim de Erenköy’de askerlik görevimi yapacak oluşuma belki de sevinen tek insandı… Çünkü olaya duygusal bir onurla bakıyordu…

-*-*-

20’li yaşlarında 1964’ün sıcak günlerini yaşayan amcam, 30’larının başında bu kez 1974’ün sıcak günlerinde hazırdı…

-*-*-

Hem de salonlarda, sığınaklarda, otel lobilerinde, karargahlarda, giydikleri üniformalar bile tozlanmamışlar gibi değil; en önde…

-*-*-

Amcam çok milliyetçi biriydi ve bu konuda hiç anlaşamazdık…

“Yok Be Serhaaat!”tı verdiği en büyük tepki…

“Öyle değil be amcam…”

-*-*-

Aslında sonuçta üzülerek belirtirim ki, ben haklı çıkacaktım ama bu amcam ve O’nun gibi bir grup yürekli insanın verdiği efsane kavganın “haksız” ya da “yanlış” olduğu anlamına gelmezdi…

-*-*-

Aslında şu anda, bazılarımızın ve bazılarınızın Kıbrıs’la, Kıbrıs sorunuyla ilgili hava kesmesine dayanamayışımın en önemli sebebiydi amcam… 

-*-*-

Yazacak o kadar çok anı var ki…

-*-*-

Bir tanesini anlatayım…

Ama daha sonra da amcamı yazmaya kesinlikle devam edeceğimi belirteyim…

-*-*-

Yıllar önce Londra’da bir hastanede, Kıbrıslı bir Rum’la tanışmıştım…

Ayağında bir sorun vardı ve periyodik olarak Londra’ya gelip, ayağıyla ilgili bir şeyler yaptırıyordu…

Açıkçası o günlerde, çok da ilgilenmedim…

-*-*-

Babamın, amcamın yaşlarında bir adam…

-*-*-

Kıbrıs’ta kapılar açıldığı zaman, “Ada’ya gelirsen, bana da uğra” gibisinden bir mesaj almıştım…

Bir gün, kafamın da alkolle ve özel sıkıntılarla darmadağın olduğu bir gün, “hade be” dedim, çektim, gittim adamı buldum…

-*-*-

Öyle bir ağırlandım, öyle bir ağırlandım ki anlatamam…

Adam beni gece de misafir etti, güzel bir otelde kaldım; sabah birlikte kahvaltı da yaptık ve ayrıldık…

-*-*-

“Bize da buyur”laştık…

“Ben Kuzey tarafa gitmem, açıkçası çok korkarım” demez mi?

Vay be, demek ki “korkutulan” ya da “korkan” sadece bir Kıbrıslı Türkler değil mişiz?

-*-*-

Israr ettim…

Mesajlaştık ve bir gün buluştuk…

Türk tarafına 1974 sonrası ilk geçişiydi…

-*-*-

Adamı köyümde ağırlayayım dedim…

Yeşilırmak’ta…

Sevgili Doğan’ı aradım, Dillirga’da yerimiz hazır…

Yola çıktık…

-*-*-

Güzelyurt istikametine doğru yola koyulduk…

Hangi tarafa, nereye doğru gittiğimiz konusunda sıkıntısı oldu…

Terlemeye başladı adam…

-*-*-

“Kusura bakma, duralım beş dakika” dedi…

Durduk!

“Nereye gittiğimizi” ilk o anda sordu…

“Yeşilırmak, Limindi, Limnitis” dedim…

-*-*-

Baktım adam bayılacak…

“Lütfen gitmeyelim” dedi…

“Lefkoşa, Girne bir yere gidelim” diye ekledi…

-*-*-

Adamın neden, niye rahatsız olduğunu doğrusu çözemedim…

Yol henüz virajlanmamıştı, hani bükümlü değildi yani…

Türkiye’nin yaptığı Lefkoşa – Güzelyurt yolu…

“Dön başka yere be arkadaş” dedi…

Döndük!

-*-*-

Lafazan, çok konuşan bu adam bir süre suskun kaldı!

Sonra anlattı!

-*-*-

“… 1974’te bizi otobüslere doldurdular… Bilmediğimiz bir yere getirdiler… Otobüsten indirdiler… Bu köye yürüyün, saldırın dediler…”

-*-*-

“İlk gün, bazı noktalardan üzerimize kurşun yağdı, ilerleyemedik…

Ertesi gün, ben ve iki arkadaşım köyün girişine kadar geldik, 50 – 100 metre kadar mesafede, iki çılgın adam, asfaltın ortasında duruyor, gizlenmiyor, saklanmıyor ve her gördükleri hareket eden hedefe ateş ediyorlardı…”

-*-*-

“Korktuk, geri döndük… Geri dönerken ayağımdan vuruldum… Bayılmışım… Barış Gücü aracılığı ile beni alıp götürdüler… Ciddi paralar harcadık; ayağı kurtardık ama gördüğün gibi yarısını kurşunlara kaptırdık”…

-*-*-

Londra’ya gidişlerin sebebi, o ayaktı…

-*-*-

Ve yıllar sonra bir gün; bir büyüğüm anlattı; “Bu Fadıl (amcam) ve dayısının oğlu Melik (Kusella), bir mevziden ötekine koştular, amcanın kucağında arkadaşları vuruldu, şehit oldu… Bir an durmadı, dinlenmedi, en son yolun ortasında, birinin elinde Tomson, ötekinin elinde Sten, deli gibi çarpışıyorlardı…”

-*-*-

Amcam, Türk askeri bölgeye geldiği günlerde, yani hala savaşın içinde, Yeşilırmak’tan Gaziveren’e gelmişti…

Babamı ve bizleri görmeye…

Babam Limasol’a esir gitmişti…

Amcam bizi aldı, Yeşilırmak’a gittik…

O gün kucağında Steni vardı…

Arabayı da Melik abimiz kullanıyordu…

Annem önde oturuyor, amcam arkada ben ve ablamla…

Bir ara Steni bana verdi…

“Tut, bizi sen koru” demişti…

7 yaşındaydım…

Ve o an hiç aklımdan çıkmaz…

-*-*-

Amcamla babamla amcanızla babanızla yaşadıklarımız yaşadıklarınız eminim çoktur…

Benim çok çoktu…

Lisede üç yıl matematik öğretmenimdi…

Yeşilırmak’ta hafta sonu mangalı keyifliydi…

Keyfine çok düşkündü…

Salatadaki domatesten, masasındaki balığa kadar hep özenle seçerdi…

Özenle giyinirdi…

Kravatsız asla okula gelmezdi…

O’nu bir tek gün traşsız gören olmamıştır…

-*-*-

Ve iki kızına çok düşkündü…

Öyle iki çocuk yetiştirdi ki; ikisi de insan sevgisi saçıyor ki bundan büyük bir miras da bırakamazdı…

-*-*-

Beğenmediği kişiler veya bazı işler için “salyaaa” derdi…

Aralık ayı ortasında rahatsızlığı biraz artmıştı…

Güzelyurt’ta açık pazarın orada buluştuk…

-*-*-

Şakalaştık…

Çok sevdiği, toz kondurmadığı “… Hükümet, KKTC, Kıbrıs meselesi” falan…

“Hepsi salyaaaa be Serhat”, son yorumuydu…

-*-*-

Lefkoşa’da dün toprağa verildi…

Hak ettiği bir şekilde, askeri törenle…

Rahat uyu amca…

Toprağın da rahmetin de bol olsun…

amcam.jpg

Bu yazı toplam 3667 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar