1. YAZARLAR

  2. Bilge Azgın

  3. AKEL, hakikat ve samimiyet
Bilge Azgın

Bilge Azgın

AKEL, hakikat ve samimiyet

A+A-

Affetmek veya affedebilmek hem gündelik hayatımızda hem da çatışmaların çözülmesinde çok kritik bir rol oynar. İnsanın geçmişten taşıdığı yükü hafifletir, böğrünü kavuran acılarına merhem olur. Affetmek her zaman için insanı şifalandırır. 

Yakın Doğu Üniversite’sinde on yılı aşkın bir süredir verdiğim “Siyasal Uzlaşı” derslerinde öğrencilerimle birlikte Güney Afrika’da uygulanan “Hakikat ve Uzlaşma” komisyonlarında yapılan davaları yakından inceleme fırsatı bulduk. 

Eğer Apartheid döneminde bulunan birçok polis veya siyasetçi geçmişte siyahlara işledikleri suçlarda HAKİKATA dayalı ve SAMİMİ biçimde İTİRAFTA bulunurlarsa, ve bu itiraflarını da pişmanlık seviyesinde dile getirirlerse hapis yatacakları yıl sayısının düşmesine veya suçlarının hafifletilmesine neden olurdu. Aslında Apartheid döneminin ırkçı katillerinden veya şiddet uygulayıcılardan istenilen şey, samimi bir biçimde ezip eledikleri siyahilerden veya öldürdükleri siyahilerin ailelerin huzurlarında UTANMALARI, GÜNAH ÇIKARMALARI ve AF DİLEMELERİYDİ. Bu ağır dava süreçlerininin hepsi canlı yayın görüntüleri ile TV’den ve radyodan Güney Afrika’ya yayılıyordu.

Bu sürecin tüm unsurlarını yerine getiremeyen veya halen yaptıkları suçları İNKAR ETMEYE çalışanların ise hapis cezaları hafifletilMİYORdu. Çünkü komisyon adı üzerinde “Hakikat” ve “Uzlaşı” komisyonuydu. “Hakikata” (sadece olgusal bir gerçeklik değil aynı zamanda Tanrı anlamına gelen de bir kavram) teslim olmadan ne af dileme ne de af isteme mümkündü. Ne de olsa bu komisyonların fikir babası yaşamı boyunca binbir ırkçılığa maruz kalmış Desmond Tutu adında sevgi dolu bir rahipti. Dolayısıyla, günah çıkarmanın tek yolu “Hakikat’a” teslim olmaktan geçiyordu. Geçmişte çekilen ve de çektirilen acıların “uzlaşısı” ancak bu şekilde MÜMKÜN oluyordu. Benim Kuzey Kıbrıs’ta 20-25 tane farklı kuruma yaptığım eğitimlerin temel felsefesi de bu yazılanlar üzerine kurulmuştur.

Ne zaman AKEL’in 1974 yılında Kıbrıslı Türklere yapılan katliamlarını kınayan bildirilerini okusam, bu yukarıda yazdıklarım aklıma gelir. Örneğin 8 Aralık 2020 tarihinde kendi resmi websitelerinde yayımladıkları bir bildiride yapılan katliamlarla ile ilgili şu ifadelere yer vermektedir.

“Ağustos 1974’te Kıbrıslıtürk köyleri Atlılar, Sandallar ve Muratağa’da EOKA-B’ciler tarafından katledilen 4 aydan 15 yaşına kadar 14 çocuğun cenaze töreni EOKA-B faşizmi tarafından Kıbrıslıtürk kadınların ve çocukların katliamlarını ve yurdumuzun tarihindeki başka bir kara sayfayı hatırlatmaktadır. AKEL çocukların ailelerine en içten taziyelerini sunmaktadır.”

“Kıbrısrum aşırı sağının işlediği korkunç cinayetler hakkında susma ve görmezden gelme teşebbüsü, tıpkı Türk şoven aşırı sağının işgali meşrulaştırmak ve iki toplumun barış içerisinde birlikte yaşamasının güya imkânsız olduğuna ikna etmek için bu katliamları istismar etme çabası gibi tahrik edici ve ikiyüzlüdür.”

“Katillerin ve kurbanların milliyeti ne olursa olsun, halkımıza karşı işlenen tüm korkunç cinayetlerin ve suçların soruşturulmasını talep etmek tüm Kıbrıslıların sorumluluğundadır. Benzer acı ve trajedilerin bir daha asla yaşanmaması için halkımızın çektikleri hakkında tüm gerçeği bilmek, genç nesillere öğretmek ve şovenizme karşı mücadele etmek hepimizin sürekli bir sorumluğu ve yükümlülüğüdür.”

AKEL’in yaptığu bu tür demeçler, Rum toplumunda 1974 yılı üzerine kurgulanan klasik Rum resmi tarih tezinden farklılaşıp ötesine geçmeyi başarır. AKEL bir başka bildirisinde “eğer gerçeği söylemezsek, tüm gerçeği söylemezsek, sadece ve sadece gerçek olanı dile getirmezsek, iki toplum arasındaki güven yeniden inşaa edilemeyecektir” hususunu vurgular. AKEL, tam da bu noktada “Hakikat ve Uzlaşı” Komisyonu felsefesine uygun bir politika güdüyormuş GİBİ GÖRÜNMEKTEDİR.

Ancak benim okuduklarım ve birebir yaşadıklarımı bir araya getirdiğimde, AKEL’in Kıbrıs’ta “Hakikat ve Uzlaşı” komisyonuna benzer bir anlayışın geliştirilmesi yönünde ciddi engeller teşkil eden partilerden bir tanesi olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyorum.

Çünkü HAKİKAT şudur ki, Makarios 1963 yılında Kıbrıslı Türklere 13 maddeyi zorla ve şiddetle dayatıp, tüm bu olayları da vur kafasına al lokmasını gibi bir oldu bittiye getirmeye çalışmıştır. 1974 yılında Kıbrıs adasının ikiye bölünmesine neden olacak olan Makarios’un bu zorbalığına karşı AKEL’in tutumu Rum resmi tezi ile halen daha aynıdır.

Örneğin “Faşizme Karşı Direniş ve Türkiye’nin İşgali” başlıklı bir başka bildirisinde AKEL “EOKA-B faşizmine karşı mücadele yıllarında, AKEL, mücadele saflarının ilk hatlarındadır. Tutarlı olarak Makarios’u ve onun çizgisini destekler” ifadelerini kullanmaktadır. AKEL sadece 1974 yılında değil, 1960-1974 yılları arasında da tutarlı bir biçimde Makarioscu bir siyasi çizgide yer almıştır.

Böyle yaparak da aslında HAKİKATIN üzerini örtmeye çalışmaktadır. Kıbrıslı Türklerin sadece 1974’teki EOKA-B’cilerden değil, bizzat sonuna kadar destekledikleri Makarios’tan ötürü çok büyük acılar çektiklerini İNKAR ETMEYE çalışmaktadırlar. Hani nerede AKEL’in “eğer gerçeği söylemezsek, tüm gerçeği söylemezsek, sadece ve sadece gerçek olanı dile getirmezsek, iki toplum arasındaki güven yeniden inşaa edilemeyecektir” şiarı?

Bir başka HAKİKAT şu ki, AKEL ile ilk siyasi görüşmemde bu 13 madde hususunda neden Kıbrıslı Türklerin yanında pozisyon almadıklarını sorgulamıştım. AKEL’in o dönemki gençlik örgütünde yer alan profesyonneleri (bir kaç tanesi hariç) bana ateş püskürtmüş ve çok hararetli bir tartışma yaşamıştık. “Benim gibi azınlığın ferdi olan bir Kıbrıslı Türk” nasıl olur da onları sorgulayabiliyor du? “Bu ne munesabetsizlik ve bu ne saygısızlık” bakış açısıyla bana sözel saldırıda bulunmuşlardı. AKEL’in Kıbrıslı Türklere olan ve normal zamanlarda yüzeyin altında duran kibirini ve üstten bakışını bizzat yaşayarak tanık olmuştum.

Benim Makarios’un zorla dayattığı 13 maddeyi sorgulamam kadar doğal birşey olamazdı. AKEL’in halen desteklediği Makarios’un yüzünden Kıbrıslı Türklerin her bir ferdi (sağcısı ve solcusu farketmez) çok büyük bedeller ödedi ve de halen daha ödemektedirler.

Lakin, Rum toplumunun bu açıdan tuzu kuru! Tanınmış bir devletleri var ve AB üyesi de oldular! Ekonomileri de yerinde. Onlar için geriye kalan tek sorun “işgal altındaki topraklar” sorunudur.

Bu anlattıklarımdan sanabilirsiniz ki AKEL resmi ideolojinin kurbanıdır ve gerçekte yaşananları bilmemektedir. 2005 ile 2007 arasındaki yıllarda Kıbrıs Universitesi’nde Niyazi Kızılyürek ile birlikte doktora çalışmamı yapıyor aynı zamanda da Kıbrıs Universitesi’nde yarı-zamanlı dersler veriyordum. Bir diğer yandan da CTP adına EDON ile görüşmeleri organize ediyordum.

Niyazi Hoca o dönem, ortak arkadaşımız olan EDON’un başkanına şöyle bir teklifde bulundu: “Gelin ortak bir tarih konferansı yapalım. İki toplumlu olsun ve herkes kendi bakış açısını ortaya koysun.” EDON başkanından cevap şu yönde oldu: “Hayır olmaz! Biz bu konuda sizinle anlaşamayız.”  

Burada anlayacağınız gibi sorun tarihsel olayları bilmemek değil aksine İKTİDAR OLMAK ve BİLİNÇLİ BİR SAMİMİYETSİZLİK POLİTİKASI gütme sorunudur.

AKEL’in Kıbrıslı Türkler arasından nasıl bir “makbul vatandaş” yaratmak çabasında olduğunu başka bir yazımda zaten kaleme almıştım. Meraklıları için linki burada tekrardan paylaşıyorum (https://www.yeniduzen.com/erenkoy-direnisi-ve-akelin-makbul-kibrisli-turk-hayali-uzerine-20845yy.htm). Umarım ileriki yıllarda Sayın Niyazi Kızılyürek, AB milletvekilliği yaptığı dönemdeki anılarını eğrisiyla doğrusuyla kaleme alıp kitaba dönüştürür.

Tüm bunları okurken bana şu soruyu sorabilirsiniz. “Peki Kıbrıslı Türkler 1974 yılında Rumların çektiği acılar noktasında yüzleşmesi gerekmez mi”?

Cevabım çok basit ve nettir. Eğer ileride anlamlı biçimde siyasi bir çözüm olacaksa, Rum tarafının 1963 ile, Türk tarafının da 1974 ile KARŞILIKLI (tek taraflı değil) YÜZLEŞMELERİ ZARURİDİR. Rum toplumunun 1974 yılında yaşadıkları acılara neden Türk milliyetçilerinin kalplerini açmaları gerektiği yine başka bir yazımda kaleme almıştım (https://www.yeniduzen.com/kibrisortodoks-kilisesi-baspiskoposu-yiorgiosa-acik-mektup-20374yy.htm).

Şimdi esas konumuza dönecek olursak…Dikkat ederseniz, AKEL’in 1974 yılında Kıbrıslı Türklerin de yaşadığı acılardan bahsedip yasını tutması AKEL partisini diğer Rum siyasi partilerinden ayrıştırıyor. AKEL, EOKA B’cilerin kendilerini (komunistleri) ve Kıbrıslı Türkleri öldürmesini kınamaktadırlar.

Lakin, AKEL’in 1964-1968 yılları arasında Makarios dikatörlüğü altında Kıbrıslı Türklerin bizzat yaşadığı zulumleri veya maruz kaldıkları katliamları kınayıp yas tuttuğunu hiç duydunuz mu mesela?

Hani nerede AKEL’in “şovenizme karşı mücadele etmek hepimizin sürekli bir sorumluğu ve yükümlülüğüdür” şiarı?

Siz hiç bügüne kadar AKEL’den Makarios’un 13 maddeyi dayatarak 1964-1968 yılları arasında tüm KIBRISLILARA veya KIBRIS HALKINA (Rum veya Türk farketmez) ne büyük zararlar verdiğine dair tek bir laf veya lakırdı işittiniz mi?

Duyamassınız… Göremezsiniz…Ve de işitemezsiniz!

Çünkü AKEL, Kıbrıslı Türklerin en karanlık yılları noktasında bilinçli bir biçimde üç maymun politikasını uygulamaktadır!

AKEL’in halen desteklediği Makarios ve onun “Kıbrıslı Türkler bizimle siyasal eşit olamazlar ancak AZINLIK olabilirler” şiarının günümüzde değiştiğini sanabilirsiniz. Ancak değişmediğini peşinen söylemek gerekir. Örneğin, Sayın Akıncı 13 Şubat 2025 yılında resmi facebook hesabı üzerinden yaptığı açıklamada Anastasiadis’in “Ankara bizi rahat bıraksa Akıncı ile birlikte çözüm yapacaktık” sözlerine cevap verirken sorunun ve çözüm sürecinin çökmesinin sebebinin esas unsuru Ankara değil, Rum liderliğinin Kıbrıslı Türkler’in siyasal eşitliği noktasında ayak süremesinden kaynaklandığını kamuoyuna açıklamıştır.

Sayın Akıncı bu hususta kendisini şu şekilde ifade etmiştir:  

“Dilerdim ki benim Kıbrıslı Rumların kaygılarına gösterdiğim hassasiyeti; sayın Anastasiades de Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik kaygıları konusunda gösterebilsindi. Federal hükümet ortaklık demektir. Bir ortaklıkta ise kararlar ancak iki tarafın onayı ile alınabilir. Federal hükümette en azından bir Kıbrıslı Türk bakanın onayının aranması ilkesinin bile hala kabullenilememiş olması, adanın bölünmüşlüğünün devamından başka bir işe yaramayacaktır.”

Yani 1963 yılından itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında Kıbrıslı Türkler’in elinden zorbalıkla gasp ettikleri siyasi eşitlik HAKKINI o denli normalleştirip içselleştirmişler ki, Anastasiadis halen bugün yakındıkları “Türk işgaline rağmen”, Kıbrıslı Türkler’le siyasal eşitliğe dayalı bir çözümü reddetmektedir.

1963’ten 2025 yılına kadar Rum siyasasında baş gösteren bu DEVAMLILIK sanırım herkesin malumudur.

1963’de ve günümüzde de Rum siyasası “Kıbrıslı Türkler bizimle siyasal eşit olamazlar ancak AZINLIK olabilirler” noktasında ısrar ederken, Türk Ordusu’nun adaya 1974 ile müdahale edip adaya konuşlanması müzakereler tarihindeki dengeleri Kıbrıslı Türkler’in LEHİNE 180 derece değiştirmesine neden olmuştur.

Bugün siyasi eşitliği müzakerelerde Rum tarafından rahatça ve savaşmak zorunda kalmadan isteyebiliyorsak bunun tek sebebi adadaki 40 bin Türk Ordusu’nun fiziki varlığıdır. Ne de olsa, 1963-1974 yılları arasında gasp edilen siyal eşitlik hakkımız adına savaşmak zorunda kalmıştık. Dolayısıyla, benim için Mustafa Akıncı’nın çözüm çabası da, Tufan hocamızın Federasyon uğraşısı da siyasal eşitlik uğruna verilen uzun soluklu tarihsel mücadelenin çok değerli parçalarıdır.  

Ben şahsen tanıyabileceğim en güzel insanları tanıdım Rum olarak. Hiç kimseye karşı bir nefretim veya düşmanlığım yok.

Ancak kendi toplumum olan Kıbrıslı Türkleri AZINLIĞA düşürmeye çalışan, siyasal eşitliği zorla gasp edip de bunu biz Kıbrıslı Türklere normalleştirmeye çalışan bir ZİHNİYET ile her açıdan problemim var!

Sonuç olarak, eğer gerçekten bu adada yeniden bir savaşın çıkmamasını ve Kıbrıslıların bu adayı birlikte huzur ve uyum içinde yönetmesini istiyorsak, siyasi boyuttaki HAKİKATTA ve SAMİMİYETTE TAVİZ VERMEDEN ısrar etmeliyiz!

Bu yazı toplam 1547 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar