1. YAZARLAR

  2. Bilge Azgın

  3. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yiorğios'a Açık Mektup
Bilge Azgın

Bilge Azgın

Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yiorğios'a Açık Mektup

A+A-

Sayın Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Yiorğios,

Fener Patriği ile görüşmek için yaptığınız Türkiye ziyaretinde, eksik olmayınız ki Kıbrıslı Türkler hakkında şöyle buyurmuşsunuz:

“Bizi Türk halkından kimse ayıramaz. Halkımız 1974’e kadar Kıbrıslı Türklerle her zaman sevgi dolu bir uyum ve dayanışma içinde yaşadı. Dedelerimiz arasında “filikos” (dostça arkadaş canlısı) bir iletişim vardı. Biz bunun devam etmesini istiyoruz.”

Kabul etmek gerekir ki, 1963-1974 arası, Kıbrıs’ta sanki asrı saadet varmış da, birden bire Türkiye adaya çıkarma yapmış. Böyle bir algıyla Kıbrıslı Rumları’ın önemli bir çoğunluğunu kandırmışsınız.

Biz Kıbrıslı Türkler, sizin bizi sevmenizden önce vicdanlı ve dürüst olmanızı istiyoruz! Ve 1963 yılında Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini dayatmayla kaldırılıp Kıbrıslı Türkler’in (“veto hakkı” başta olmak üzere) Haklarını gasp ettiğinizi ifadet etmenizi istiyoruz. Bunu elbette öv öv bitiremediğiniz Makarios yaptığı için onun adına veya kendi adınıza bizlerden kamuoyu önünde özür dileyeceğinizi sanmam. Ama Dua etmek için Allah ile baş başa kaldığınızda umarım günahlarınız için azıcık pişmanlık duyarsınız. Eğer duyamıyorsanız, vicdanınızın sızlaması ve kalbinizin açılması için samimiyetle İsa Peygamberimize yalvarmanız gerektiğini size hatırlatmam gerekir. Çünkü tıpkı Makarios’un sızlamadığı gibi sizin vicdanınız da sızlamıyorsa (içinde yaşadığınız ezici Rum toplumu gibi), kalbinizin sevgiye, merhamete, ve şefkate yani İsa Peygamber’e ve onun kutsal evrensel öğretisine kapalı demektir!

Hz. İsa benim bugüne kadar tarihte gördüğüm en büyük devrimci, şifacı ve insanı insan yapan (dolayısıyla insanı kendi şeytanlarından uzak tutup Allah’a yönelten) değerleri veciz şekilde ifade etmiş ve hayatıyla da bunu ıspatlamış peygamberlerdendir. Unutmayın ki, Müslümanlar Hz. Muhammet’ten önceki peygamberleri sadece Peygamber olarak kabul edip saymazlar, onların öğretilerini de bilmelerini ve içselleştirmelerini gerektirmektedir. Ve İsa elbette 5 büyük Peygamber’den (Kuran’da ulü’l-azm diye geçen) birisidir.

Ancak temsil ettiğiniz Rum Kilisesi gerçekten bugüne kadar dünyada gördüğüm dini kurumlar arasında İsa’nın değerlerinden en uzak yaşamayı bırak tam tersine kendi toplumunu sürekli kin, öfke, garez, mutlak haklılık egosu ve rövanşı (travma aktarımı) ile besleyen bir kurumdur. Nasıl ki “Bizi Türk halkından kimse ayıramaz. Halkımız 1974’e kadar Kıbrıslı Türklerle her zaman sevgi dolu bir uyum ve dayanışma içinde yaşadı” cümlenin yüzde yüz yalan olduğunu biliyorum, aynı şekilde Kilisenizin mütemadiyen yaydığı toksik duyguların İsa’nnı sevgisi ile alakası olmadığını da aynı kesinlikte biliyorum! Kıbrıslı Türkler’e samimiyetsiz bir gülücükle “biz size çok severik gardaaaş, zaten hep iyi geçinirdik” diyerek kendi kilisenizin tarihindeki Lucifer ayarında olan narsist milliyetçi günahlarından arınacağınızı mı sanıyorsunuz? Hade Kıbrıslı Türkler’e yaptığınız günahlarla yüzleşmekten kaçtınız. İsa’dan, Allah’tan ve kendinizden kaçabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Kilise’nizin içinde veya toplumumun içinde az da olsa gerçek İsa takipcisi olmak isteyen insancıl veya humanist insanlar çıkacaktır diye ümit ediyorum. Ve o insanlar sizin devletinizin toplumunuza yaydığı hastalıklı toksik duygular yerine İsa’nın gösterdiği sevgi, ve bağışlama ulviliği ile ruhlarını iyileştirmeye yardımcı olacaklarını umit ediyorum. Bunları size nispet olsun diye sırf sizi kınamak için yazmıyorum. Osmanlı kültüründe sadece kendi milletiniz değil diğer milletleri de umursadığımız ve kötülüklerini değil iyiliklerini arzuladığımız için yazıyorum. Ve size tüm samimiyetimle söylemeliyim ki ruhani boyutta toplum olarak gerçekten ve gerçekten çok kötü durumdasınız!

Neden İsa’nın kendisinden akıl danışmaya gelenlere ilk söylediği söz şu oluyordu: “Diz çök, pişmanlık ile günahınlarını itiraf et ve bağışlanmak için Allah’a yalvar”.

Siz Başpiskopoz’sunuz. Bunun neden böyle olduğunu çok iyi biliyorsunuzdur. İnsanın bu yollardan geçmeden Tanrı’nın huzurunu ve Peygamber’lerin öğretilerini içselleştirmeleri mümkün değildir! Her sonuç alınan psiko-terapinin de vardığı yer İsa’nın yoluna çıkar: Sevgi ve Affetme.

 Kıbrıslı Türkler 1974’te hayatını kaybeden, evinden yurdundan olan Kıbrıslı Rumlar’ın yaşamış olduğu büyük acılara insanca ortak olur. Kıbrıslı Türkler sadece Kıbrıslı oldukları için değil, Bilge Kağan’ın anıtlarında söylemiş olduğu gibi “mert ve cömert insan” oldukları için sizin acılarınızla empati kurabiliyor. Sizin temsil ettiğiniz kilise ve toplumunuzdaki Rum milliyetçisi partiler (AKEL dahil) 1963’de Kıbrıslı Türkler’e yaptığınız Anayasal darbe ve hak gasbı hususunda hiçbir utanç ve arlanma hissedeMEMEnize rağmen Kıbrıslı Türkler’e benim samimi tavsiyem Kıbrıslı Rumlar’ın yani sizlerin çektikleri acıları kalplerinde hissetmek ve bu acılara hürmet edip saygı duymalarıdır.

Kıbrıslı olan veya olmayan tüm Türk milliyetçilerine veya yurtseverlerine, Atatürk’ün onbinlerce şehit verdikleri Çanakkale savaşından sonra hayatını kaybeden “düşman askerleri” için söylediklerini hatırlatmak istiyorum:

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız.

Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır.

Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Atatürk’ün onbinlerce vatan evladının gözlerinin önünde şehit olduktan sonra yapabildiği bu konuşma, onun yeri geldiğinde ne denli kalbi açık ve büyük bir İNSAN olduğunu kanıtlamaktadır. Allah’a şükürler olsun ki, biz Türk’lere kalbi onca savaşa rağmen, kalbi kin ve garez (travma) ile hastalanmamış Atatürk gibi bir lider nasip etti.

Sizler kalplerinizi Kıbrıslı Türkler’e yaptığınız hak gaspınada ötürü bizlere yaşattığınız acılara kapalı tutmaya devam etseniz de (“biz sizi zaten çok severdik” safsatasıyla örterek),  benim Kıbrıslı Türkler’e (milliyetçilerimiz dahil) yapacağım samimi tavsiye Atatürk’ün yukarıda sarf ettiği empati dolu sözleri kendilerine beşeriyet yolunda yaşam ülküsü edinmeleri ve 1974 savaşında hayatını kaybeden Rum askerler ve onların yaslı ailelerinin acılarını da kalplerinde hissetmeleridir. Çünkü kendi toplumumuzun (ve tüm Türk yurtlarında yaşayan soydaşlarımızın) milli şuuru yüksek olmalarını arzuladığımız gibi, kalplerinin de nefret, garez, haset ve narsisizm (en üstün olduğunu zanneden) ile kalplerini sevgiye ve insana (insan Allah’ın gözbebeği anlamına da gelir) kapatmaMAlar da en ulvi ülkü ve arzularımızdandır. Buna ister “Türklük”, ister “Müslümanlık”, ister “Kıbrıslılık”, isterse de sadece ve sadece “İnsanlık” deyin.  İsterseniz de hepsini birden de deyebilirsiniz. Ancak “insan oluş hali” olarak hayat ülkümüzün içeriği hep aynı kalacaktır.

 Bu ülkü uğrunda çaba sarfetmeyen herhangi bir milliyetçi veya yurtsever (solcu, sağcı farketmez), Tahsin Ertuğruloğlu gibi garez ve hasetle tıkanacak, yüzyılın felaketi olan Türkiye depreminde bile Kıbrıslı Rum sivillerden Allah’ın suyunu alamayacak kadar kalbi taş tutar bir noktaya gelecektir. Lucifer milliyetçiliğiyle mücadele ederken kalbini nefret, garez, hırs, ve hasete karşı koruyamayan insanlar, mücadele ettikleri veya savaştıkları şeyin aynisine dönüştüklerini sıklıkla görürüz. Aynı hastalanma biçimini, yer yer “sağcı-solcu” mücadalesinde veya herhangi bir kimlik çatışmasında da görmek mümkün. Aslında bu durum, her insanın başına (ve hatta birden fazla sıklıkla) gelmiştir.

İsa’nın gerçek takipçilerinden biri olan müteveffa rahip Desmond Tutu’nun hayatına bir bakın lütfen. Kendisi, Güney Afrika’da “Hakikat ve Uzlaşma Komitesi”nin fikir babası ve yöneticilerindendir. Toplumuna yapılan onca ırkçılık, aşağılama ve yoğun şiddete rağmen, İsa’ya ve Allah’a büyük hizmetleri olmuştur. Geçmişte haksız yere insanları öldüren veya zarar veren polisler, “Hakikat ve Uzlaşma Komitesi” mahkemelerinde “samimi” olup pişmanlık gösterirlerse hapis yatacakları süre azaltılmıştır.  Çünkü “samimi” olup pişmanlık gösteren bir insan (Hristiyanlık ve İslamiyet’te de böyledir) dönüşüme, Hakikata ve uzlaşmaya kapı arayabilir. O yüzden sizin ve meclisinizde yer alan tüm partilerin 1963 yılı ile ilgili Kıbrıslı Türklere yaptığınız hak gaspları noktasında hiçbir samimi pişmanlık göstermeden bu adada çözüm ve uzlaşı olmayacağı gibi, “Türklük” ve “Müslümanlık” kavramlarını bir yana bırakın “insanlık” ile de herhangi bir empati kurabilmeniz mümkün olamaz.

Kıbrıslı Türklere sizin ve partilerinizin (sol sağ farketmez) bu konuda söyleyip durduğu yalanları burda özetlemek isterim ki, sizlerin yalanlarını çözmek için pek fazla kafalarını yormasınlar. Kıbrıslı Türkler olarak ne zaman 1963/64’te yapılanları sorgulamak istesek, Kıbrıslı Rum siyasilerin sizlere verecekleri şaşırtmalı cevap iki türlüdür.

Size çarpıtılmış biçimde BM’nin “siyasi eşitlik” kavramını söyleyip, 1963 yılında Makarios’un yaptığı veto hakkı gaspının ve yüzde 30’dan yüzde 20’ye endirme hakkının (1960 Anayasasının değiştirilemez maddeleridir) haklı olduğunu savunacaklardır. Bunu sözde solcu AKEL temsilcileri, yüzleri hiç kızarmadan söyleyeceğinden de emin olabilirsiniz. Dolayısı ile AKEL’in lafta Federal Çözümü istemesi veya savunması benim açımdan pek bir anlam ifade etmez. Ve o yüzdendir ki, Akıncı-Anastasiadis görüşmelerinde “siyasi eşitlik” kavramını, Anastasiadis ancak 3 sene görüşme sürecinden sonra Berlin’de mecburen kabul etmek zorunda kalmıştır.

Olayı geçiştirmek için, “e ama zaten TMT’de Kıbrıslı Türkleri belli bölgelere çekip bizden ayırmak isterdi” diyeceklerdir. Ve gene yaptıkları hak gaspları noktasında yüzleri hiç kızarmayacaktır.

TMT’nin Kıbrıslı Türkleri çoğunluğu Türk olan bölgelere yönlendirdiği doğrudur. Ben de şunu Kıbrıslı Rum siyasi yetkililere soruyorum: Aradan 60 yıl geçtikten sonra bile siyasi olarak karşımıza çıkan sağcınızın, solcunuzun 1963’te yaptığınız hak gasplarından hala yüzü bile kızarmıyor. Kıbrıslı Türkler’in sizinle ne işi ve ortaklığı olabilir ki? Eşi veya arkadaşı narsisistik kişilik bozukluğu emareleri gösteren bir insana, o ilişkide kalıp, göz göre göre kendisine zarar veren bir ilişkiye devam etmesini tavsiye edebilir misiniz? Ben de aynı şekilde, günümüz itibariyle Kıbrıslı Türkler’e sizin siyasilerinizle herhangi bir siyasi ortaklığı tavsiye etmeyeceğim gibi, yapılacak olan herhangi bir siyasi ortaklığın da Kıbrıs Cumhuriyeti gibi (1960-1963) kısa sürede bozulacağını öngörebilmek hiç de zor değil.

Rebecca Bryant bir kitabında Kıbrıs sorununda iki taraflı bir “sessizlik” olduğundan bahsetmişti. 1963 yılı için Rumlar’ın Türkler’e karşı olan “sessizliği”. Türkler’in de 1974’de Rumlar’ın yaşadıklarına dair olan“sessizlik”. Kıbrıslı Türkler’in azımsanamayacak bir kesimi halıhazırda o “sessizliği” bozmuştur. Bu yazımda neden Kıbrıslı Türkler’in tümünün o “sessizlik” yerine, acılara ortak olmamız gerektiğinden bahsettim. Hz İsa ve Allah’tan niyaz ederim ki, başta siz olmak üzere Kıbrıslı Rumlar’da “kendi sessizliklerini” bozmaya başlarlar.  

Tanrı’nın barışı ve huzuru üzerinizde olsun,

Bilge Azgın.

Bu yazı toplam 2985 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar