1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. 51 yıl sonra sahiplerine iade edilen bir fotoğraf…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

51 yıl sonra sahiplerine iade edilen bir fotoğraf…

A+A-

İki toplumlu insani işbirliğinde örnek bir davranış sergileyen Kemal Bodur, dedesinin 1975’te Yamaçköy’de (Ayios Nikolaos/Aynikola Mağusa) bulduğu bir resmi sahiplerine iade etme girişimi sonuçlandı ve bizim ve Yalusa’dan yazar Elias Pandelidis’in yardımlarımızla sahiplerini buldu…

KEMAL BODUR’UN İNSANİ GİRİŞİMİ…

Kemal Bodur, geçtiğimiz Şubat ayında bize yazarak şöyle demişti:

“Sevgül abla merhaba nasılsınız?

Ben size birşey sormak isterdim, benim dedem 1975 de Yamaçköy’de gerçek adı Ayios Nikolaos’ta 3 Kıbrıslırum kardeşin bir fotoğrafını bulmuş ve o zamandan beri garajında saklar, ben de sahibini bulmaya çalıştım ama başaramadım…  Fotoğrafta kardeşlerin  isimleri ve yaşları yazar. Acaba siz  bize yardımcı olurmusunuz? Dedem dediydi kardeşlerin birinin Geçitkale’de (Lefkonuk’ta) zeytinyağı fabrikası varmış…”

Kemal Bodur bize bu eski, çerçeveli fotoğrafın bir de resmini çekerek göndermişti… Biz de hemen çok değerli arkadaşımız, Yalusa’dan yazar ve aynı zamanda Kıbrıs’ın güneyindeki son yerel seçimlerde Yalusa Muhtarı seçilen Elias Pandelidis arkadaşımızla temasa geçtik ve kendisine Kemal Bodur’un bu insani girişimi hakkında bilgi verdik, yardımını istedik. Elias Pandelidis arkadaşımız, “Savaş ve Biz” başlıklı Khora Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olan ve 1974’ten hatıralarıyla ilgili Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’la röportajlar içeren kitabın ve Karpaz bölgesiyle ilgili başka kitapların da yazarıdır…

ELİAS PANDELİDİS’İN DEĞERLİ YARDIMLARI…

Elias Pandelidis bizi ve Kemal Bodur’u kırmayarak hemen harekete geçti ve Kemal ve Ahmet Bodur’la 2 Mart 2025’te Büyük Han’da bir araya geldi, orijinal resmi teslim aldı ve sahiplerini aramaya koyuldu. 1956’da çekilmiş olan bu resimde üç Kıbrıslırum kardeş görülmekteydi. Elias Pandelidis’in araştırmasına göre, bu üç kardeşten ikisinin Ayios Nikolaos’da (Aynikola Mağusa/Yamaçköy) bir değirmeni bulunmaktaydı. Bu köy, İpsillat’ın (Sütlüce) sekiz kilometre kuzeyinde, Melunda’nın 1 kilometre batısındaydı. Beşparmak dağlarının güney yamaçlarında kurulmuştu…

Elias Pandelidis’in yaptığı araştırmalara göre 1956 yılında üç kardeş en iyi dizliklerini ve siyah çizmelerini giyerek bir aile fotoğrafı çektirmeye karar vermişlerdi. Fotoğrafı da Aynikola’daki değirmenin duvarına asmışlardı. Bu değirmen, köydeki kilisenin güneyinde bulunmaktaydı…

Sonrasını Elias Pandelidis şöyle anlatıyor:

“Sonra 1974’ün yazı geldi ve savaş nedeniyle köyden 252 Kıbrıslırum, 14 Ağyustos 1974’te köylerinden kaçarak güneye gitmek zorunda kaldılar. Büyü bir telaş içerisinde, herşeylerini geride bırakarak kaçmışlardı, geride bıraktıkları şeylerden biri de 1956 yılında çekilmiş olan bu fotoğraftı… Sonrasında Karadeniz’in Trabzon kentinden birkaçyüz Türk aile bu köye yerleştirildi. Yakın köylerden Melunda’dan bir kişi bu fotoğrafı bularak güvence altına alacaktı…

Fotoğrafta görülen üç kişinin soyadları Elefteriu’dur – Soldan sağa Sotiris, Menikos ve Meletis görülüyor fotoğrafta… Sotiris, 1956’da 62 yaşındaydı, 1974’ten önce vefat etmişti. Menikos, fotoğraf çekildiğinde 54 yaşındaydı ve yanındaki kardeşi Meletis ise 44 yaşındaydı… Her ikisi de 1974’ten sonra güneyde vefat ettiler. Ortada duran uzun boylu Menikos, 1974’te “kayıp” olan oğlu Lefteris Eleftheriu’nun akibeti hakkında herhangi bir bilgi edinemeden göçüp gitti. Lefteris Eleftheriu, 1974’te savaş sırasında askerdi ve Mia Milya’daki topçu birliğinde görev yapmaktaydı – 30 yaşındaydı… Lefteris’in adı hala uzun Kayıplar Listesi’nde bulunuyor…

ncelikli-sayfa-17-51-yil-sonra-sahipleri-bulunup-iade-edilen-fotograf.jpg

51 yıl sonra sahipleri bulunup iade edilen fotoğraf...

Fotoğraftaki her üç adamın geniş birer aileleri vardı… Menikos’un 8 çocuğu, 25 torunu ve 43 torun çocuğu bulunmaktadır…

Şimdi de size Facebook’un büyüsünden söz etmek istiyorum. Sevgül Uludağ bana 1956 tarihinde çekilmiş orijinal çerçeveli fotoğrafın bir resmini  gönderdi. Ben de bunu Yalusa’yla ilgili Facebook sayfamda paylaştım, bazı kişilere telefon ettim ve her üç adamı tanıyanları buldum… Fotoğraftaki üç kişinin akrabaları durmadan bana telefon edip bu orijinal resmin kendilerine verilmesini talep etmekteydi… Hatta bu resimdeki Kıbrıslırumlar’ın bir akrabası da ta Avustralya’dan bana telefon ederek orijinal resmi istediğini söyledi. Aslında tümünün de Sevgül Uludağ’a, genç arkadaşımız Kemal’a ve onun babası Ahmet Bodur ile bu resmi bunca yıldır güvenli biçimde saklamış olan yaşlı Kemal Ahmet Bodur’a teşekkür borçludurlar. Ben Kemal ve babası Ahmet ile Lefkoşa’da buluştum ve bu orijinal resmi bana severek, gülümseyerek verdiler.

Elbette bu resmi kime teslim edeceğim konusunda sorun vardı çünkü akrabalar çoktu ve resim tek bir taneydi. Ben de bu resmi scan ederek (tarayarak) kendi cebimden on kopya bastım. Ve sonuçta Aynikola köyü muhtarı Kipros Panayi’ye orijnal resmi teslim ettim. Matyat köyündeki toplum merkezine asılacak bu resim… Çünkü bu resmi bölüp parçalayarak ailelere teslim etmek mümkün değildi… Bölmek, parçalamak sorunu çözmüyordu çünkjü bölünmek pek çok soruna yol açıyordu…

Ben Yalusa’nın Muhtarı ya da Kıbrıs Yazarlar Birliği Başkan Yardımcısı olarak değil, sade bir yurttaş olarak Sevgül Uludağ’a ve Bodur ailesine 1956 yılından bu orijinal resmi sahiplerine iade etme girişimleri için yürekten teşekkür ediyorum. Eğer Menikos’un “kayıp” oğlunun bulunmasına yardım edecek birileri çıkarsa, o zaman bu çifte bir mucize olacaktır…”

Biz de Kemal Bodur ve babası Ahmet Bodur’a ve Elias Pandelidis’e bu insani girişim sürecinde oynadıkları önemli rollerden ötürü çok teşekkür ediyoruz…

oncelikli-sayfa-17-kemal-ve-ahmet-bodur-resmi-elias-pandelidise-buyuk-handa-verirken.jpg

Kemal ve Ahmet Bodur, resmi Elias Pandelidis'e Büyük Han'da verirken...


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR…

“Geçmişin ağıtlarını, yarının şarkılarına dönüştürmek…”

Metin V. BAYRAK/BİANET

24 Nisan'da mum yakmayı reddediyor, fidan dikmeyi tercih ediyorum. Çünkü barış, bir matem töreni değil, her sabah yeniden yeşeren bir komşuluk yani birlikte yaşam eylemidir.

Van Gölü'nün mavi sularında yansıyan Akdamar Kilisesi'nin silueti, bu toprakların unutulmaya yüz tutmuş çok dilli rüyasını anlatır bize.

1915’te yaşanan trajedide susturulan çanların yerine, şimdi taşlar konuşuyor: "Geçmişi bir mezarlığa hapsetmeyin, geleceğin tohumlarını ekin" diye fısıldıyorlar.

Bugün, 109 yıl sonra, Hrant Dink’in ‘suçu’ olan ‘öteki’nin acısını sahiplenme cesaretini kuşanarak, tarihin ağır yükünü taşımak değil, onu dönüştürecek yeni bir dil geliştirip o dilde muradımız olan barışı muştulayan yarının şarkılarını söylemektir.

Diyarbakır’da Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin restore edilen duvarlarında, Van’da Akdamar’a çiçek bırakan gençlerin ellerinde, İstanbul’da ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ni Ermenice seslendiren Türk müzisyenlerde yepyeni bir hikâye filizleniyor.

“MÜZELİK BİR TRAJEDİYE DÖNÜŞTÜRMEYELİM…”

1915'i anarken yaptığımız en büyük hata, onu müzelik bir trajediye dönüştürmektir. Oysa geçmişle yüzleşmek, sadece acıyı hatırlamak değil, o acıdan yeni bir insanlık inşa etmektir. Van'da "Kayıp Hafıza" projesini yürüten Kürt ve Türk gençler, sadece Ermeni mahallelerinin haritalarını çıkarmıyor, aynı zamanda o mahallelerin ruhunu bugüne taşıyor.

Diyarbakır'da Surp Giragos Kilisesi'nin avlusunu dolduran Ortadoğu şarkıları, yalnızca kültürel etkinlik değil, bu toprakların çok dilli rüyasının dirilişidir. İstanbul'da bir Türk yazarın Ermenice öğrenmesi, sadece dilsel bir merak değil, tarihsel bir adalettir.

“KOMŞU, KAPINI ÇALMADAN GİREBİLENDİR…”

Anneannemin anlattığı gibi: "Komşu, kapını çalmadan girebilendir." Bugün bu kadim bilgiyi yeniden keşfedebiliriz. Diyarbakır'da bir Kürt ailenin, evlerine dönen Ermeni komşularına "hoş geldin" demesi, sadece bir nezaket değil, tarihsel bir sorumluluktur.

Van'da bir Türk öğretmenin, öğrencilerine Akdamar'ın sadece bir turistik mekân değil, bu toprakların ortak hafızası olduğunu anlatması, pedagojik bir görev değil, insani bir sorumluluktur. İzmir'de bir Ermeni aşçının Türk ve Kürt çıraklara yemek sırlarını öğretmesi, sadece mesleki bir aktarım değil, kültürel anlamda hepimizi zenginleştiren bir armağandır.

“AYNI SOKAKTA TOP OYNAMAK…”

Yarın, bir Türk çocuğu ile bir Ermeni çocuğu aynı sokakta top oynadığında, tarih artık bir ders kitabının sayfalarında değil, bir anne ninnisinin nakaratında yaşayacak: "Uyusun da büyüsün, barışı büyütsün..." Okullarda "1915'i anlat" dersleri değil, "2025'i birlikte nasıl kuracağız?" atölyeleri olabilir. Üniversitelerde "Ermeni meselesi" konferansları değil, "Ortak yaşam kültürü" atölyeleri, çalıştayları yapabiliriz. Mahallelerde "öteki"ni anlama projeleri değil, "birlikte üretme" atölyeleri açabilir; üretimlerimizi sergileyerek bir başka dünyanın olanağını ete kemiğe büründürerek estetize edebiliriz.

“KİLİSELER VE CAMİLER TURİSTİK ANITLAR DEĞİL, CANLI DİYALOG MEKANLARINA DÖNÜŞSÜN…”

Kiliseler ve camiler, turistik anıtlar değil, canlı diyalog mekânlarına dönüşsün. Akdamar'da ayinler kadar şiir geceleri, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nde ibadet kadar kültür festivalleri düzenleyerek ortak değerlerimizi, canlı hafıza mekanlarına dönüştürebiliriz.

Van'da Ermenice, Diyarbakır'da Kürtçe, İstanbul'da Türkçe yaz okulları açarak dillerin, yalnızca iletişim aracı değil, birbirini anlamanın, birlikte yaşamanın kısacası barışın zamkı olduğunu göstermek yanında yaşayabiliriz.

Ermeni-Türk-Kürt evlilikleri "istisna" değil, "norm" haline gelebilir; en kadim barış antlaşmalarımızdan dünürlük de ortak geleceğimize hizmet edebilir.

“HEPİMİZİN ORTAK MİRASI…”

Diyarbakır'da Ermeni ustalardan öğrenilen taş işçiliği, Van'da Türk ve Kürt çiftçilerle birlikte ekilen toprak, hepimizin ortak mirasına dönüşebilir. Böylece siyaseten çizilen, kanla beslenen, düşmanlıkla yaşayabilen o sınırları geçersiz hale getirebiliriz.

Van'da bir mezarlıkta bulduğum lale soğanını Diyarbakır'a dikmek istiyorum. Biri "Bu toprakta büyür mü?" diye sorarsa. "Bilmiyorum ama denemeden bilemeyiz” diyeceğim.

24 Nisan'da mum yakmayı reddediyor, fidan dikmeyi tercih ediyorum. Çünkü barış, bir matem töreni değil, her sabah yeniden yeşeren bir komşuluk yani birlikte yaşam eylemidir.

Yarın torunlarımız bize bakıp "Siz acıyı konuşmayı başardınız, biz sevgiyi inşa ediyoruz" diyecek. İşte o gün Akdamar’ın çanları bir düğün şarkısı olarak çalacak.

"Komşu komşunun külüne muhtaçtır" sözü rehberimiz olabilir. Çünkü kül, geçmişin değil, yeni ateşlerin habercisidir. 24 Nisan’ı ocağımızdan tütenin barış olması dileğiyle anıyor, tarihselleşen acılar önünde saygıyla eğiliyorum…

(BİANET.ORG – Metin V. BAYRAK – 26.4.2025)

Bu yazı toplam 2199 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar