1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Post-Annan Jenerasyonu ve Siyasi Eğilimleri
Post-Annan Jenerasyonu ve Siyasi Eğilimleri

Post-Annan Jenerasyonu ve Siyasi Eğilimleri

Özellikle hayatları boyunca Kıbrıslı Rumlar ile bir çatışmaya girmemiş ve sorun yaşamamış bireylerin, sürekli olarak sorun yaşadığı ve iç meselelerine müdahale eden Türkiye ile yakınlaşmak yerine bir çözüm için efor sarf etmesi şaşılacak bir durum değildi

A+A-

 

Mustafa Özbilgehan
mustafaozbilgehan@hotmail.com

 

Kıbrıslı Türklerin yakın tarihlerine bakıldığında toplumun politize olması sıradan bir durum olarak gözlemlenir. Çeşitli süreçler sıklıkla toplumu politik tavırlar almaya ve tercihler yapmaya itmiştir. 1950’ler ve 1960’lar iki toplumlu olaylar ve sömürge yönetiminin herkesçe bildiği meselelerle geçerken 1974 sonrası oluşan olağanüstü hâl, 1981, 1985 ve en kritiği 1990 seçimleri halkı politize (ve polarize) eden süreçlerdi. Bu tarz süreçlerin en son ve belki de en yoğun olanı 2004’teki referanduma giden süreçti. Bu süreç toplumu ve doğal olarak gençleri siyasi bir pozisyon almaya itmiş ve bu pozisyonu seslendirip savunma ihtiyacı hissettirmiştir.

 

Toplumsal hayal kırıklığı başta olmak üzere 2004 süreciyle ilişkili birçok gelişme 15 yıl sonrasına baktığımız zaman gördüğümüz tablonun en büyük mimarlarındandır. Benzer şekilde bu süreç 2004 sonrası yetişen ve bugün kendisinden önceki jenerasyonlar tarafından anlaşılmakta zorlanılan bir neslin de özelliklerini kazanmasında önemli rol oynamıştır. Annan Planı dönemini (anlamlı olarak) hatırlamayacak kadar küçük ya da doğmamış olan ve “post-Annan jenerasyonu” olarak adlandırdığım yaş grubundaki insanların önemli bir bölümü bugün eğitimlerini sonlandırarak profesyonel hayatlarına adım atmakta, bununla beraber doğal olarak birtakım siyasi tepkimeler göstermektedir. Bu tepkimeler sıklıkla yanlış anlaşılarak söz konusu neslin “apolitik” olduğu yorumlarını beraberinde getirmektedir. Hâlbuki tıpkı kendisinden önceki nesiller gibi Kıbrıslı Türklerin bu nesli de sıklıkla politik duruşlar sergilemektedir. Bu duruşların farkı ise önceki nesillere göre farklı kanallardan yapılması ve farklı olaylara karşı oluşmasıdır.

İlgili dönem sonrası Kıbrıslı Türklerin gündelik hayatları ekseriyetle değişmiştir. Gençlerin önemli çoğunluğu Avrupa Birliği pasaportu almış, yurt dışında eğitim görebilme ihtimali önceki nesillere göre çok daha kolaylaşmış ve neredeyse tamamı yurt içi veya dışında üniversite eğitimi alacak duruma gelmiştir. Aynı zamanda bu gençlerin iş alanlarının sınırları kalmamıştır. Eskiden Kıbrıs, Türkiye ve İngiltere ile sınırlı olan çalışma alanları bugün dünyanın her yeridir. Uluslararası geçerli diplomalar ve internet ile gelen yoğun bilgi akışı birleştiğinde sağlıklı kariyer planları yapabilmek artık bir marifet olmaktan çıkıp sıradanlaşmıştır. Söz konusu jenerasyon bunun farkında olmakla beraber âdeta bu yola itilmiştir de. Kapıların açılması ve Annan Planı sonrası oluşan ve Sovyetlerin “Glastnost” dönemine benzer bir dünya ile bütünleşme dönemi yaşayan Kıbrıslı Türkler daha sonra kendi çocuklarını yurt dışına gönderebilmek için yarışmış, hatta eğitim sonrası da yurt dışında bir hayat kurma fikrini birebir kendileri aşılamıştır.                                                                                                                 

Söz konusu neslin yurt dışı opsiyonunun bu denli belirgin olması, kendi evine karşı ilgisini dağıtacak bir faktör olmuştur. Buna karşın tek ya da en önemli faktör bu değildir. Adanın kuzeyindeki sürer durum gençlerin aktif siyasi aktörlere karşı olan inançlarını derinden sarsmıştır. Annan Planı sonrası Kıbrıs sorununda kayda değer gelişmeler yaşanmaması, Mont Pèlerin ve Crans-Montana süreçlerinin çöküşü, iç siyasette partilere karşı genel güvensizlik ve devletin çözülmeyen yapısal problemlerini de göz önünde bulundurduğumuzda aktif siyasetten gençlerin beklentisi olmaması beklenen ve kabul edilebilir bir sonuçtur. Ancak aynı jenerasyonun şahit olduğu Gezi Parkı olayları Türkiye’deki akranları ile birlikte yeri geldiğinde aktif siyasete de reaksiyon gösterilebileceğinin bir örneğidir. Aynı jenerasyonun Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında büyüdüğünü ve AK Parti’nin yönetmediği bir Türkiye’yi hatırlamadığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu jenerasyondaki gençlerin öğrenilmiş çaresizlikle Don Kişotvari bir isyankâr hâl arasında kalmaları kaçınılmazdır.

AK Parti’nin İslamcı, muhafazakâr ve totaliter rejiminin Kıbrıslı Türklerin tabanında kayda değer bir karşılığı olduğunu söylemek mümkün değildir. Kıbrıslı Türklerin sol ve merkez tabanı bilindik sebepler ile AK Parti politikalarına uyuşmazken, sağ tabanı da Atatürk ilke ve devrimlerini göz önünde bulundurarak bu politikaları hazmetmez. Buna karşın özellikle savaş görmüş kesimde Türkiye’ye karşı olan duygusal bağlılık kimi zaman iktidarın kim olduğunun ve politikalarının önüne geçmektedir. Post-Annan jenerasyonundaki gençlerde ise bu bağlılığın oluştuğu kesim bu bağlılığa doğal yollarla değil, suni yollarla sahiptir. Bu kesim savaşı yaşamamış, aksine Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı olarak hareket eden bir Türkiye’ye kendi yaşamadığı hikâyelerden duyduğu kadarı ile bağlanmıştır. Bu kesimin dahi ilgili jenerasyonda çoğunlukta olduğu söylenemez. Parti ve görüş ayırt etmeksizin Kıbrıslı Türklerin bu jenerasyonu Türkiye’nin sadece AK Parti Türkiyesi olduğu dönemle karşı karşıya gelmiş; Türkiye’yi kendi kimliklerine zıt olarak otoriter, dindar, Batı’dan uzak ve gerici bir ülke olarak tanımıştır. Bu Türkiye’den de uzaklaşmanın en etkili yolunun Kıbrıs’ta olacak bir çözüm olduğuna inananların sayısı oldukça yüksektir. Türkiye’nin bu durumu diğer birçok sebeple beraber bu jenerasyonu Kıbrıs sorununda çözüm yanlısı bir politikaya itmektedir. Özellikle hayatları boyunca Kıbrıslı Rumlar ile bir çatışmaya girmemiş ve sorun yaşamamış bireylerin, sürekli olarak sorun yaşadığı ve iç meselelerine müdahale eden Türkiye ile yakınlaşmak yerine bir çözüm için efor sarf etmesi şaşılacak bir durum değildir. Bu nedenle aktif politikadan uzak dursalar dahi bu jenerasyonun Kıbrıs sorunu gibi meselelerde ve Reddediyoruz dönemi gibi AK Parti yönetimine karşı duruşlarda “renk” belirtmesi oldukça normaldir.

Bu jenerasyondaki gençlerin “aktif siyasete katılmadığını” düşünenler aynı zamanda genellikle gençlerin “aktif siyasete katılmamasını” parti saflarında durmamakla, bayrak sallamamakla ve çeşitli etkinliklerde “kalabalık” yaratmamakla doğrulamaya çalışır. Hâlbuki bu, bir jenerasyonun öncülleri tarafından anlaşılmadığının topyekûn bir göstergesidir. Her şeyden önce bu jenerasyondaki gençler çoğunlukla “militan” kadrolar olmanın bir fayda getirmeyeceğinin farkındadırlar. Görüşlerinin dinlenmesini ve karar alma mekanizmalarında aktif rol alabilmeyi isterler. Mevcut partilerde bırakın gençlerin görüşünü almayı, partinin seçkin bir eliti dışında kimsenin görüşünün önem taşımadığı gerçeği siyasetle ilgili olan birçok gencin malumudur. Benimle çeşitli sohbetlerde bulunan siyasi liderlerin önemli bir çoğunluğunun bu konulara pek de hâkim olmadıkları söylenebilir. Gençlerin en alttan başlayarak sadece üstlerine uyum göstererek yükselebildiği ve ancak öyle karar alma mekanizmasına müdahale edebileceği sistem çoktan çökmüştür. Bazı partiler bunu geç de olsa fark etse de çoğunluk bu durumdan habersiz olarak gençlerin “apolitik” oldukları için kendilerine ilgi göstermediklerini düşünür. İngiltere’de milletvekili seçilebilecek 21 yaşındaki bir bireyin sadece bayrak sallayıp broşür dağıtmasını bekleyen sistemlerin bu yüzyıla kadar çökmemesi başlı başına bir mucizedir. Neredeyse tüm partilerin gençlik kanatlarında -az ya da çok- kendini geliştiren gençler olsa da bu paragrafta bahsedilen konularda şikâyet edilmeyen parti yoktur. Aynı zamanda özellikle “sol” kesimi temsil eden partilerin ekonomik temelli sol politikalar üretmemesi ve sadece Kıbrıs sorunu üzerinden siyaset yapmaya çalışması, partilerin birer klona dönüşmesi anlamına gelmektedir. Kıbrıs sorunu denklemden çıkarıldığında partilerin birbirleriyle olan farkları manifestolarına dosdoğru şekilde yansımaz. Bu da kişilerin partilere karşı hissedebilecekleri aidiyet noktalarına zarar verir.

Gençlerin sivil topluma yönelik inançsızlığı da son dönemde kırılmıştır. Eski dönemlerde aktif olan muhtelif partilerle örtülü bağlantıları olan gençlik örgütlerinin bu dönemde tükenmesi ve bağımsız gençlik hareketlerinin oluşması, gençlerin sivil toplum aracılığıyla bir ideolojik kalıbın altına girmeden görüşlerini seslendirebilmesi ve duyurabilmesi anlamına gelmektedir. Bu da gençlere yapılarından memnun kalmadıkları siyasi partiler yerine kendilerini ifade edecek, tartışacak ve projeler üretecek bir ortam sağlamıştır.

Annan Planı sonrası süregelen inançsızlık ve iddiasızlığa rağmen sessizce büyüyen bu jenerasyon kafelerde, barlarda, okullarda, sosyal medyada, toplantılarda ve kongrelerde siyaset konuşmakta, hatta siyaset üretmektedir. Bu jenerasyonun diğerlerinden en büyük farkı ifade ediş biçimidir. Bu farklılıkları gözlemleyemeyenlerin düşündüğünün aksine söz konusu nesil apolitik değildir. Aksine bu nesil siyaset alanında kendilerini geliştirmekte ve bunu daha az polarize olmuş bir atmosferde gerçekleştirmektedir. Bu değişim sürecine uyum sağlayamayacak siyasi partilerin kadrolarının ileride kendini geliştiren bireylerden oluşması mümkün olmayacaktır.

Bu jenerasyonun mevcut siyasi konjonktüre karşı koruduğu mesafe ilerleyen zamanlar için de bir tehlike arz etmektedir. Siyasetle ilgilenen ve kendini geliştirmekte olan gençler mevcut siyasi parti yapılarından ve sistemsizlikten dolayı sistemden ve seçimlerden koptukça yerlerini kendini geliştirmeyen kişiler alacaktır. Toplumsal çıkarlar için mücadele edecek olanların bırakacağı boşlukları kişisel veya belirli zümrelerin çıkarları ve tatminleri için mücadele edecek olanlar dolduracaklardır. Bunun da ileride doğuracağı sonuçlar oldukça sarsıcı olacaktır. Post-Annan jenerasyonuna mensup kapasiteli gençlerin topluma kazandırılması ve toplum için çalışması esasında toplumun önceliğini vermesi gereken bir meseledir. Bu gençleri bizim toplumumuz kazanmaz ise onlar dünyanın dört bir yanına saçılıp kendi hayatlarını başarı ile idame ettirebilecektir. Gelgelelim bu sonuç toplumumuzun karar alma mekanizmasını uzun vadede derinden etkileyecek ve bugün içinde bulunduğumuz en basit reformları yapmaktan âciz politik düzene farklı bir alternatif oluşmaması ile devam edecektir.

Bu haber toplam 3276 defa okunmuştur
Gaile 470. Sayısı

Gaile 470. Sayısı