1. YAZARLAR

  2. Salih Sarpten

  3. Yükseköğretim Politikasına İhtiyacımız Var
Salih Sarpten

Salih Sarpten

Yükseköğretim Politikasına İhtiyacımız Var

A+A-

Genç olmak zor iştir… Hele üniversiteli bir genç olmak çok daha zordur… Çünkü genç dediğimiz birey, artık her şeyi daha farklı görebilen, daha farklı değerlendiren bireydir. Gencin hayalleri vardır. Yaşamdan ve dünyadan büyük beklentileri vardır…

Ne var ki yaşamdan böylesi beklentileri olan Nijerya uyruklu Kennedy T. Dede’nin yaşamı bizim ülkemizde son buldu… Bu durumu dert etmeliyiz. Çünkü bu ülkede yaşayan, çalışan, öğrenim gören herkesten sorumluyuz ve onlara insanca bir yaşam olanağı sunmak için en üst düzeyde çaba göstermemiz boynumuzun borcudur…

Oysa yükseköğretim adına yaptıklarımız bu çabadan çok uzakta, üstlenmemiz gereken sorumluluğu yok sayar niteliktedir. Kanımca bu durumun temel nedeni de yükseköğretimdeki çarpık yapılaşmadır.

Öğrenci simsarlarının türediğini, aslında gerçekten yükseköğretim amacıyla burada olmayan çok sayıda insanın üniversite öğrencisi olarak bir biçimde ülkemize kapak attığını görebilmemiz lazım…

Ne yazık ki kendi ülke koşullarından kaçmak kaygısıyla buralara öğrenim görme amacı dışında gelen çok sayıda öğrenci bulunmaktadır. Hiç kuşku yok ki, bu genç insanlar dünyanın neresinde doğmuş olurlarsa olsun onların yaşam koşullarına duyarsız kalmamalıyız. Ancak kendi ülkelerinden kaçmak adına onları öğrenci simsarlarının eline düşürecek bir sistemi de kendi ellerimizle kurmamalıyız.

Ülkemizdeki yükseköğrenim öğrenci sayısının 100 binler civarında olduğuyla ilgili açıklamalar var. Aslında bu sayı sadece üniversitelere kayıt yapan öğrenci sayısıdır. Çünkü tüm öğrencilerin aktif öğrenci olduğunu söylemek mümkün değildir. Ülkemiz odağında yapılan birçok araştırmaya göre 15 bin civarında aktif olmayan, eğitim amacı ile buralarda bulunmayan öğrencilerin olduğu bulgusuna ulaşılmıştır.

Yarattığımız bu yapının ne derece vahim sonuçlar ortaya çıkarır düzeyde olduğunu anlamak çok da zor değildir. Özellikle Afrika, Arap yarımadası ve yakın doğu ülkelerinden gelerek, okul kayıt ücretini ödemenin dışında başka hiçbir giriş koşul ile karşılaşmaksızın yükseköğretim öğrencisi olarak ülkemizde bulunan birçok öğrenci artık; ya sıklıkla iş kazası yaşayan kayıtsız iş dünyasının vaz geçilmez işçileri ya da ölümle sonuçlanacak çete savaşlarının birincil kurbanları durumundadırlar.

Kuşkusuz bu sıkıntılar hazır buluş düzeyi yüksek olan nitelikli üniversite öğrencilerine de yansıyor ve onlar da bu tür ortamların olduğu ve sosyal yaşamın çarpıklaştığı ülkemiz üniversitelerini tercih etmiyorlar. Nitelikli öğrenci, kaliteli yükseköğretim gailemiz varsa, üniversiteleri bir ekonomik sektör olarak görmekten, üniversite yönetimlerinin de sıradan bir ticari kurumu yönetirmiş gibi davranmalarından vazgeçmeleri lazım… Bu nedenle de daha çok üniversite, daha çok öğrenci anlayışını terk etmemiz lazım…

Lafı dolandırmadan söyleyeyim;

  • Bilim yapmak, teknoloji üretmek neredeyse hiç konuşmadığımız şeyler. Toplumu, bilim toplumu haline getirecek akademik birikimler ortaya konamıyor. Ülkemizdeki hemen her üniversitenin tek bir derdi var, daha çok öğrenci almak. Üniversitelerimiz öğrenciyi müşteri olarak görmekten kurtulmalı, bilim yaparak gelir elde etmeyi öğrenmeli…
  • Üniversiteleri öğrenci sayısı olarak değil, kalite olarak büyütmeliyiz. Daha çok öğrenci, daha çok bina, daha çok para getiren kurumlar olma görüntüsünden çıkartıp, bilim kurumları haline dönüştürmeliyiz…
  • Öğrenci takip, mezun takip sistemlerine, üniversitelerimize giriş için pedagojik anlayışlarla belirlenmiş giriş koşullarına ihtiyacımız var.
  • Kısacası; üniversiteleri gelir getiren bir meta olarak görmeyen, bilimsel temeller üzerine kurulmuş herkes tarafından bilinen, açık, şeffaf ve amacı anlaşılır bir yükseköğretim politikasına ihtiyacımız var.

Ülkemizdeki yükseköğretim anlayışının duvara toslamak üzeri olduğunu görmeliyiz. Daha çok öğrenci kazanmak için yaptığımız her şey aslında nitelikli öğrenci sayısını azaltan temel bir gerekçeye, ülkemizdeki sosyal yaşamı olumsuz etkileyen bir yapıya dönüşmüş durumdadır… Uzun süredir çalan ama kulak asmadığımız tehlike çanlarını artık duymamız lazım, artık bilimsel bir yükseköğretim politikası yaratmamız ve bu politikaya uymamız lazım…


Aklınızda Bulunsun

Eğitimde Yeni Bir Sayfa

7 Ocak seçimlerinin ardından, 4 partiden oluşan koalisyon hükümetimiz kuruldu. Hem bu hükümetin kuruluşunda anlamlı, tutarlı ve onurlu duruş sergileyen 4 partinin başkanın verdiği mesajlar, hem de hükümette üstlendiği sorumluluklar oldukça anlamlıdır.

Bu bağlamda Milli Eğitim ve Kültür Bakanı olarak görev alan değerli hocamız Cemal Özyiğit büyük ve zorlu bir görev üstlenmiştir. Gerek koalisyon hükümetinin oluşturan protokolün içeriği, gerekse Cemal hocamızın başkanı olduğu TDP’nin eğitim adına yapılacak uygulamalarda; geleceğe dönük vizyonlar içeren yeni anlayışların hakim olacağı yeni bir sayfa açılacağını düşünüyorum.

Bakanlığın ilk gününde sosyal medya hesabından yapmış olduğu açıklamadaki “…başta eğitimcilerimiz olmak üzere, üniversitelerimizle, üretici kesimler ve ekonomik örgütlerle iş ve güç birliği yapacağız. Bütün bu adımları atarken de bilimsel, laik ve demokratik eğitim anlayışı ve katılımcılık temel ilkelerimiz olacaktır…” ifadesi bu yeni sayfanın en önemli göstergesi olarak yorumlanabilir. Dahası eğitimin tam da merkezinden gelen bir Bakan olarak, Cemal Özyiğit’in açıklamada vurgulanan unsurların desteklenmesi gerektiği tartışılmazdır.

 


 

Biliyor muydunuz?

Çocuklarınızın Risk Almasına İzin Vermiyorsanız, Onlara Zarar Veriyor Olabilirsiniz

Yukarıdaki başlık, hafta sonu okuduğumun bir makaleden alınmıştır. İşte o makalede anlatılanlardan kısa bir özet

Riskli oyunlar üzerine bir araştırma, çocukların aslında başa çıkabilecekleri ‘dozda’ riski göze almaları gerektiğini gösteriyor. Bu olgulardan mahrum bırakılmış çocuklar, nihayetinde daha kaygılı insanlara dönüşüyorlar. Kendi cesaretlerini toplayabilmekten, kendi oyunlarını organize etmekten ve kendi çatışmalarını çözmekten aciz kalıyorlar. Asla yollarını kaybetmemiş ve evlerinin yolunu bulmak zorunda kalmamış, korkmamış ve sonrasında da bir şeyi başarmamış oluyorlar. Başa çıkma becerileri yetersiz kalıyor.

Günümüz çocuklarının önceki jenerasyonlara göre kendi başlarının çaresine bakmakta daha fazla zorlanmalarının nedeni bu olabilir. Amerika’da “aşırı kaygılı” olduğunu bildiren lisans öğrencilerinin sayısı, 2011’den 2016 yılına kadar yüzde 50’den yüzde 62’ye fırladı. Çocuklar pek çok riskten ve sıkıntıdan korunduklarına, yetişkinliklerinin ilk yıllarında bunlara karşı aşırı duyarlı hale geliyorlar. Bu (aşırı kaygı) belki de sadece ‘güvenli alan’ isteğinden ibaret. Ancak bu, bu öğrenciler güvende değil anlamına gelmiyor. Ama belki de, bir şeyler onları kaygılandırdığı ve bunu kimse durdurmadığı (şimdiye dek hep ebeveynlerinin yaptığı gibi) için böyle hissediyor olabilirler.

 

 

Bu yazı toplam 2285 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar