1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Yoksullar ve Sol
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Yoksullar ve Sol

A+A-

Kıbrıs’ın kuzeyinde uzunca bir süre sadece barış ve çözüm istemek solculuk anlamına geliyordu. Kuşkusuz her solcu -savunduğu değerler gereği- barış ve çözüm için mücadele eder, fakat barış ve çözüm isteyen her kesimi solcu olarak tanımlayamayız. Bu algı özellikle son 10 yılda ağır ağır dağıldı ve parçalandı. Artık barış ve çözüm istemenin solcu olarak tanımlanmak için yeterli olmadığı geçtiğimiz yıllara göre daha net orada.

Son dönemde ise bu durum, yerini eskisinden farklılaşmış bir solculuğa bıraktı. Barış ve çözüm solculuğunun yerini kimlik ve folklorik/milliyetçi bir Kıbrıslılık aldı. Solcu olmanın artık Türkiye’nin tahakkümüne karşı salt kimliği, kültürel değerleri ve ‘varoluş mücadelesini’ savunmak anlamına geldiği bir genel algı oluşmakta.

Kuşkusuz barış ve çözüm talebi ile Kıbrıslı milliyetçiliğini iki farklı olgu olarak değerlendiremeyiz. Barış ve çözüm savunan biri Kıbrıs milliyetçisi olabilir; aynı zamanda Kıbrıs milliyetçisi biri de barış ve çözüm savunabilir. Pek tabii tersi de olabilir.

Burada altını çizmek istediğim nokta, toplumsal semptomların ve bağlamın değişip dönüşmesiyle birlikte kavramlara yüklenen egemen anlamlar, muhalif pozisyonlar da değişebiliyor. Tahmin edilebileceği gibi böylesine bir sol algısıyla da hiç barışık değilim. Kıbrıslı milliyetçisi biri muhalif olabilir elbette, fakat solculuk burada yine tartışılan bu husustur.

Kıbrıs Sorunu uzunca bir süre –ve kısmen hala- sol üzerinde ağır bir tahribat yaratmışsa, bugün kültürelci/folklorik Kıbrıs milliyetçiliği de buna benzer bir tahribat yaratmaktadır. Çünkü her iki durumda da solun, emek ile, sınıfsal olan ile ve bunlar eksininde gelişen tahakküm/baskı/yabancılaşma ilişkileriyle bağı koparılmıştır. Halbuki solu emek odağından kopardığınız zaman geriye salt bir kimlik politikası kalır.

***

Açıkçası yukarıda örneklediğim iki durumun da (solun barış ve çözüm ile kimlik odağında algılanması) bir ortak noktası var. Her iki örnek de ortak bir zemin, yaşam ve zihin dünyasında şekillenmekte. Bu da kısaca, her iki algının da -hem geleneksel, hem de yeni- orta sınıf bir eksende gelişiyor olduğudur. Bu iki örneği bir an içim unutacak olsak dahi, solun emek ve yoksullarla bağ kuramamasının en önemli nedeninin yine solun kendi içinde aranması gerektiğini düşünüyorum.

Nasıl ki Kıbrıslı Türkler 74’den sonra orta sınıf bir toplum yapısı ekseninde gelişim gösterdiyse, sol da aynı şekilde içinde bulunduğu toplumsal koşullarla paralel bir zihin-davranış ve düşünce dünyası geliştirdi. Daha basit açıklayacak olursak, Kıbrıslı Türkler -üretimden koparılarak veya üretimlerine izin verilmeyerek- orta sınıf karakterli bir toplum olageldi. Haliyle geleneksel sol da bu orta sınıf ilişkilerin, konfor alanının ve orta sınıf gündemlerin oluşturduğu bağlamda gelişti.

Dolayısıyla solun karakteri de aynı zamanda dayandığı sınıfın, yani orta sınıfın karakteri olageldi. Uzunca bir süre sol bilincin emek olgusundan kopuk bir şekilde Kıbrıs Sorunu ekseninde şekillenmesini de, solun kimlik ve Kıbrıs milliyetçiliğiyle kaynaşmış durumunu da bu toplumsal/sınıfsal konumlanmaya bağlıyorum. Bu konu tartışma kaldırır…

***

Toplum durağan değildir, hareket eder, devinir, dönüşür; geleneksel ilişkiler çözülür, çözülürken de doğal olarak bir dirençle de karşılanır… Solun geniş kesimlerinin -merkezdeki sol olma iddiasındaki yapılardan tutun da merkez dışındaki kimlik eksenli siyaset güden yapılara kadar- bu toplumsal dönüşümün sınıf eksenli seyrine kör kaldıklarını ifade edebiliriz.

Bu yapılar toplumsal dönüşümü salt kimlik ve kültür odaklı görüyorlar, yani görmek istedikleri gibi. Çünkü sınıfsal konumlarının -orta sınıf- yarattığı düşünsel konformizm bunu getiriyor. Halbuki bu dönüşümün çok net ve yıkıcı bir tarafı da var. O da sınıfsal karakteri, hızla prekaryalaşma, yoksullaşma ve artık geleneksel solun dayandığı orta sınıfın büyük bir bölümünün de erimeye başlamasıdır. Bu konu da uzun uzun tartışmaya aday bir konudur…

***

Orta sınıfa dayanan solun yoksullarla ve dolayısıyla emek ile ilişkisi ya eksik kalmış ve ileriye götürülmemiştir ya da uzunca bir süre yoksullar –özellikle de göçmen kesimler- her zaman kimlikçi sol için bir ‘öteki’ olarak algılandığından ilişki kurma girişimi bile gösterilmemiştir. Kısacası solun emek ve emeğin örgütlenmesiyle ilişkisi ya hiç olmamış ya da sadece orta sınıf sınırların içerisinde bir memur solculuğu olarak gelişmiştir. (Burada memur kelimesini pejoratif anlamda küçümseyici bir niyetle değil, nesnel-pratik bir tespit olarak kullandım)

Bu durum sadece solculuk algısını belirlemedi. Aynı zamanda bu algının öznelerini de karakterize etti. Bugün gerek sendikalarda, gerek merkez partilerde, gerekse de merkez dışındaki çoğu yapıda baskın olan insan, orta ve üst sınıfın temsilcisi olan insandır. Kaybedeceği çok şeyi olan, belli bir lüks hayat tarzına sahip, konformizm balonlarıyla beraber siyaset ve sendikacılık yapan özne yapısından bahsediyoruz.

Hal böyle olunca yapılan siyasetin ve üretilen solculuk bilincinin karakteri de öznesinin nesnel koşullarından bağımsız gelişemezdi. Kimlik siyaseti yapmanın, insanların korku ve kaygılarına hitap ederek konuşmanın, sistemin yapısal sınırlarına dokunmadan makullük çizgilerinde hapsolmanın, çok kolay bir şekilde şeytanlaştırılan ‘ötekiler’ üzerinden kendini tanımlamanın kolaycılığı işte bu sınıfsal konumlanmadan geliyor.

***

Neoliberal tahribatın ağırlığını gittikçe acımasız bir şekilde yaşıyoruz. Genç kuşaklar, eğer aileden bir ayrıcalık yoksa hayata güvencesizleşme ve yoksullaşma çarklarının arasında atılıyorlar. Orta sınıf hızla eriyor. Çoğunluğunu özel sektör emekçilerinin oluşturduğu prekarya ise acımasız sömürü ve fakirlik koşullarında hayata tutunmaya çalışıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde toplumsal yapı değişiyor. Geleneksel memur toplumu olma hali parçalanıyor. Büyük bir gürültüyle gelen prekaryalaşma dalgası geleneksel toplumsal yapının zeminini sarsıyor. Artık sadece göçmenler değil, Kıbrıslı Türklerin büyük bir kesimi de bu güvencesiz tabakayı oluşturuyor. Bu gelişmeleri artık kimlik ekseninde değil, emek odağında, sınıfsal ilişkiler ekseninde okumalıyız.

***

Kıbrıslı Türkler içinde her ne kadar geleneksel orta sınıfın bariz etkisi devam etse de, artık gittikçe hızlı bir şekilde prekaryalaşan, göçmenlerin kaynaşması ile emek süreçleri dönüşen, emeği gittikçe değersizleşen bir işçileşme süreci yaşamaktadır. Dönüşümün ceremesini bizler çekerken, keyfini de servet sahipleri sürüyor. Bu değişime cevabın ise geleneksel ve kimlik dünyasında yaşayan, sırtını orta sınıfa dayayan sol kesimlerden gelemeyeceği çok açık. Tahakküme karşı özgürleşme mücadelesi ancak demokratikleşme ve hak mücadelelerinin, emek mücadeleleriyle kesiştiği zeminlerde anlam bulabilir. 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1801 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar