“Tomris Karabetça ve Serap Irkad’ı da kaybettik…”
Ulus Irkad
(Hayatın durduğu, geri dönüşün olmadığı ölümler, sevdiklerimizi elimizden alıp gidiyor… Araştırmacı-yazar Ulus Irkad arkadaşımız, geçtiğimiz günlerde ailesinden iki güzel insanı kaybetti: Akrabalarından Tomris Karaderi (Karabetça) teyzesini ve küçük kardeşi Ahmet Irkad’ın hanımı Serap Irkad’ı… Ona ve tüm ailesine başsağlığı dilerken, gidenlerin ardından kaleme aldığı vefa yüklü, özlem yüklü yazılarını okurlarımızla paylaşıyoruz… S.U.)
TOMRİS KARADERİ (KARABETÇA) TEYZEMİZİN ARDINDAN
Lefke’nin geniş ailelerinden Karaderi ailesinin kökeni eskilerden ve ailemden duyduğum kadarıyla Baf’a kadar dayanıyor. Zaten Lefke maden yatağının bulunduğu bir yer olması ve Baf yöresinin de buraya yakın olmasından dolayı, onlarca yıldır Baf’tan ve Baf köylerinden birçok Baflı buraya yerleşmiştir. Eskilerin ve Baflıların deyişiyle Karabetça ailesi, 1940’ların içinde, Baf’tan Lefke’ye gelip yerleştiler. Ailenin oğlularından 1963-64 şehidi teyzem Mücevher’in kocası Mahmud eniştem de bu ailedendi. Aileden, Lefke’ye giderken lokantası olup 1970’li yıllardan sonra (1974 sonrası) devamlı turist grubu götürdüğüm ve turist gruplarını devamlı memnun bırakan Mustafa Dayım (Mustafa Karaderi) da Baf’tayken, hem bizim aileye dünür, hem de Büyük Dayılarım (Anneannem Ayşe Beyaz Erdoğan’ın kardeşleri) rahmetli İbrahim Cibo ve rahmetli Zafer Dayılarımın candan arkadaşıydı.. Mustafa Dayımı gerçi daha fazla turlar sırasında tanıdım ama daha sonraları bir rahatsızlığından ötürü Mağusa Hastahanesi’nde yatınca, akraba-dünür de düştüğü için onu anne ve rahmetli babamla birkaç defa ziyaret etmiş, yemek götürmüş ve sağlığıyla da ilgilenmiştik. Hep rahmetle kalsın.
1976 yılında tesadüf bu ya, arkadaşım Atila benim hem sınıf arkadaşım, hem de dünürüm olarak eğitimimiz sırasında Öğretmen Koleji’nde en iyi arkadaşım olmuştu. Atila ile birçok ortak yanlarımız vardı. O güzel resimler çizer, ben de yorumlamalarını yapardım. Atila’nın karikatür ve resimlerini ilk yorumlayan eleştirmeni bendim herhalde. Öğretmen Koleji’nde ortak etkinliklerimiz oldu. Birçok defalar aynı sınıflarda veya okullarda ortak stajyer olduk. Onunla bir seneden fazla Tekvando kursuna gittik. Daha sonra da Kuzey Kıbrıs’ın ilk Tekvando takımının millileri olduk. Tomris Teyze’yi işte o zaman daha yakından tanıdım.
TEKVANDO MİLLİ MAÇINDA AYAĞIM SAKATLANIYOR
1979 yılında Türkiye Milli Takımı ile Milli maçımız var. Atila benden önce galip geliyor. Bense bütün maç zorlu ve sağlam rakibime (Türkiye ağır siklet şampiyonu) dayanmama rağmen ayak liflerimin kopmasından ötürü maçı kaybediyorum. Ayakta biraz dayanabilseydim!) elendikten sonra sağ ayağımda müthiş bir sızı var. O gece Tomris Teyze ve Atila’nın babası rahmetli Reşat abi, Atila ile beni ta Lefke’ye, Yedidalga’ya götürüyorlar. Yürüyecek takatim yok. Birkaç gün onlarda kalıyorum ve bana pansumanlar yapıp ayağımı tedavi ediyorlar. O merhametlerini, misafirperverliklerini unutamam.
TOMRİS TEYZE GÖRDÜĞÜM VE ANILMASI GEREKEN MİSAFİRPERVER, OLGUN VE KÜLTÜRLÜ BİR KADINDI
Tomris Teyze ve kocası Reşat abi gördüğüm güngörmüş ve kültürlü insanlardı. Tomris Teyze de çok kültürlü, dünyaya evrensel boyutlarıyla bakan, her konuda bilgisi olan çok kültürlü bir kadındı. Zaten bu ailenin çocuklarına bakarsanız, ne kadar duyarlı ve kültürlü olduklarını, kültürlü, eğitimli bir aileden geldiklerini anlardınız. Ayağım tedavi olup da tekrar Girne’ye döndüğüm zaman bu misafirperverliği ve merhametle dolu yakınlığı unutamadım. Her zaman için hem Reşat abiyi hem de Tomris Teyze’yi andım. İkisinin de kalbimde ayrı bir yerleri vardı. 1980’li yıllarda aileyi bir kez daha ziyaret ettiğimi hatırlıyorum.
TOMRİS TEYZE’YE VEDA ETTİK
Sınıf arkadaşım, birçok hobimizi birlikte paylaştığım dünür ve akraba olduğum ressam ve fotoğraf sanatçısı, aynı zamanda karikatürist arkadaşım Atila’nın sayfasında Tomris Teyze’nin geçen gün öldüğünü ve 15 Ocak 2025’te de sonsuza uğurlandığını öğrendim. Bunu görünce de onu arayıp konuştum.
Aileden şehit rahmetli Mahmud eniştem, rahmetli Mustafa Dayım, rahmetli Reşat abim, yeğenim Taner Karabetça (Teyzem Mücevher ve eniştem Mahmud Karabetça’nın oğlu) ve diğer kardeşlerinden de ölenleri rahmetle anarken, Tomris teyzeme de aydınlıklar ve de yıldızlarla ebediyyen yoldaş olmasını diliyorum. Tomris Teyzemi de, Reşat abimi de bana gösterdikleri merhamet ve misafirperverliklerinden ötürü devamlı anıyorum ve anacağım. Tomris Teyzem ve Reşat abime tekrar tüm duygularımla müteşekkir olduğumu bildirir, geride kalan çocuklarına, hanımlarına ve torunlarına aynı zamanda dünür ve akrabalarımız Karabetça (Karaderi) ailesine taziyelerimi iletirim.
KÜÇÜK KARDEŞİMİZ AHMET IRKAD’IN HANIMI GELİNİMİZ-YENGEMİZ SERAP IRKAD’I DA KAYBETTİK…
Ne çok ölüyor insanlar bu aralık? Bu haftanın içinde birçok tanıdığa veda ettik ve onlar hakkında yazılar yazdım. Nihayet en fazla korktuğumuz da başımıza geldi; yengemizin hastalığından dolayı vefat haberini aldık… Uzun zamandır yengemiz- gelinimiz Serap Irkad rahatsızlık çekmekte ve Ankara’da bir hastahanede tedavi görmekteydi. Maalesef geçen akşam onun da vefat haberini aldık. Kardeşim Tema, akşamın ilerleyen saatlerinde ağlayarak bana bu üzüntülü haberi duyurdu. Ben Türkiye’ye gidemiyorum. Nedenini yazmayacağım… Gereksiz artık…Beni üzen kardeşimin yanında olamamam. Gelinimize son defa veda edememem…Bereket aileden kardeşler uzun zamandır üzüntü çeken kardeşimizin yanında bulunmak için bugünden itibaren Ankara’ya yola çıktılar. Ben de bu üzüntülü saatlerde yanında olmak isterdim ama olmadı işte... Çok üzgünüm. Kardeşim beni anlayacaktır buna eminim.
KARDEŞİMİZ AHMET KIRK YILA YAKINDIR TÜRKİYE’DE YAŞIYOR
En küçük kardeşimiz Ahmet kırk yıla yakındır Türkiye-Ankara’da yaşıyor. Hacettepe’den mezun olduktan sonra bilim adamı olarak orada öğretim görevlisi oldu. Hacettepe Matematik Kürsüsü sorumlularından… Bu arada kariyerine devam ederken Ankara’da aslen Zonguldak-Tokatlı olan Serap gelinimizle evlendi. Bu evlilikten bir kızları oldu. Kızımız bugün dış ülkelerde çalışıyor. Bu mutlu ailenin de sağlık sorunları oldu. Tüm zorlukları yendiler. Oralara kök saldılar. Hem kardeşimiz hem de gelinimiz çok çalışkandılar. Adeta yoktan var ettiler. Bu arada zaman zaman da Ankara’dan (Türkiye’den) gelip zaman zaman bizleri ziyaret etmeyi ihmal etmediler. Mutlu bir aileydiler. Kardeşim Doçent Dr.’luğa yükselirken, yengemiz Matematik öğretmenliği yaptı. Kızımız da üniversite bitirdi. Kızımız yani kızları son zamanlarda Türkiye ile dış dünya arasında gidip geliyordu. Başarılı bir İş kadını olmuştu.
GELİNİMİZ ZOR GÜNLER YAŞAMAYA BAŞLADI
Serap gelinimiz birkaç sene önce sağlık sorunları yaşamaya başladı. Buna rağmen gene de yaşamak için direndi. Ahmet kardeşimiz hep ailesinin yanındaydı. Hem kızlarının okumasına hem de hanımının sağlığına kavuşmasına yardımcı oldu.
Son zamanlarda şahit olduğumuz ölümlere geçen akşam kardeşim Tema’dan aldığım üzüntülü bu haber de eklendi. Birçok tanıdığın vefat haberlerini yazarken demek ki bugün de yengemizin-gelinimizin vefat yazısını yazmaya sıra geldi. İnsan birkaç saniye sonra bile ne olacağını bilemiyor. Hayatın bir anlamı da bu olsa gerek.
“İnsan unutulduğu zaman ölür” diyorlar. Gelinimiz Türkiye’de eğitim alanında çok şeyler yaptı. Çok öğrenciler yetiştirdi. Hayata bir çizgi çekmeyi başardı.
TAM 59 YAŞINDAYDI…
Tam 59 yaşında hayata veda ederken vefat edenler arasına o da katıldı. Ankara’da cenazesi olurken ona Kıbrıs’tan tüm rahmet dualarımızı gönderiyoruz. Sevgili Ahmet kardeşim, gelemedim, sebebini sen de biliyorsun. Tüm dualarımız yengemizle ve de metin olman için seninle…
Serap gelinimiz hep rahmetle kalsın. Hep aydınlıklarda kalsın. Ne diyeyim ki başka. Hoşçakal Serap kızımız… Aydınlıklar içinde kal… Çok üzgünüz/üzgünüm…
Serap Irkad
“Hrant Dink, ırkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst, faşizmin tahammül gösteremeyeceği ölçüde açık, inandırıcı, duru bir dile sahip…”
“Hrant Dink, ırkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst biri. Herkesle temas kurabildiği için ‘tehlikeli’, faşizmin tahammül gösteremeyeceği ölçüde açık, inandırıcı, duru bir dile sahip...”
19 Ocak 2007’de, fakültedeki odamda bir şeyler okurken, iki kadın meslektaşım girdi içeri, yüzleri bembeyaz; “Hrant Dink’i öldürmüşler.” Bir süre sessizce oturduğumuzu hatırlıyorum.
O hafta sonu için, Radikal İki’ye, “Hrant Dink ve hâkim vicdanı” başlıklı bir yazı kaleme aldım; bildiğim bir yerden bakmaya çalıştım Hrant Dink’e yapılanlara. Dink, herkesin gözü önünde, adına yargılama adı verilen bir şarlatanlığın sonunda açıkça hedef gösterilerek öldürülmüştü. Yargılamanın konusu, aslında herkesin anladığı, buna mukabil Dink’ten rahatsız olanların anlamazdan geldiği bir yazı dizisiydi ve nihai karar Türkiye’de yargının hali konusunda epey fikir vericiydi. Şoven milliyetçi dille yazılan karar okunduğunda, sonrasında Fethiye Çetin tarafından kaleme alınan kitabın başlığındaki duyguyu hissetmemek, utanmamak, rahatsızlık duymamak olanaksızdı.
Sonrası herkesin malumu. Bu kez Dink suikastı davasında yaşandı benzer bir yüz kızartıcı süreç. Yıllar boyunca olup biten her şey, tanık olduklarımız, çocuk yaştaki katil yakalandığında onunla ‘bayraklı’ fotoğraf çektiren polislerin yüzündeki muzaffer gülümsemeyi büyütmek içindi. Tetiği tutan el sonunda serbest kaldı; şimdilerde elinde tespihle poz veriyor, halihazırdaki uygarlık düzeyimize yaraşır biçimde.
On sekiz yıl geçti üzerinden... İlk Ermeni arkadaşı 30’lu yaşlarının sonunda olmuş, benim gibi biri için ne ifade ediyor Dink’in yokluğu, iki satır da olsa bir şeyler söylemek istiyorum.
Hrant Dink ile hiç karşılaşmadım, televizyonlardaki konuşmalarından ve yazılarından tanıyorum. Bir kez bile yüz yüze gelmediğim bir insanı neden bu kadar çok seviyor ve özlüyorum? Başta Ümit Kıvanç’ın “Hafıza Yetersiz” belgeseli olmak üzere yıllardır nerede bir Hrant Dink sesi ve görüntüsüyle karşılaşsam aynı istek ve sevgiyle seyrediyorum, dinliyorum. Hiç kimsenin bilmediği bir şeyler söylemiyor konuşmalarında Dink, anlattıkları bir yerlerde yazan konular. Buna mukabil, hiç kimsenin söylemediği biçimde dile getiriyor düşüncesini, diğer herkesten farkı bu.
IRKÇILARIN TAHAMMÜL EDEMEYECEĞİ KADAR DÜRÜST BİRİ…
Tanışmadığım Hrant Dink, ‘tanıdığım’ en dürüst, namuslu, açık sözlü ve iyi kalpli insanlardan biri. Eşsiz bir hali tavrı var. Şimdi, bu yazının başına oturmadan önce Kıvanç’ın belgeselini bir kez daha seyrettim, not alarak. Aynı hisle... Nasıl olur da bir insan bu denli samimiyetle konuşur, nasıl böyle inandırıcı ve ikna edici olur. Hrant Dink, ırkçıların tahammül edemeyeceği kadar dürüst biri. Herkesle temas kurabildiği için ‘tehlikeli’, faşizmin tahammül gösteremeyeceği ölçüde açık, inandırıcı, duru bir dile sahip.
Eğer bir eksiklik ise sözünü ettiğimiz, Hrant Dink’e özgü dildir, üsluptur bana kalırsa; ömrü hayatımızda pek az insanda karşılaşabildiğimiz sadelikte ve yalınlıkta bir dilin, niyetin eksikliğiyle yaşıyoruz 2007 kışından bugüne.
Bir zaman önce, açlık grevleri sürer ve yine genç insanlar can verirken, Yaşar Kemal’in artık yaşamadığını düşünmüştüm. Bir Yaşar Kemal daha olmadığı için bu ülkede, hiç kimse gidip grevcilerle konuşmayı düşünmüyordu şimdi. Demek ki yalnızca ülke edebiyatının çınarı değildi yitirilen, Yaşar Kemal yalnızca bir romancı olmadığı için. Hrant Dink ile de Türkiye, sadece bir Ermeni yurttaşını, gazetecisini, sosyalist aydınını değil, bir üslubu kaybetti.
EZBERLERİ REDDEDİP “LÜGATİNİ” YARATTI…
Hrant Dink buralıydı, burayı terk edemeyecek kadar buralı ve ülkesini yalnızca sevmiyor, aynı zamanda iyi tanıyordu. Sıklıkla, “hiçbir Türk’ün kalbini kırmak istemediğini” dile getirmesi, yaşamı ve tarihi ‘siyah-beyaz’ karşıtlığıyla düşünmeyi reddetmesi, her rengi görmeye çalışması ve bu çeşitlilikten duyduğu memnuniyet, kendi kimliğine ısrarla sahip çıkarken bir ‘Türkiyeli’ olduğunu dünya âleme inatla hatırlatması, ezberleri reddedip ‘lügatini’ yaratması, bir yandan resmî tezleri elinin tersiyle iterken diğer yandan Ermeniliğinin ‘başkalarının’ sermayesine dönüşmesine karşı çıkışı ve her ne yazıp konuşuyorsa bunu aynı nezaketle, aynı duyarlılıkla, aynı diğerkamlıkla yapışı... Dink’i özlememin nedenleri olmalı. Derdini, dert sahiplerine anlatırken kibirle hareket etmedi, zira bu ülkede, ilk Ermeni arkadaşını 30’lu yaşlarında bulan ‘okumuşlar’ olduğunu gayet iyi biliyordu.
Üç milyonken, üç yüz bin oldu; ardından, o kadarına da tahammül edilemedi... Bir halktan, kültürden, zanaatkârdan, sanatçıdan, siyasetçiden, entelektüelden, insandan söz ediyoruz, birkaç bin yıldır bu toprakta yaşayan, dini, dili farklı, binlerce ibadethanesi ve okulu olan koca bir halktan. Bugün hâlâ, ırkçıların dilinde bir anda küfre dönüşebilen, Cumhuriyet tarihi boyunca hemen her zaman ‘mili güvenlik’ sorunu olarak algılanan bir halk. Hrant Dink, böylesine zorlu bir yurttaşlığı, buralı olmayı, buralılık için mücadele etmeyi, toprağındaki her tasayı ‘kendi yükü’ olarak görmeyi seçti. Zamanımızda, fırsatını bulanın terk ettiği bir ülkeyi ve insanını, kendi ‘şifâsı’ saydı. Konuşmaktan, anlatmaktan, dinlemekten, barış içinde birlikte yaşamaktan başka bir derdi olmayan Hrant Dink’i, kendi şifası kabul ettiği halka hakaret etmekten yargılayıp hedef haline getirdiler, bunun koskoca bir yalan olduğunu bilerek.
Hrant Dink ile birlikte, yalnızca dünya iyisi bir insanı değil, memleketin sağına ve soluna sık uğramayan, kibirden arınmış, içten, berrak ve düşünceli bir dili yitirdi memleket. Hiç tanışmadığım bir insana duyduğum özlem bundandır. Hrant Dink, Ermeni, Türkiyeli ve sosyalist bir gazeteciydi. Hrant Dink, çok dürüst bir insandı.
Hrant Dink.. Fotoğraf, Sebati Karakurt
Hrant Dink, AGOS'ta...
(AGOS – Murat SEVİNÇ – 17.1.2025)