1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. St. Hilarion’da kalıntıları bulunan “kayıplar”ın cenaze törenleri yapılıyor…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

St. Hilarion’da kalıntıları bulunan “kayıplar”ın cenaze törenleri yapılıyor…

A+A-

 

83800617_10157491125598300_1002496661680816128_n.jpg

St. Hilarion’da çok değerli bir okurumuzun göstermiş olduğu iki ayrı noktada kalıntıları bulunan biri Yunan olmak üzere sekiz “kayıp” şahsın cenazeleri yapılmaya ve ailelerine küçük tabutçuklar içinde geri dönmeye devam ediyorlar.

25 Ocak 2020 tarihinde Litrodondas köyünde yapılan cenaze töreninde bu sekiz “kayıp” arasında bulunan Stavros Stavru, ailesi tarafından toprağa verilmişti…

8 Şubat 2020 Cumartesi günü ise Mihalis Kosta Grigoriu, Eylence’de saat 13.00’te düzenlenecek cenaze töreni ardından toprağa verilecek. Mihalis Kosta Grigoriu’nun ailesi Aşağı Dikomolu idi.

St. Hilarion’da okurumuzun göstermiş olduğu iki noktada Kayıplar Komitesi’nin yürüttüğü kazılarda kalıntıları bulunan Yunan komutan Yorgos Katsanis’in cenaze töreni ise 15 Şubat 2020 Cumartesi günü saat 11.’de Yunanistan’da Evangelistria’da yapılacak.

Okurumuza sonsuz teşekkürler ederken, “kayıp” yakınlarının da acılarını anlıyor ve paylaşıyoruz… Kıbrıs’ta bir daha asla savaşlar olmasın diye mücadelemizi de sürdürmeye devam edeceğiz…


BİR FOTOĞRAF…

 

Niyazi komutanın evi…

ev-011.jpg

Kıbrıs Cumhuriyeti Jandarma Komutanı Niyazi beyin evini yansıtan bu fotoğraf, “LEFKOŞA’NIN GEÇMİŞ YILLARI” (Η ΛΕΥΚΩΣΙΑ ΤΟΥ ΧΤΕΣ - YESTERYEARS OF NICOSIA) sosyal medya grubunda Anastasios Mihalidis tarafından paylaşıldı… Fotoğraf, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nde görev yapmış olan Benny Rasmussen tarafından 1964 yılında çekilmiş… Ev, Birleşmiş Milletler askerlerinin kaldığı bir yere dönüştürülmüş ve tepesine mevzi kurulmuş… Resim altında bu evin Olimpias Neopolews Kulübü’nün 100 metre kadar yakınında olduğu da yazıyor… Pek çok güzelim bina, Kıbrıs’taki çatışmalar nedeniyle böyle çarçur edildi, hor biçimde kullanıldı ve gerek Kıbrıslıtürk, gerek Kıbrıslırum, gerekse BM Barış Gücü askerlerinin kullanımında sivil hayattaki işlevini yitirip gitti geçmişte…

 


Kıbrıs’taki faşist darbede oğlunu kaybeden bir annenin duygularını anlatıyor…

Antifaşist oyun Manoli sahneleniyor…

kk-100.jpg

Omonya Aşşa Kulübü’nden yapılan bir açıklamaya göre, Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının EOKA-B’yle birlikte gerçekleştirdiği faşist darbe esnasında oğlunu kaybeden bir annenin duygularını anlatan “Manoli” adlı antifaşist oyun, yıllar sonra yeniden sahneleniyor…

Yorgos Neofitu tarafından kaleme alınan “Manoli” adlı oyun yedi ülkede sahnelenmiş, yedi farklı dile çevrilmişti.

15 Temmuz 1974 tarihinde darbenin olduğu gün faşistlerin oğlunu öldürmesi üzerine bir annenin monoloğunu yansıtan “Manoli” adlı oyunda kadın kedisiyle konuşarak katillerin yargılanarak cezalandırılmasını istiyor, “Böylece her şey yerli yerine oturmalıdır ki geri gelemesinler” diyor… Oyun, “Theatro Hora”da, 5 ve 6 Şubat 2020 tarihlerinde sahnelenecek. Ocak ayı sonunda da 23, 29 ve 30 Ocak’ta oyun sahnelenmişti. Oyun saat 20.30’da başlıyor.

 


BAF’TAN HATIRALAR…

“Davulcu Yero, beş lirayı nasıl yedi?”

 

ULUS IRKAD

Babamın (Hüseyin Irkad) Baf’ta kahvehane veya sosyal yaşantıda geçen mizahi olayları son zamanlarında bilgisayarına geçirmesi benim için çok iyi oldu. Öldükten sonra beş yıldır kapalı ve sessiz duran bilgisayarını çalıştırıp beş sene önce oraya dosyalara gizlediği yazı, fıkra ve şiirlerini şimdilerde artık tekrar elde etmeyi başardım ve içlerinden son derece ilginç yazıları yayımlamaya koyuldum, Aşağıdaki fıkra denilecek olayı o yazdı ama ben de kendi katkılarımı ekleyerek yayımlıyorum. İsterseniz babamdan söz edeyim önce: Babam Hüseyin Irkad 1950’li yılların başlarında, İngiliz Okulu sonrasında lise ikinci sınıftan okuldan ayrılıp Omorfo Öğretmen Kolleji’ne geçmiş ve daha sonra önce Beyarmudu Ziraat Kolleji’nde öğretmenlik yaptıktan sonra, Baf Gazi İlkokulu’na geçip (1954 yılı olmalı), 1954 yılında amcasının kızı olan annemle evlenmişler ve ilk becayiş (tayin) yeri Beyarmudu’na annemle birlikte gitmişlerdi. Dedelerimden Mustafa Hısım, babamın babası olarak Kaleburnu Köyü’nden gelerek Lefkoşa’ya yerleşmiş ve orada yine uzaktan akrabalarından Hatice ninemle evlenmişti. Ninem de hem Kaleburnu hem de Korovya (Avtepe) Köyü’nden yetişmekteydi. Bu evliliklerinden altı çocukları oldu, babam en büyükleriydi. Çok fakir olmalarına rağmen dedem ve ninem Ahmet Amcam dışında (Lefkoşalıların tanıdığı Sarışın veya Kasap Ahmet) tüm çocuklarını okutmuştu. Babam, 1958 yılına kadar öğretmenlik yaptıktan sonra 1958 yılında, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne giderek iki senede İngilizce öğretmeni olmuş ve 1960 yılında görevine Lise öğretmeni olarak başlamıştı. Babam Hüseyin Irkad, 1950’li yılların başlarından itibaren 1974 yılına kadar Baf’ta öğretmenlik yapmıştı. Ölmeden önce 1963 ve öncesiyle 1963 sonrası Baf sosyal yaşamından bazı olay ve fıkraları bilgisayarındaki dosyalara yükledi. Ben de onlardan birini şimdi size aktaracağım. Fıkralardan biri öncelikle Baf’ta 1963 öncesine ait ve Yero adı verilen davul çalıp şarkı söyleyen, bisiklet kullanan ama oldukça içki içip küfür eden bir adama ait. Yero’nun kırmızı renkli çeşitli süsler ve yapma çiçeklerle bezenmiş bir bisikleti vardı. 1963 öncesi ve de sonrası Yero’yu davulu ve de bu bisikletiyle birlikte hatırlamaktayım. Hatta, bisikletin kısa boyuna rağmen ayakçalarına tam yetişemese bile kendisi tarafından başarıyla sürüldüğünü hatırlıyorum çünkü boyu oldukça kısaydı Yero’nun. Yine onu, 1963 sonrasında Baf Bandabulyası yanındaki fırınında çalışırken hatırlıyorum ama 1963 öncesinde de bu fırın çevresinde bayağı kahvehane ve işyeri de bulunmaktaydı. Mesela fırının bitişiğinde Bir kahvehane (Tibişango’nun Kahvehanesi) ve berber (Sünnetçi İbrahim Dayı’nın) dükkanı da vardı. 1963 olaylarının patlamasıyla buradaki işyerleri daha da içteki Mutallo’ya çekilirken Yero’nun fırını o bölgede tek işyeri olarak kalıp çalışmaya devam etmişti. 1963 öncesinde bu fırını şu anda her ikisi de rahmetli olan teyzemin kocası Raif (Arıkan, eniştem) Usta işletiyordu. Babam yazısında bize şu anda 1963 öncesi durumu şöyle anlatmaktadır:

Sonbahara yeni girdiğimiz günlerden biriydi. Memurlar, öğretmenler ve iş sahipleri işlerine gitmeye başlamışlardı. Bandabiliyo dediğimiz sebze pazarı birkaç saat önceden açılmış, köylerden gelenler getirdikleri sebze ve meyveleri çarşı dışında kaldırımın üzerinde sergilemeye çalışıyorlardı.

Birkaç bin nüfuslu Kasaba’da herkes birbirini tanırdı. Kim olursa olsun, kısa zamanda yeni gelen memur veya öğretmen bu küçücük ama samimi topluluğun bir parçası haline gelirdi.

O sabah Baf’ın eski müdavimlerinden Hüseyin Çukur erkenden yatağından kalkarak soluğu bandabuliyo’da almış alışverişe gelmişti. O gün meyve alıp Lefkoşa’ya gidecek karısıyla akrabalarına meyve gönderecekti. Baflılar misafirliğe elleri kolları boş gitmeyi pek sevmezlerdi. Çukur’un evinde parayı idare eden karısıydı. Karısından beş liralık bir gayme almış ve bu parayla renglot gibi başka meyveleri de almayı tasarlamaktaydı. Ama o gün maalesef çarşıda o saatte beş liralığı bozacak birisi pek yoktu.

Bandabuliyo’ya en yakın olan Ali Çürük’ün bakkal dükkanı vardı. Ali Çürük şimdi yaşları seksenlerde olan Baflıların yakından tanıdığı işadamlarından da biriydi Baf’ta ilk sinemayı da o ve birkaç arkadaşı ortaklaşa açmışlardı. Çukur Çürük’ü görür görmez

-Ali, boz bana bu beş liralık gaymeyi, dedi.

Ali Çürük, genç yaşlarda babasının yanında bakkallığa başlamıştı ve herkes Baf’ta onu tanırdı.

O da dükkanını yeni açmış ve daha siftah bile yapmamıştı. Ama yine de çekmecesini açtı ve karıştırdı.

-Galiba senin beşliği bozamayacağım be Çukur, dedi.

-Bir cüzdana bakayım.

Maalesef beş lirayı karşılayacak parası yoktu. Ali Çürük’ün bakkaliyesinin hemen yanında Raif Usta’nın (Arıkan) fırını vardı. Raif Usta genellikle geceleyin çalışır, ekmeklerini sabaha hazırlar sonra da saat altı veya yedide işler durulurdu; o da o zaman dinlenmek için oturur fırına uğrayan arkadaşlarıyla birkaç kadeh konyak içmeye koyulurdu. Emekli Polis Tahsin Saymen, genelde içkisini de beraber getirirdi. Kasaptan aldığı ciğeri de fırına koyar ve bu güzel ciğer kebabını arkadaşlarıyla birlikte konyak içerek mezelerle beraber yerlerdi. Öte taraftan karşı yolda kahvehanesi olan Yılancı Mehmet de fırına uğrardı. Masanın etrafında bir kenara oturan Yılancı’dan sonra Davulcu ve fırında çalışmakta olan Yero da gruba katılırdı. Yero, Baf’taki sünnet ve düğün törenlerinin başlıca müdavimlerinden biriydi. O davulu, Çavuş denilen zurnacı da zıurnasını çalardı. Yero’nuın bir başka özelliği de törenlerden sonra içki masaları kurulduğunda, birkaç şişeyi yuvarladıktan sonra meze yerine konyak bardaklarını ağzında çiğneyerek yemesiydi. Yero’nun bu özelliğini bütün Baf halkı bilmekteydi. İşte bu sırada Ali Çürük, Çukur’a şunları söyler:

-Raif Usta’da beş lirayı bozacak para olabilir. Ne de olmasa yaptığı ekmekleri dağıtmış ve para da toplamıştır.

Çukur başını sallayarak fırına yöneldi. Fırın kapısında ciğerin kokusu karşıladı onu. İçeriye baktığı anda Yero’yu, Tahsin Saymen’i, ve Raif Usta’yı içkilerini yudumlarken gördü. Çukur’un gözü Yero’ya ilişti. Bir bardak içkiden birkaç yudum almış ama önündeki mezelere bakmadan beraberinde getirdiği acı biberleri tek tek havuç gibi ağzına götürüp çiğniyordu. Bunun üzerine Çukur:

-Maşallah sabah başladınız, dedi. Ve Raif Usta’ya dönerek:

-Boz bana bu beş liralığı be Raif Usta, dedi.

Raif Usta elini uzatmaya fırsat bulamadan Yero parayı elinden kaptı ve

-Sen bu parayı bana ver, diyerek Çukurun elinden aldığı parayı ağzına atarak  biberlerle birlikte yutuverdi. Şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açılan Çukur elindeki paranın bir anda Yero’nun ağzında kaybolup gitmesinden sonra harekete geçti ve Yero’nun boğazına sarılarak var gücüyle sıkmaya başladı:

-Kus paramı alçak herif kus çabuk kus paramı, diye bağırmaya başladı. Davulcunun nefesi kesilmiş ve boğuk sesler çıkarmaktaydı. Eğer oradakiler olmasaydı az daha boğulacaktı.

-Yapma yahu, adamı boğacak mısın?, diye bağırıyorlardı. Çukur ise öfkeli öfkeli:

-Adam benim parayı yuttu. Ona bir şey demiyorsunuz. Kusması için yardımcı olmuyorsunuz da bana bağırıyorsunuz.

Esasında Çukur’un söyledikleri doğruydu. Bunun üzerine orada bulunanların hepsi de Yero’ya dönüp bağırmaya başladılar : “Kus, kus” Ama Davulcu Yero o taraftan gelmiyordu ve de kimse davulcuyu nasıl kusturacağını da bilemiyordu. Bu patırtı ve gürültülerden dolayı fırının önü meraklılarla dolmuştu. Birileri:

-Buralarda eczane var değil mi? Birisi gitsin ve onu kusturmak için ilaç alsın, diye araya girdi. Ama kusturmanın ne kadar vakit alacağını ve bu arada davulcunun midesinde beş liralıktan ne kalacağını sonradan düşündüler. Oradakilerden biri “Bu iş olmaz” deyip başka çare düşünmeye başladı. Bunun üzerine Çukur da öfkeli öfkeli:

-Sı….ya kadar yanından kaçmam, diye seslendi. Bunu duyan kalabalıktan birisi:

-Peh, ölme eşeğim ölme, Yero sı….ya kadar para kanına karışacak, diye seslendi.

Manzara esasında adeta bir tiyatro gibiydi. İşin ciddiyeti ortaya çıkıyordu ama yapılacak başka bir şey de kalmamıştı. Ansızın Çukur ok gibi yerinden fırladı ve herkesin hayretle açılan gçzleri önünde Yero’nun önündeki davulu kaptığı gibi dışarı çıktı. Sokaktan Çukur’un sesi geliyordu:

-Getir beş lirayı al davulu. Yoksa bundan sonra davulu bir daha görürsen iki yaz.

Bu kez parayı yutan Davulcu Yero telaşlanmıştı. Ne de olsa ekmekçiliğin dışında davulundan da bir şeyler kazanmaktaydı. Onsuz bir şey de yapamazdı. Bunun üzerine Raif Usta Çukur’a seslendi:

-Gel, beş liranı ben vereceğim. Cebinden beş adet tek liralık çıkardı ve Çukura verdi. Çukur parayı alınca davulu Yero’ya geri verdi.

-Beni beş liramı yedin ha, bak görürdün sen, diye seslendi. Yero yediği beş liranın karşılığını ise Raif Usta’nın fırınında bir hafta işleyerek ödedi. Baf’ta 1963 yılı öncesinde geçen bu olay da böyle kapandı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 2127 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar