1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Sınırları aşarak birbirini tanıyan komşular: Seni tanırsam, senden nefret etmem!...” 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Sınırları aşarak birbirini tanıyan komşular: Seni tanırsam, senden nefret etmem!...” 2

A+A-

DÜNYADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞME İÇİN NELER YAPILIYOR?

 “Hrant Dink Vakfı, Ermenistan ve Türkiye arasındaki bağı güçlendirmeye yönelik projelerine devam ediyor. İki komşu ülke arasında doğrudan temasların artırılması ve her alanda işbirliğinin teşvik edilmesi amacıyla 2014 yılından beri Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu’nu veriyor…”

 

Varduhi Balyan

 

‘Bekleyiş’ vesile oldu

Seyahat Fonu’ndan yararlanarak Ermenistan’ı dördüncü kez ziyaret eden Bozyil, önceki seyahatlerini de şöyle anlatıyor: “Ermenistan’a ilk olarak ‘Ari Dun’ projesiyle gitmiştim. Bu proje aslında diasporada yaşayan Ermeniler için bir eve dönüş projesi. Ermenistan’ın kültürel özelliklerini, kültürel yapısını tanıtmaya yönelik bir proje. Oraya Diyarbakırlı Ermenilerle birlikte gittik. Bu kişilerle tanışmama da daha önce çektiğim ‘Bekleyiş’ belgeseli vesile olmuştu. Gaziantep Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon bölümünde okurken Diyarbakırlı Ermenilerle ilgili bir belgesel yaptım. Belgesel, Diyarbakır’daki Müslümanlaşmış ve Hristiyan olarak kalmış Ermenileri anlatıyor. Bahsettiğim ziyaret sırasında belgeseli Ermenistan’da farklı yerlerde gösterme imkânı buldum. Seyahat Fonu aracılığıyla gittiğimde de Ermenistan-Türkiye Seyahat Fonu ekibinin yardımıyla ‘Bekleyiş’i bir kez daha Yerevan’da gösterdik.”

‘Hikâyeler acıklıydı’

Umut Bozyil Diyarbakırlı Ermenilere ilişkin projesinin ayrıntılarını da şöyle aktarıyor: “‘Bekleyiş’i okul projesi olarak çektim. Ben Ermeni değilim, fakat ailem eski bir Ermeni yerleşim yeri olan Batman, Sason’dan geliyor. Ailemden, arkadaşlarımdan o bölgedeki Ermenilerle ilgili hikâyeler duyuyordum. Bu hikâyeler hep acıklıydı. Bir dönem orada yaşayan Ermeniler artık orada değiller. Bunun üzerinden belgesel yapma fikri doğdu. “Diyarbakır’da neden Ermeniler yok, veya varsa neler yapıyorlar, nasıl bir yaşam sürüyorlar?” sorusundan yola çıktım. Diyarbakır’da Müslümanlaştırılmış Ermenilerin, halen Hristiyan olan Ermenilerin yaşadığını öğrendim. Onun ardından Diyarbakır’ın Gâvur Mahallesi olarak bilinen Hançepek Mahallesi’ne gittik. Okulun verdiği süre çok kısaydı. Ve tamamen kendi imkânlarımızla, kısa sürede belgeseli çektik.”

‘Ermeni kelimesinin ‘E’ harfi bile politik’

Ermeni Soykırımı’ndan arda kalanları konu alan belgeseli çekerken sorun yaşayıp yaşamadığı sorusunu cevaplarken gözlemlerini şöyle sıralıyor Bozyil: “Sinema bölümünde her dönem çektiğimiz projeler için bir danışmanımız oluyordu. Konuyu anlattığımda danışman hocam biraz tereddütle karşıladı ama okuduğum bölüm genelde öğrencilerin projelerine sansür uygulamıyordu. Sadece ‘çok fazla politik olma’ diye uyarıyorlardı. Benim politik olma amacım yoktu, fakat Türkiye’de Ermeni kelimesinin ‘E’ harfi bile politik. Ben sadece o insanların yaşamını, geçmişteki olaylardan arda kalanları, günümüzdeki yaşamı anlatmak istediğimi söyledim. Dönem projeleri hazır olduktan sonra bölümdeki öğrencilere ve hocalara gösterim yapılır. Gösterimden sonra salonda derin bir sessizlik hâkimdi.”

Bozyil, kurmaca film projesi için fon arayışında olduğu, maddi imkânları sağladıktan sonra projeyi hayata geçireceklerini aktarıyor.

‘Gevende diye bağırır, alay ederlerdi’

Diyarbakır’da yaşayan Stepan Yepremyan’ı ise hayatında büyük yer kaplayan müzik Ermenistan’a götürmüş. Yepremyan, müzikle bağının çocukluğundan geldiğini anlatıyor: “Doğup büyüdüğüm yerde müzik aleti çalmak ‘gevende’likle bağdaştırılırdı. Düğünlerde çalgı çalan yerel müzisyen anlamına gelen gevende, zamanında küçümsenen bir şeydi. İlkokul yıllarında müzik öğretmenimiz çalıp söylemem için sazımı getirmemi isterdi hep. Evimiz okula yakın olduğu için koşup sazımı alırdım fakat giderken sokaktakiler ‘gevende”’ diye bağırır alay ederlerdi. O yüzden hep kestirme yollardan koşarak giderdim.”

stepan-yepramyan.jpg

Müziğin sınır tanımadığı, iç içe geçtiğini söyleyen Yepremyan, “Yasak Serenat” adlı müzik çalışmasını anlatıyor: “Hangi yer olursa olsun, o bölgenin rengine, ona ait tüm detaylarda rastlamak mümkün. Gökkuşağındaki farklı renklerin bile, yan yana dizilirken yanındaki renkle iç içe geçtiğine şahit oluruz. Dolayısıyla kültürlerin iç içe, yan yana yaşadığı kültürlerle etkileşmesinden daha doğal ne olabilir ki zaten? Bir zaman sonra her şey gibi tınılar da ister istemez buluyor sizi. Etkileşim halindeki bu etnik müziklerle deneysel çalışmalarım bu şekilde başladı. ‘Yasak Serenat’ projesi de bu çalışmaların bir ürünüdür. Ortak ezgilerin Ermenice orijinalini açığa çıkarma düşüncesinden hareket ederek ortaya çıkan bir proje. ‘Yasak Serenat’; tarihteki bilinmezlere, fısıltıyla telaffuz edilenlere ve tarihte kalsın denen gerçeklere tutuyor ışığını. Anlatılacaklar, söylenecekler, unutulan, unutturulan öykülerin gerçeğidir. Kimimizin geçmişinde bir miras, bir acı yumağıdır. O acı devletin dilinde tehcir, Ermenilerin dilinde ‘sevkiyet’tir. O acı devletin dilinde zorunluluk, Ermenilerin dilinde acı, ölüm doğdukları büyüdükleri yaşadıkları topraklardan kopuşun adıdır. O acı devletin dilinde ihanet, Ermenilerin dilindeyse duyulmasından hazzedilmeyen bambaşka bir anlam, ya da soykırımdır.”

‘Yeniden merhaba’ olsun

“Müzik dünyanın en güzel, en sade, en kısa, en estetik, en nazenin iletişim aracı. Yani günlerce konuşacağınız ve belki de anlaşıp anlaşamayacağınızı bile tahmin edemediğiniz birçok şeyi bir şarkıyla aktarabiliyorsunuz. Böyle bir gücü var notaların. Dolayısıyla hem benim hem de çevremdekilerin yaşadıklarını, duygularını anlatmam gerektiğine inandım” diyen Yepremyan, komşu halklar arsında gereksiz duvarlar örüldüğünü söylüyor: “Birbirimizi yanlış tanımışlığımızdan ötürü birbirimizin notalarından bile nefret eder olmuşuz. Oysa en iyi şarkılar üstlenebilirdi bu yükü. Bu şarkıları bizi yanlış tanıyanlara da, yanlış tanıtılanlara da söylemek lazımdı. Birbirimize bu kadar yakın, bu kadar iç içe yaşarken aslında ne kadar uzak kaldığımızı, beynimizde gereksiz yere nasıl kalın ve yüksek duvarlar ördüğümüzü hatırlatmak gerekiyordu. Hatta bu şarkıları tanışamadığımız, hasretlik çekip fazlasıyla uzak kaldığımız birbirimize de söylememiz gerekiyordu, sıcak bir ‘yeniden merhaba’ olsun diye. Aynı coğrafyada aynı topraklarda birlikte yaşayıp aslında bizden çok uzak olan insanlara o kafalarındaki sınırları yok etsinler diye söyledim şarkılarımı. Ermenistan’da da şarkı söylemeliydim. Yaşadığım yerin, toprağın kokusunu, halaylarını, hüznünü aktarmak için. Oranın da rengini, kokusunu, melodilerini alıp burada söylemek için… yani sınırları aşmak için. Oradakileri buraya buradakileri oraya taşımak için, belki de yeniden selamlaştırmak için…”

‘Yaşadığım duygular paha biçilemez’

Stepan Yepremyan, seyahat fonu ile gittiği Ermenistan’da 18 Ekim 2016 tarihinde Arno Babajanian Konser Salonu’nda Yerevan’lı müzikseverlerle buluştu. Yerevan’da verdiği konserin kendisine tarif edilemez duygular yaşattığını söyleyen Yepremyan, o anları şöyle anlattı: “Salondakileri, bakışlarını, nemli gözlerini, coşkularını, konser sonrası sımsıkı sarılmalarını sözlerle anlatmak kolay değil. Yüz yıl önce ailesi yurdundan sürülmüş yaşlı bir teyzenin sımsıkı sarılırken ‘Bizim oraların kokusu geliyor’ diye gözü yaşlı bir şekilde öpüp koklamasının, bir amcanın ‘Udun telleri Diyarbekir gibi çınladı’ deyişinin yaşattığı duygular paha biçilemez.”

‘İsteseler de ayrışamıyorlar’

Ermenistan’a ilk gidişini kendisi için bir reenkarnasyon olarak tarif eden Stepan, karşılıklı ziyaretlere ihtiyacımız olduğunu kanısında: “İlk defa gittiğim zaman kendimi reenkarnasyon geçirmiş gibi hissetmiştim sanki orada doğup büyümüştüm. Türkiye-Ermenistan ilişkileri konusunda çok iç içe olduğumuzu söylemem lazım. İsteseler de ayrışamıyorlar. O nedenle gereksiz sınırlar çizilmiş hem yeryüzünde hem kalplerde… O sınırları tanımamak, yıkmak sadece ve sadece içteki o nefreti yok etmekle mümkün olabilecek… Bir de olan biteni kabul etmeyi bilip acıya saygı duymakla, gönül almakla tabiî ki…

Türkiye-Ermenistan ilişkilerini düzeltmeyi, seyahat fonu gibi programların başarabileceğine inanıyorum. Kurallar sevginin karşısında hükümsüz kalır çünkü… Birbirimizi dinlemeye ihtiyacımız var. Sonra her şey çözülecek. Buna inanıyorum…”

Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu

Hrant Dink Vakfı, iki komşu ülke arasında doğrudan temasların artırılması ve her alanda işbirliğinin teşvik edilmesi amacıyla 2014’ten beri Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu’nu vermeye devam ediyor.

Seyahat Fonu, Türkiye ve Ermenistan’dan kişi ve kuruluşlara, birbirinin ülkesini ziyaret edip tanışma, birbirinin dilini, kültürünü, tarihini, düşüncelerini ve beklentilerini öğrenme, çalıştıkları alanlarda işbirliği ve ortaklık geliştirme, proje fikirleri için ön araştırma yapma fırsatı sunuyor.

Avrupa Birliği desteğiyle hayata geçirilen Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı II. Dönemi kapsamında, Nisan 2016 itibariyle tekrardan başvuruları açılan Seyahat Fonu’na sivil toplum, insan hakları, çevre, tarih, kültür-sanat, toplumsal cinsiyet alanlarında çalışan yaklaşık 300 kişi başvuruda bulundu ve 137 kişi fondan yararlanmaya hak kazandı.

Seyahat Fonu, tematik ve coğrafi çeşitliliğini artırma hedefiyle, farklı şehir ve çalışma alanlarından birey, grup ve kuruluşların komşu ülkeye ziyaretlerini desteklemeye devam edecek.

Türkiye ve Ermenistan vatandaşları, Türkiye ve Ermenistan’da ikameti olan gençler, üniversite öğrencileri, sanatçılar, gazeteciler, akademisyen ve araştırmacılar, sporcular, sivil toplum çalışanları, Türkiye ve Ermenistan merkezli veya bu iki ülkenin birinde faaliyet gösteren kâr amacı gütmeyen grup, inisiyatif ve kuruluşlar Seyahat Fonu’ndan yararlanabilirler. Seyahat Fonu’ndan yararlanmak isteyenler 24 Şubat, 2017’ye kadar başvuru yapabilirler.

 

(AGOS – Varduhi BALYAN – 16.1.2017)

Bu yazı toplam 1643 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar