Sen değiştirebilirsin!
Anlatılan senin hikâyendir.
İsimleri değiştir, kendi adını yaz; tarihleri değiştir, yerleri değiştir.
Bu senin hikâyendir.
Tezgahta, yürüyüşte, soluk soluğa geçim telaşının tam ortasında…
Bir tarlada, ekinde…
Bir devlet dairesinde masa başında…
Bir elektrik direğinin ya da bir zeytin ağacının tepesinde…
Bir kafede, bir kahvehane köşesinde…
Acil’in ilaç kokulu köhne salonunda…
Okul avlusunda ya da mahkeme koridorunda…
Bu senin hikâyendir.
***
Alnından ter boşalırken, hayattan alacaklısın. Belki senden alacaklı bir toplum, kim bilir…
Yakınına adalet hiç uğramamış; bir tanıdığın yoksa hiçbir işin de olmamıştır.
Belki de öksüz büyümüşsün…
Bir ülken var, bir ülken yok.
Bir kimliğin var, bir kimliğin yok
Mahrumsun.
Sözünü, sesini, sevincini kursağında bırakmışlar.
Bir yumru dayamışlar boğazına.
Bu senin hikâyendir…
Issızlığın ortasında, yalnızlığın girdabında…
Yabancısın kendi yurdunda…
Kalabalıklar içerisinde yalnızsın...
***
Evladına hasretsin, uzaktadır…
Korkuyorsun belki, “Kaçıp gitmesin çocuklarımız” diye…
“Baba, biz güneye niye geçemiyoruz” diyen gözler, avuçlarına sığınmıştır.
“Buralıyız biz de…”
“Niye biz dünyaya uzağız?” diyen isyanlar içinde büyümüştür.
Dışlanmışsın.
İtilmiş, örselenmiş, yok sayılmışsın… Yolsuzluğun, çürümüşlüğün, bencilliğin, bireyciliğin, köhneliğin, fesatın ve arsızlığın ortasında…
Nereye gitsen ayaklarına dolanan o belirsiz gelecek sıkmıştır boğazını.
Ve yine de…
Gidecek yeri olmayana sahip çıkan gün doğumu gibi senin hikâyen…
Kulluğu, köleliği, itaati onuruna yediremeyen bir firarinin isyanı gibi…
Bir ergenin dudağındaki ilk ruj, yüreğindeki ilk aşk, soluğundaki ilk yas gibi…
***
“Muhtaç ettirip, yardım etmek planlanmış bir cinayettir,” diyen sözler yankılanır kulaklarında.
“İşimi hallet” diye dilenmek zorunda kaldığın...
“Beni de gör” diye sıranı beklediğin...
“Bu kadar da olmaz” diyerek hep yanıldığın o düzen…
Öfken, kaygın, huzursuzluğun…
Ve anlatılan senin hikâyendir.
Umudunu ve düşlerini yüklediğin arşenin tınısı yankılanıyor bu yurdun duvarlarında...
Sırlara çarpıyor sesin, surlara vuruyor…
Senin hikâyendir bu; yoklukla da yazılsa, varlıkla da…
Ucu bucağı belirsiz…
Ötesi, berisi hep gri…
***
Ne çok özlediğimiz insanı toprağa verdik…
Ne çok böldük, ayırdık, parçaladık bu ülkeyi…
Ne çok hikâyelerimiz var, birbirine benzeyen…
Hep bölünen, ne çok…
***
Kötülüğün, nefretin, hıncın diline benzemeyen; alçaklığın ve kalleşliğin yöntemlerini reddeden; samimiyetsizliğin ve riyakârlığın gömleğini giymeyen…
Senin hikâyendir bu.
“Ah, biz de çok masum değiliz” diyen…
“Böyle olmamalıydı” diye ilenen…
“Yine de ayağa kalkacağız” diye bilenen…
O güzel kitabın ilk sözleri gibi:
“De te fabula narratur.”
Anlatılan senin hikâyendir.
Bu ülke sensin…
Sen hep vardın.
Ve senin varlığınla değişecek hayat…
Seninle kurulacak yeni bir düzen.
Yeni bir gelecek seninle inşa edilecek.
Yeter ki çoğal…
Çoğalt iyiliği…
Gürleştir sesini…
Kalabalık ol, hayal et…
Kendine güven…
Anlatılan senin hikâyendir, bil.
Ve sen değiştirebilirsin her şeyi, yeniden.