1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Savaş esnasında hayatı Kıbrıslıtürk dostları tarafından kurtarılan İraklis ve Stavrulla’nın öyküsü... -1
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Savaş esnasında hayatı Kıbrıslıtürk dostları tarafından kurtarılan İraklis ve Stavrulla’nın öyküsü... -1

A+A-

Çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, “Kıbrıs Öyküleri” (“Tales of Cyprus”) başlıklı web sitesi için Varişa köyünden İraklis Lambru’yla geniş bir röportaj yaparak yayımladı... Biz de bu röportajı okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik... İraklis ve eşi Stavrulla’nın hayatları, Kıbrıslıtürk dostları tarafından savaş esnasında kurtarılmış...

Varişa köyünün şimdiki adı “Şirinköy” – bu konuda değerli arkadaşımız Niyazi Düzgün’ü arayarak bu köyün nerede olduğunu sorduk. Varişa köyü, Bademliköy’ün (Lutro) üstündeymiş ve ara bölgedeymiş. Burada ne Türk askeri, ne Rum askeri varmış, ne Kıbrıslıtürk, ne de Kıbrıslırum yerleşimi varmış – Niyazi Düzgün’ün araştırmasına göre, burada Birleşmiş Milletler askerleri bulunmaktaymış... Yani artık gerçek hayatta var olmayan, geçmişte kalmış, ara bölgede kısılmış bir köyden söz ediyor İraklis Lambru bu röportajında... Niyazi Düzgün arkadaşımıza bu konuyu araştırdığı için çok teşekkür ediyoruz...

Bir zamanlar Kıbrıs’ta nasıl yaşanıyordu, neler yaşanıyordu, Konstantinos Emmanuelle arkadaşımız şöyle yazıyor:

***  İraklis Lambru, 12 Aralık 1931 tarihinde Omorfo’dan 15 mil uzaklıktaki Varişa köyünde dünyaya gelmişti (günümüzde bu köyün adı Şirinköy olarak değiştirildi – S.U.)  Kubebya ailesinden Lambros Konstantinu ile Futsos ailesinden Panayota Hristodulu’nun altı çocuğunun en büyüğüydü... Kardeşleri ise Arhondu (1934 doğumlu), Andrulla (1936 doğumlu), Penelopi (1938 doğumlu), Eftihiya (1939 doğumlu) ve Kostas (1947 doğumlu) idi. Ne yazık ki İraklis sekiz yaşlarındayken kızkardeşi Penelopi vefat etmişti...

*** “Ailemiz tek bir büyük odadan oluşan bir evde yaşıyordu” diye anlatıyor İraklis... “Hepsimiz de odanın bir tarafında uyurduk, odanın öteki tarafında ise ateşin başında yemeklerimizi hazırlar, pişirir ve yerdik... Birbirimizle ve misafirlerimizle sohbet etmek için ise ateşin yanına otururduk...”

***  “Varişa’da büyürken hatırladığın en eski hatıraların nelerdir?” diye soruyorum İraklis’e... “Hatırladığım, ben altı yaşlarındayken yayam (nenem) beni mandıraya götürürdü, mandıra köyün dışındaydı ve keçileri sağmaya giderdik. Büyük bir “guttsarolla”yı (kabı) taze ve ılık keçi sütüyle doldurur, bana bir kaşık verir ve  “İçmek istediğin kadar iç” derdi... Köpeğimiz Koççini’yi de hatırlarım... Bu köpeğin ailemizi ne çok sevdiğine inanamazsın... O kadar akıllı bir köpekti ki... Sabahları keçilerimizi ovaya götürüyor ve akşamları da onları mandıraya geri getiriyordu... Eğer keçilerden birisi, başka birisinin arazisinde kalacak olursa, Koççini onları tekrardan sürüye katardı... Bir keresinde ekip biçmek için Lefke’ye yaya olarak gittiğimizi hatırlarım. Geceleri ovalarda uyurduk... İnanabilir misiniz? Köpeğimiz Koççini Varişa’dan ayrılmış, vadileri ve tepeleri geçip gelip bizi bulmuştu! Uyandığımızda, onu ayakucumuzda yatırken bulurduk... Ona Koççini derdik ama aslında kırmızı renkle alakası yoktu...”

***  İlkokulu Varişa’da bitirdikten sonra İraklis Omorfo’da Silvestros İngiliz Okulu’na devam etmiş... İraklis’in dedesi Konstantinos, Omorfo’da o günlerde oldukça pahalı olan bu okuldaki eğitiminin parasını ödüyormuş... Bir gün antik Yunanca dersinden hemen önce İraklis okuldaki pencereden atlayıp kaçmış, “Benim ölülerle daha fazla sohbet etmeye ihtiyacım yoktur” demiş... Öğretmeni bu işe kızmış...

***  1948 yılında Bay Ktoridis’in sahibi olduğu bir şirketten bir temsilci gelmiş ve Kıbrıs’ı gezerek hurda metal toplayacak gençler aramaktaymış, bunları Kıbrıs Madencilik Şirketi CMC’ye satmayı planlıyormuş... İraklis, “Ben o günlerde 17 yaşındaydım” diye anlatıyor... “Okuldaki son sınıfı bırakıp Bay Ktoridis için hurda metal toplamaya karar vermiştim. Zaten dedem de okul ücretini ödemekte zorlanmaktaydı ve annemle babam da eve getireceğim ek gelir nedeniyle mutlu olmuşlardı” diyor.

***  İraklis’e hurda metal toplamak üzere çıktığı yola dedesi Konstantinos ile iki arkadaşı, Lefteris ve Kosti eşlik ediyormuş. Ksero’da/Karavostasi’de (Gemikonağı) ve Mavrovuni’de (Karadağ) ve Kıbrıs’ın başka köylerinde de çalışmaktaydılar. Karaolos bölgesinde, bir Yahudi toplama kampı yakınındaki çöplükten teneke topladıklarını da hatırlıyor İraklis...

***  İraklis ve diğer işçilerin topladıkları hurda metaller kamyonlara yükleniyor ve CMC’nin sahibi olduğu bir hurda metal işleme yerine götürülüyordu... Çalışma koşulları çok kötüydü ve o dönem güvenlik önlemleri olmadığından bu iş tehlikeliydi de... Bir kaynağa göre işyerindeki kazalar nedeniyle her sene üç işçi ölüyor, yüz işçi de sakatlanıyordu...

*** “Sıcaktı ve çok zor bir işti” diye hatırlıyor İraklis... “Eldivenimiz ya da koruyucu giysilerimiz yoktu... Bir gün patron yanıma gelerek bir torba bozuk para verdi bana ve işçilerin ödenmesinin başına geçmemi istedi. Ben de kabul ettim. Ayrıca bana işçileri, kullanılmayan eski hurda metal toplamaları için adanın çeşitli yerlerine götürmem de istendi. Büyük bir kamyon sürüyordum ancak hiçbir zaman sürüş ehliyetim olmamıştı! Girne’de ise günübirlik mahkumları alıyor ve onları hurda toplamaya götürüyordum. Maraş’ta ise her gün üç tren vagonu dolusu hurda metal topladığımızı hatırlıyorum... Bir ton bakır o zamanlar 800 lira değerinde idi... O günlerde ben günde on şilin kazanıyordum ki 1948’de bu çok para idi...”

***  İraklis bir sene boyunca bu şekilde çalışmış... 1949’da ise bu işi bırakarak Kıbrıs Maden Şirketi’nde çalışmaya gitmiş. Burada da bakırın işlendiği dev beton konteynerler inşa etmekteymişler...

***  1950 yılında CMC’deki Amerikan patronlardan Bay Hokenberg, İraklis’in İngilizce okuyup yazabildiğini ve İngilizce konuşabildiğini keşfedince, ona alet edavat bölümünü idare etmek için iş teklif etmiş – böylece işçilerin her gün kullandığı aletleri kayıt altında tutacakmış.  İraklis artık günde 12 şilin kazanmaktaymış ve bir yıl içerisinde “süpervizörlüğe” yükseltilmiş...

***  CMC’de kazandığı ekstra parayla İraklis Ksero bölgesinde arazi satın almayı başarmış... O günlerde genç Kıbrıslı erkekler, kendi topraklarına sahip olmanın düşünü kurarlarmış... Çünkü toprak sahibi olmak, hem köyde sosyal ve mali durumunuzu iyileştirir, hem de evlilik olanaklarını arttırmış. İraklis’e göre Kıbrıs’ta bir dönümlük bir araziniz olursa, iyi bir hayat yaşayabilirmiştiniz...

***  1952 yılında İraklis, Karavostasi’deki (Gemikonağı) küçük kızkardeşi Andrulla’yla birlikte yaşamaya gitmiş. Deneyimli bir terzinin yanında dikiş öğrenmeye gitmiş Andrulla. İraklis de CMC’deki işini sonuçta bırakarak tarlaları ekip biçme işine girişmeye karar vermiş. “Bir Ferguson B557 model traktör aldıydım 410 liraya” diyor gururla, “Yerli çiftçiler dörtte bir dönüm başına bana on şilin veriyorlardı, tarlalarını sürmem için veya tarlalarını temizlemem için...” diye anlatıyor.

***  İraklis, traktörün Kıbrıs’a gelmesiyle birlikte köylülerin tarımsal alışkanlıklarının değiştiğini anlatıyor... “Eskiden bir çift öküz ile bir çiftçi, bir tarlayı bir ayda sürerken, bir traktörle bunu iki günde yapıyorduk” diyor.

***  Kısa bir kahve ve pasta molası verince, İraklis ve Stavrulla’ya nasıl tanıştıklarını anlatmalarını istiyorum. Stavrulla aniden heyecanlanıyor ve “Bırak ona ben anlatayım” diyor İraklis’e... İraklis de gülümsüyor ve elini alnına koyuyor, neler anlatılacağını bildiği için...

*** “İraklis’i ilk kez Varişa’da bir vaftiz töreninde görmüştüm...” diyor Stavrulla... “O günlerde 15 yaşındaydım ve o da kilise korosunda şarkı söylüyordu... Birkaç sene sonra Karavostasi’ye kızkardeşiyle kalmaya geldiğinde onu her zaman görürdüm, ben de Andrulla’nın iyi arkadaşıydım... Bazan onu bakkalın dışında görür, selam verirdim, orada oturup Cyprus Times gazetesini okurdu... Bazan günlük olayları tartışırdık...  Bir gün annemle evde otururken, kapı çaldı. İraklis orada duruyordu. Anneme, “Kızınızı seviyorum ve onunla evlenmek istiyorum” dedi. Öylece söyledi. Annem Eleni çok şaşırmıştı bu şekilde konuşmasından. “Ailen bunu biliyor mu?” dedi ona. “Neden annenle babanla ve bir arabulucuyla bize gelmedin?”

Annem onun ailesini tanıyordu... İraklis ise “Ben doğrudan gelip size söylemek istediğimi söyledim ve ne yanıt vereceğinizi kendim görmek istedim” dedi. Kendinden çok emindi...”

***  İraklis’e dönüyorum ve “Stavrulla’yı eşin olmak üzere neden seçmiştin?” diyorum... İraklis ise “Birisinin bana traktörde yardım etmesini istiyordum!” diye şaka yapıyor. Stavrulla ise, “Yalan söyleme” diyor İraklis’e... “Her zaman beni görmek için fırsat kolluyordun. Bana uzun süre hayrandın... Bisikletle köyü turluyor ve dışarı çıkıp çıkmadığıma bakıyordun ve aniden annemle yürürken önümüze çıkıyor ve anneme “Eleni Teyze bugün nasılsınız?” diye sesleniyordun... Sırf bana bakmak için anneme kaç kere seslendiğini hatırlamıyor musun?” diyor Stavrulla.

***  İraklis bana kurnaz bir bakış atıyor, “Hayır” diyor, “bunu hiç hatırlamıyorum” ve eşi koluna şakavari vuruyor. Sonuçta Stavrulla’nın annesi, İraklis’in evlilik teklifi hakkında tereddütlüymüş. Kızının, tıpkı annesi, babası ve kızkardeşleri gibi tarlalarda çalışmaya koyulacağından korkuyormuş... Ancak İraklis’in annesi ve babasıyla buluşunca, onayını vermiş... Böylece Stavrulla ve İraklis 1958’de nişan olup iki sene sonra da 24 Temmuz 1960’ta evlenmişler...

***  Stavrulla, 1936 yılında Piyenya köyünde dünyaya gelmiş. Piyenyalı Eleni Hacıfilippu ile Pirgoslu Yuannis Teohari Moralas’ın tek çocuğu imiş. Stavrulla ve ailesi Piyenya’dan ayrılarak o henüz birkaç haftalıkken Karavostasi’de yaşamaya gitmişler. 1938 yılında bir erkek kardeşi olmuş ancak ne yazık ki sadece dört sene yaşamış.

***  “Küçük kardeşimin birkaç hafta boyunca hasta olduğunu hatırlıyorum. Bir gün uyanamamıştı ve annem onu dikkatli biçimde alıp komşumuzun evine koşmuştu... “Aleksandra, Aleksandra, bebeğim uyanmıyor” demişti komşumuza.  Komşumuz ise “Eleni bebeğin öldü... Bırak artık dinlensin” demişti... Annem yıkılmıştı... Tümümüz yıkılmıştık...”

***  Stavrulla’ya nasıl bir çocukluk geçirdiğini soruyorum, gülümsüyor ve şöyle diyor: “Karavostasi’de büyürken çok güzel hatıralarım var. Bugünden çok daha güvenliydi o günler... O günlerde ana-babalar, evlatlarının dışarıda oynamasından korkmazdı... Ben arkadaşlarımla birlikte tarlalarda oynardım, annem karanlık basmadan eve dönmem için seslenirdi bana... Bu dönem çok barışçıl, çok huzurlu, çok güzel bir dönemdi hayatımda...”

***  Ancak hayat her zaman güzel değildi... “Babamı gerçekte tanımıyordum” diyor içini çekerek Stavrulla... “Çok hareket ediyordu, bir başka kadından beş çocuğu daha vardı... Bir gün annemle babam bir anlaşmazlığa düşmüş ve babam köyü terketmiş, bir daha da geri gelmemişti... Zavallı annem çeşitli işlerde çok uzun saatler boyunca çalışmak zorundaydı artık, sırf masamızda yiyecek olabilsin diye... Gündoğumunda evden çıkıyor ve güneş battıktan sonra geliyordu ancak. Annem toplumumuzda çok saygın bir şahıstı. Çok güzel şarkı söylerdi... Çoğu zaman düğünlerde şarkı söylemeye çağrılırdı...” diye anlatıyor.

***  1948 yılında Ksero’daki CMC madenindeki işçiler greve gitmişlerdi. Grev 266 gün devam etmiş ve 4 bin madenci ve inşaat işçisi, tüm işçi sınıfının desteğinde bu grevi sürdürmüştü. Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk işçiler bu grevde omuz omuza durmuşlar, yerli ve yabancı işverenlere karşı protestolarını yürütmüşlerdi. Ücretlerinin arttırılmasını talep ediyorlardı, Pazar günleri overtime ödeneği ve daha iyi çalışma koşulları talep etmekteydiler. Sürekli olarak polisle grevciler çatışıyordu... Stavrulla, “O günlerde annem Eleni CMC’de çalışıyordu fakat çatışmalardan kaçınmaya çalışmaktaydı... Ancak bir gün grevdeyken bir polis grevcilerin üstüne ateş açmış ve işçilerden birini başından vurmuştu... Annem yere düşen bu zavallı adamı çaresizce izlemişti. Hemen köprünün üstüne doğru, polislerin toplandığı yere koşmuş ve gözlerinin önünde meydana gelen bu olayın adaletsizliği nedeniyle onlara bağırmaya başlamıştı... Polislerden biri sırtını dönüp kaçmaya çalışınca annem peşine düşmüştü... Polis annemi korkutmak üzere havaya ateş açmış ancak annem kararlıymış... Polisi yakalayıp yere yatırmış... Polis ise diğer polislerden yardım istemek üzere düdüğünü çalmaya başlayınca annem onu bırakıp kaçmış...”

***  Bu olaydan birkaç gün sonra Stavrulla’nın annesi Eleni tutuklanmıştı ve polise karşı şiddet kullanmakla ve bir CMC aracına zarar vermekle suçlanmaktaydı. Bu suçlamalar için sekiz ay hapsi isteniyordu. Greve gitmiş olan diğer işçilerle birlikte mahkemeye çıkarılmıştı, onlara da benzer suçlamalar getirilmişti. Savunma avukatı Bay Kliridis idi ve polisi ciddi biçimde sorgulayınca, polis aracın yalnızca ön tamponunun zarar gördüğünü itiraf etti. Yargıç ise Bayan Eleni’nin çok isabetli atışlar yaparak araçta aynı noktaya taş atıp tutturduğunu söylemiş! Ve sekiz ay yerine yedi günlük hapislik vermiş Bayan Eleni’ye...

*** “Annemin hapse gönderildiği hakkında hiçbir fikrim yoktu” diyor Stavrulla. “Hatırlıyorum da, Paska’dan önceki haftaydı... Bana Mesarya bölgesinde bir yere işe gidip peynir alabilmemiz için para kazanacağını, böylece Paska için pilavuna yapabileceğimizi söylemişti annem” diyor. Stavrulla’nın annesi hapisten çıkınca Karavostasi’de kahramanlar gibi karşılanmış ancak hiç kimse onu işe almıyormuş artık, onun bir komünist olduğuna inanıyorlarmış ve onu işe alırlarsa, CMC’nin intikam alabileceğinden korkuyorlarmış... Eleni bir süreliğine sendikanın yardımlarıyla hayatta kalmış, sonra da eski patronu Bay Hacınikola ona iş teklif etmiş...

***  Stavrulla ilkokul beşinci sınıfı tamamlayınca, annesi onu bir terzi yanında terzilik öğrenmeye göndermiş... “İşten sonra arkadaşlarımla bakkalda kadınlar kahvesinde buluşuyordum. Birlikte oturup kahvemizi içiyor ve o günkü olayları tartışıyorduk. Sırayla kahve yapıyorduk. O kadar güzel zaman geçiriyorduk ki... O günlerde insanlar çok sosyaldi... Ben hep dostlarla çevrili olarak büyüdüm. Bu dönem benim için çok özeldi” diye anlatıyor.

11-051.jpg

 

Bu yazı toplam 1239 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar