1. YAZARLAR

  2. Aysu Basri Akter

  3. Rüyadan Gerçeğe…
Aysu Basri Akter

Aysu Basri Akter

Rüyadan Gerçeğe…

A+A-

Seyahat etmek birçok insan gibi benim de tutkum…

Dahası bana göre hayatı daha yaşanır kılan temel motivasyonlardan biri…

Çocuklarla seyahat etmek de doğduklarından beri rutinimiz. Özellikle küçük yaşlarda, “nasılsa hatırlamayacak, anlamayacak” gibi bütün olumsuz görüşlere inat çıplak gözle hemen fark edilecek gelişimsel avantajlarını yaşamış ebeveynler olarak, çocuklar için farklı ülkelere seyahat etmenin çok önemli olduğunu ve paha biçilmez deneyimler yarattığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Tabii ki, çocukla seyahat etmek zor, oldukça da yorucu. Ancak her şeye rağmen bizim vazgeçilmezimiz.

Yılda en az bir kez yapmaya çalıştığımız bu tatiller, onların sadece eğlenmeleri için değil aynı zamanda öğrenmeleri için de öncesinde üzerinde çalıştığımız projeler gibi.

Ben yalnız ya da ailece gidilecek her seyahat öncesinde, daha önce defalarca gitsem de ilk kez görecek olsam da araştırmayı, detaylı planlar yapmayı severim.

Bundan gerçekten keyif alırım.

O ülkenin kültürel, tarihi özellikleri, ilginç yanları, görülmesi gereken mekanları üzerinde ince ince düşünürken o kenti yaşamak ayrıca keyifli benim için.

Bu yıl yolumuz İsveç’in başkenti Stockholm’e düştü. Bu, çocuklarla gittiğimiz 4. İskandinav kenti.

Hepsinin ortak özelliği gelecek kuşaklara neredeyse doğmadan yatırım yapmaları.

Hemen hemen bütün müzelerde çocuklar için tasarlanmış interaktif öğrenme bölümleri olduğu gibi, hemen hepsine giriş ya indirimli ya da ücretsiz.

Birçok çocuk müzesi de mevcut…

Arlanda Havaalanı’nda ücretsiz olarak kullanabileceğiniz bebek arabaları var. Yere çizilmiş oyunlar çocukların alanda beklerken eğlenebilmelerini sağlıyor. Neredeyse maliyetsiz, son derece basit ancak ince düşünülmüş saygı uyandıran detaylar.

İlk anda kulağa sıkıcı gibi gelse de çocukların müzelerde öğrendikleri, sonrasında hatırladıkları beni gerçekten etkiliyor.

Özellikle müze görevlilerinin yanına gidip, merak ettiklerini bağımsız şekilde sormalarını izlemeye bayılıyorum.

Genellikle buralarda gördüğüm ve ırkı farketmeksizin bütün çocukların hiçbir yönlendirme olmadan, temel toplum kurallarına uymaları, örneğin bir akivite ne kadar heyecana verici olursa olsun, sabırla sırasını beklemesi, yolu üzerinde bir başkası fotoğraf çekilirken kenarda beklemesi, aslında saygı ve görgünün öğrenilen bir etik değer ve sosyal beceri olduğunu deneysel olarak da hatırlatıyor.

Bu gezimizde de Nobel müzesi, Teknoloji ve Bilim Müzesi yanında, dünyanın en eski açık hava müzesi olarak kabul edilen Skansen ve dünyanın önde gelen çocuk kitabı yazarlarından Astrid Lindgren’in ölmeden önce yarattığı Junikbacken müzesinde hikaye kahramanlarıyla hikayelerin içinde dolaştık.

Stockholm masal şehirlerden biri.

Ortaçağdan bu yana Avrupa’nın en iyi korunan kentlerinin başında geliyor. Kentin %30’u su, %30’u yeşil alan %40’ı da yerleşim…

Toplam 14 adadan oluşan şehir, 57 köprüyle birbirine bağlanıyor, bu yüzden de Kuzey’in Venedik’i olarak anılıyor.

Biz bu 14 adanın 8’ini gezip, 7 günde toplam 68 kilometre yürüyerek, kendi rekorumuzu kırdık.

Arel’e göre, “tatil çok güzel ama bütün İsveç’i yürümek biraz yorucu!”

Şehir içi adaların dışında toplam 30 bine yakın adası var, Stockholm’ün. Bu adaların bir kısmında rüya gibi evler ve yerleşim var. Bazıları ada olarak satılık!

Yaklaşık 3 saatlik bir gemi turuyla gerçekleştirdiğimiz önemli takımadaları turu, çocukların favorilerinden oldu. Ama ilk sırada aslında 2. Dünya savaşı zamanlarından kalma bir Amerikan icadı olan hem karada hem suda giden otobüs turu var.

İsveç’in 2014’de kendi mühendisleriyle yarattığı Ocean Bus turları da Avrupa’daki turizm odaklı ilk sertifikalı turlardan.

Stockholm dünyanın en çok ödüllendirilen, en temiz şehirlerinden biri. Sadece sokaklar değil, aynı zamanda halka açık tuvaletler de son derece temiz ve düzenli…

Şehirde dolaşırken sokaklar sadece güvenli değil, aynı zamanda harika bir parfüm kokusuyla selamlıyor sizi. Bu kadar yoğun ve doğal parfüm kokan sokaklar daha önce deneyimlemediğim bir kent harikası.

Stockholm’de anıt ağaç olarak da dikilen ve kentin temel peyzaj malzemelerinden biri olan Ihlamur ağaçları ve yaydıkları parfüm gerçekten inanılmaz bir güzellik.

Şehir fosil yakıt kullanmadan toplu ulaşım sağlayan ilk başkentlerden biri. Ve gerçekten son derece pratik, geniş, çok iyi çalışan bir toplu ulaşım sistemi var. Taksi ya da araç kiralama ihtiyacı olmadan şehri baştan aşağı rahatlıkla dolaşabiliyorsunuz.

2040 yılına kadar tamamen karbon nötr olmayı hedefleyen şehirde birçok noktada bisiklet ve scooter paylaşım istasyonları var. 2030 yılına kadar bu istasyonlara elektirikli araçların da eklenmesi bekleniyor.

Tabii ki, çocuklar için çoğu doğrudan güneş olan 18 saatlik gün ışığı bir başka ilginç ve Onları düşünmeye, sorgulamaya, araştırmaya daha çok soru sormaya iten bir başka dikkat çekici özelliği daha var Stockholm’ün.

Özellikle yaz aylarında güneş gözlüklerinizle yediğiniz geç akşam yemekleri hem ilginç hem de bu durum aktiviteleriniz için daha geniş bir zaman yaratıyor. Ama kış aylarında bu tam tersine dönerek, sadece 6 saat gün ışığı görebiliyorsunuz.

Çocuklar burada alışkın olmadıkları toplu taşımayı kullanmayı çok seviyorlar. Örneğin Kavin için en heyecan verici şeylerden biri otobüste, ayakta seyahat etmek.

Ama Stockholm’ün metro istasyonları da birer sanat galerisi. Hem de kelimenin tam anlamıyla. O yüzden 110 km uzunluğunda 90’dan fazla istasyonda sergilenen sanat eserleri sayesinde, dünyanın en uzun sanat galerisinin de bu şehirde olduğu söyleniyor.

İsveç kültürünün kalbinde yer alan “Fika” kültürü aslında bir kahve molası. İngilizlerin 5 çayı gibi ama hem çalışma hayatında hem de sosyal hayatta çok sahiplenilip saygı gösterilen bir ritüel. Genellikle sabah ve öğleden sonra olmak üzere günde 2 kez uygulanan Fika saatlerinin çalışma verimliliğini de artırdığı düşünülüyor.

Böyle bir şehirde, keyifli bir aile tatili sonrasında dönüşte karşılaştığım ilk haberlerden biri, İsveç’in sadece güzel bir ülke değil, insan ve kadın hakları konusunda da ne kadar ilerde olduğunu bir kez daha hatırlattı maalesef.

Burada yasalar kadınlara kürtaj hakkını sadece özel kliniklerde ve babanın onayıyla veriyor. Yani neredeyse kadının kendi bedeni üzerindeki temel haklarından birini yok sayıyor.

Bunu ağır suç kapsamında değerlendiriyor.

Karın ağrısıyla hastaneye başvuran bir kadın, bir şekilde ihbar edilerek, polis devleti gibi hemen kelepçelenerek mahkemeye çıkarılıyor.

Oysa, yasaların temel kabul görmüş bilimsel ve etik gerçekliklerden uzak kalması bir gerekçe olmamalı. Bu konuda siyaset üretenler daha aktif çalışmalı.

Ve daha da önemlisi toplum bunu talep etmeli.

Geçtiğimiz gün bu konuda yayınlanan haberlerin altında yapılan yorumların kesinlikle bu toplumun küçük bir kesimini bile temsil ettiğini düşünmek istemiyorum. 3 haftalık hamileliğini sonlandırmak isteyen bir kadını, linç edip küfürler sıralayan bir anlayışa sahip olduğumuza inanmak istemiyorum!

Sadece bir tatil yazısı olmayı hayal eden bu yazıyı tatilin ruhuna uygun İsveç örnekleriyle tamamlamadan geçmek de istemiyorum. Çünkü İsveç, kadın hakları konusunda da dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri.

1974’de yapılan kürtaj yasasına göre, İsveç’te kadınlar, herhangi bir gerekçe göstermeksizin gebeliğin 18. Haftasına kadar kürtaj yaptırabiliyor.

Ve bu kamu sağlık sistemi içinde sadece vatandaşlarına değil, ülkede yaşayan herkese, mülteci ve belgeleri eksik kişiler de dahil olmak üzere, ücretsiz olarak sunulan bir imkan.

18. hafta birçok Avrupa ülkesine göre ileri bir zaman olarak kabul edilse de etik ve bilimsel olarak bu fetüsün henüz gelişimini tamamlamadığı ve birey hakkına ulaşmadığı bir zaman olarak kabul ediliyor. Ayrıca, ağrı eşiğinin oluşmaması ve beynin tamamlanmaması ile kadının gebeliği farkettikten sonra düşünmek, zorunlu olan danışmanlık hizmetini almak için yeterli zamana sahip olması ile açıklıyor.

2014 yılında Feminist Dış Politika’da dünyada lider konuma gelen İsveç hem anneye hem de babaya ücretli doğum izni ve sosyal haklarından ayrılmadan çalışma saatlerini kısaltma hakkı vermesiyle de ünlü bir uygulamaya sahip.

OECD verilerine göre, kadınların iş gücüne katılımının %80’lerde olduğu ülkede, çocuk 8 yaşına ya da ilkokul 2. Sınıfın sonuna gelene kadar bu hakkınızı kademeli olarak kullanabiliyorsunuz.

Toplamda çocuk başına 480 gün doğum izni hakkınız var.

O yüzden çalışan kadınların %80’i doğumlarından sonra da çalışma hayatına devam ediyor.

Doğum yaptıktan sonra babayla birlikte çocuğun sorumluluğunu paylaşabiliyor.

Dünya Bankası verilerine göre, milli gelirinin kişi başı 58 bin dolara kadar ulaştığı bu ülkede yaşamak, sadece satın alma gücü değil, yaşam standardı, insan hakkı ve gelecek hayalleri için de masalsı…

Ama biz bu masalların dışında bir yerlere doğsak da bu coğrafya için hala yapabileceklerimiz olmalı….

Bu yazı toplam 1283 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar