1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. Özersay ve Nami
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

Özersay ve Nami

A+A-

 


Latince kökenli ‘Status quo’, yani Türkçe’deki denkliğiyle ‘Süregelen durum’, Kıbrıs sorunu söz konusu olduğunda, sıklıkla başvurduğumuz bir kelime.

Kimi zaman, 1974’ten sonra biçimlenen siyasi yapıyı, kimi zaman ise bu yapının bekçilerini işaret ederiz, ‘statüko’ diyerek.

Oysa gelinen aşamada, Kıbrıs sorunu sadece bilindik statükocuları barındırmıyor içinde.

Farklı siyasi, ekonomik ya da zümresel örgütler ya da bu örgütlerin farklı fraksiyonları, Kıbrıs sorunu konusunda halihazırda kendi statükolarını yaratmış durumda.

Ve her gelişmeyi, illa ki ezberlenmiş birtakım kalıplarla karşılıyorlar.

Mütemadiyen bir ‘karşı olma’ halimiz var.

Hepimiz, ‘kendi ötekimizin’ yaptığı her şeye karşıyız.

Bir zamanlar benzerlerini biz yapmış olsak da!

Hepimiz, şimdi ‘kendi ötekimize’ fayda sağladığını düşündüğümüz bütün girişimlere karşıyız.

Bir zamanlar bizim söylemlerimize fayda sağlayan benzer girişimleri, ‘meşru’ addetmiş olsak da!

Ancak Kıbrıs sorunu sadece özneler ve yüklemlerden ibaret değil.

Tümleçler, bağlaçlar ve zamirler de en az özneler ve yüklemler kadar hayati.

Dolayısıyla ‘nedenler’ ya da ‘nasıllar’ ile çok ilgilenmeyen her tür statükonun, artık panjurları biraz aralamasında fayda var!

***

Kıbrıs müzakere sürecinin Kıbrıslı Türk lideri, Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu.

Ve müzakereler, Eroğlu’nun kurduğu ekip tarafından sürdürülüyor.

Bundan daha doğal bir şey olabilir mi?

2010 Nisan’ında yapılan seçimde sandıktan çıkan Eroğlu olduğuna göre, süreci Eroğlu yönetecek.

Ve bunu, kendi seçtiği insanlarla yapacak.

Tıpkı 2005-2010 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapan Talat’ın, o dönem kurulan müzakere masasını kendi kurduğu ekiple yönettiği gibi.

***

Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs sorunu konusundaki politikası belli.

Tıpkı Denktaş, tıpkı Talat gibi, Eroğlu’nun da temsil ettiği bir siyasi gelenek var.

Ve dolayısıyla müzakere süreci kapsamında atılan adımları, yapılan açıklamaları  takip edip gerekli görülen durumlarda eleştirmek, Eroğlu’na muhalif her kesimin en tabii hakkı, haktan öte yükümlülüğü.

Bu, siyasetle iştigal ediyor olmanın da doğal bir sonucu, halkın siyasetten en tabii beklentisi.

Ama eleştirinin zemini de, en az eleştirinin kendi kadar önemli.

Kudret Özersay ismi üzerinden yapılmakta olan eleştirilen sonu bir türlü gelmek bilmedi mesela.

Eroğlu’nun tercihi miydi?

Yoksa Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın dayatması mı?

Bu sorunun yanıtını elbette merak ediyor olabiliriz.

Yanıt, müzakere sürecinin gelişimini analiz edebilmek bakımından da önem arz ediyor olabilir.

Ama bu tartışmayı sürgit etmenin, bize ne gibi somut bir faydası var?

Özersay’ı eleştireceksek, bunu müzakere masasında attığı adımlara binaen yapabiliriz...

Meclisi, sürecin seyri konusunda etkili biçimde bilgilendirip bilgilendirmediğine bakarak yapabiliriz...

Ama Özersay’ı ‘ismi’ üzerinden eleştirmenin, pek de meşru bir zemini yok.

***

Bir diğer tartışma konusu olan Nami meselesinde de benzer bir durum söz konusu.

Dışişleri Bakanı Özdil Nami müzakere heyetinde neden yok?

Hükümetin büyük ortağı CTP neden sürecin dışında tutuluyor?

Bu sorular, kendi başlarına anlamlı ve de haklı olabilirler.

Ancak UBP’nin Dışişleri Bakanı’nın da Talat’ın müzakere heyetinde temsil edilmediği dikkate alındığında, söz konusu soruların zemini de tartışılır hale geliyor.

***

Eroğlu’na karşı yürütülmekte olan muhalefetin zemini, bu muhalefetin toplum kesimlerince kabul görebilmesi açısından önemlidir.

Zemini doğru belirlediğiniz oranda, etkilisiniz demektir!

Aksi halde söyledikleriniz, ‘havada’ kalabilir.

Hedef, doğru ilerleyen bir müzakere zemini ise, eleştiri zeminine de dikkat etmekte fayda vardır.

Bu yazı toplam 2214 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar