1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Otoritenin Muhtaç Olduğu: SADAKAT
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Otoritenin Muhtaç Olduğu: SADAKAT

A+A-

Dört isim masaya sıralandı:
Aysu, Ulaş, Ali, Başaran.

Hepsini yıllardır ya ekranlardan ya da gazetelerden tanıyorsunuz.
Dördünün de isminin yer aldığı ortak bir liste var şimdi:
“Türkiye’ye giremeyenler.”

Suçları ağır(!): Gazetecilik.

Röportaj yaptılar, makale yazdılar, haber izlediler, televizyonda konuştular, sordular, sorguladılar.
İyice “sıkıladılar” anlayacağınız.

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde bu utancı hepimize yeniden anımsattı takvim…

Unutmaya terk edemezdik.
Çoğunlukla öyle yapıyoruz çünkü...
Kabulleniyor, kanıksıyor, normalleştiriyoruz.

“Unutmayacağız” dedikçe aslında unutuyor;
istemeye istemeye bu rezil düzene uyum sağlıyoruz.

***
“Pasaport polisi aldı, baktı. Bilgisayara ismimi girdi. Yüzü değişti. Amirini aradı. N82 var. Giremezsiniz. Ülkenizdeki konsolosluğa başvurabilirsiniz.”

Yeniden anımsıyoruz bu utanç verici diyalogları,
maruz kaldığımız hakareti,
hepimize dayatılan güvensizliği…

N82 şu anlama geliyor: Türkiye’nin millî güvenliğini tehdit (!)

Kim?
Aysu, Ulaş, Ali, Başaran.

Kendini “Cumhurbaşkanı” zanneden zat bu ayıbı hazmediyor…
“Başbakan” sanrısıyla yaşayanı ise umursamıyor.
Toplum zamanla unutuyor…
Meslektaşlarımız bile yeterince sahip çıkmıyor bu davaya.

***
6 ve 8 yaşındaki evlatlarının yanından alınarak, iki farklı koğuşta 19 saat nezarette tutulan
ve sabah 03.00’te adaya geri gönderilen Aysu,
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nun müdürüydü.

Kolaydır papaza “yef” çekmek…
Ama bu kötülüğün faili papaz değil, imam!
***
“O an Büyükelçiyi arıyorum. Telefonuma bakıyor, hiçbir bilgisi olmadığını söylüyor; benden o belgeyi istiyor. Gerekçesini soruyorum, hiçbir fikri olmadığını yineliyor…”

O Büyükelçi, şimdiki Büyükelçi.
Oyun mu oynuyorlar ne?

“Polis, neden koğuşta olduğumu soruyor. Bilmediğimi söylüyorum. İşimi soruyor; gazeteci olduğumu söylüyorum. O zaman, ‘ha anladım’ diyor…”

“Doğduğum yere giremedim.” diyor Ulaş.
Ali, Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan kendine yöneltilen tehditleri anlatıyor.

***
Ve hafta sonu…
Toprağa verdik o güzel, zeki, barışsever, yürekli insanı…
Sırrı Süreyya Önder.
Kıbrıs’ı Türkiye’ye en samimi anlatanlardan biriydi.

“İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi”nde şöyle demişti:
“Otoritenin en muhtaç olduğu olgu sadakattir dersek, yanlış yapmış olmayız.
Tüm enerjisini bizleri sadakat içinde tutmaya harcar.
Resmî ideolojiye, kutsallara, tabulara, babaya, krala, devlete, sınırlara, örfe, adete…
Tarihin başından beri böyledir.”

Sanki tam da bu toprakları anlatıyordu.
O yorgun gözlerini dünyaya kapatırken, birileri otoriteye sadakat gösterisiyle
onun cümlelerini doğruluyordu.
Yabancıların sevincine alkış tutarak…
Yerlilerin kelepçesine sessiz kalarak…
Gazetecileri dışlayarak…

***
Bu sadakat değil.
Bu, teslimiyet.

img-2643.jpg

Bu yazı toplam 1674 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar