Metsola’nın “Kıbrıs” ziyareti!
Bizler kendi bölgemizde, ülkemizde, KKTC’de, kimisine göre “işgal altındaki topraklarda” falan, yeni hatta ilk kadın (parti) liderimiz Dr. Sıla Usar İncirli’nin heyecanı ile uğraşırken; Avrupa Birliği’nin (AB) hatta belki de Dünya’nın en etkili kadın siyasi figürlerinden biri Kıbrıs’taydı!
-*-*-
Kıbrıs?
Güney taraf canım!
Resmi adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti!
Turkish propaganda diyor ki; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi!
Dedem da derdi, “Obir taraf!”
Tam Türkçesi, “Öteki taraf”tır sanırım!
-*-*-
Neyse!
Kıbrıs Cumhurbaşkanı – Rum lider – Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodoulides, Pazartesi günü, Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola'yı “Lefkoşa’da” ağırladı!
Güney Lefkoşa!
-*-*-
Metsola, Kuzey Lefkoşa’ya geçmedi!
Uzaktan bakmıştır!
Hatta isterse birkaç metreden de bakabilir!
Ama geçmez!
-*-*-
“Keşke geçse” diyesim var ama bir yandan da “iyi ki geçmiyor” falanlardayım yani!
Çünkü düşünün, Tufan başkanımız “yabancı bir liderin, siyasetçinin olası ziyaretinde (inşallah bir gün olur), mutlaka külliyeyi kullanır…”
-*-*-
Hala inat ve ısrarla diyorum ki, külliye, toplumumuzun yüz akı değil, yüz karasıdır!
Neden?
Canlarım benim, hastanesi – okulu olmayan “bizim taraf”ta; külliyenin varlığı, özellikle Batı medeniyetlerine göre “no ayran but we go to do shit with horse”tur!
-*-*-
Hatta bu meseleye değinmişken, şunları da yazalım istedim…
Yabancılar daha iyi anlasın!
-*-*-
“Ayranı yok içmeye atla gider sıçmaya”…
Yapay zeka diyor ki “kelime kelime çevirisi” şöyledir:
"He doesn’t have ayran to drink, but he rides a horse to go poop."
-*-*-
İngiliz bunu anlamayabilir!
Metsola da anlamaz!
Hristodulidis’i bilemem ama aslında anlatılmak istenen şudur:
"He can’t afford a simple drink, yet he shows off by riding a horse for trivial things."
-*-*-
Nedir anlatılan külliye ile?
İmkânı olmayan birinin gereksiz gösteriş yapması!
Yani okul yok, hastane yok, ilaç falan da yok, sahte diploma çok!
Ve bir de külliye!
-*-*-
“Champagne taste on a beer budget.” (Şampanya zevki, bira bütçesi)…
-*-*-
Yani kesinlikle itibarlı bir şey değil!
Bilmem anlatabildim mi?
-*-*-
Haaa gösterişi seviyor muyuz?
Çooook!
-*-*-
Amaaaan, İngilizce meselesini geçelim; “belki umurunuzdadır” diyerekten konumuza devam edelim…
-*-*-
Biliyorsunuz, bilmiyorsunuz, umursuyorsunuz veya umursamıyorsunuz ama “Kıbrıs”; 1 Ocak 2026’dan itibaren AB Dönem Başkanlığı yapmaya başlayacak!
-*-*-
Daha önce de “Başkanlık” yaptı değil mi?
Evet yaptı!
-*-*-
Yani, demek istiyorum ki bir değişiklik olmasını bekliyor muyuz?
-*-*-
Kestirmek zor!
-*-*-
Ancak Hristodoulides ve Metsola’nın verdiği mesajlar içerisinden seçtiklerimiz, bence dikkatlice değerlendirilmeli…
-*-*-
Metsola dedi ki, “Türkiye, AB aday ülkesidir…”
-*-*-
Başka ne dedi?
“Kıbrıs sorunu, Kıbrıs’ın sorunu değildir… Kıbrıs sorunu, ortak bir Avrupa meselesidir…”
-*-*-
Bir de “… Kıbrıs Avrupa’ya güvenebilir…” dedi!
Tabii ki “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden söz etti!
Kıbrıs, hangi açıdan Avrupa’ya güvenebilir?
Her halde, güvenlik, finans falan olmalı diye düşünüyorum!
-*-*-
“Biz” bu “güven” meselesinin kapsama alanında mıyız?
Bizim kim olduğumuz net değil ki!
Kıbrıs Türk Toplumu!
Kıbrıs Türk halkı!
Kıbrıs Türkü!
AB Vatandaşı Kıbrıslı Türkler!
Her neysek!
-*-*-
Tekrar etmek gibi olmasın ama Metsola’nın, “Kıbrıs sorunu diye bir sorun yoktur; ortak bir Avrupa sorunu vardır” demiş olması bence çok önemli!
-*-*-
Haaa olası çözümün modeli mi?
Çok üzgünüm be Ersin abi; beş sene senin dediğin o şeyden hiç söz etmedi!
Yani, “Egemen eşit iki devlete dayalı…” falan diye başlayan her hangi bir cümle kullanmadı…
-*-*-
Ne dedi?
BM kararlarına uygun…
Tek egemenliği olan bir Avrupa devleti…
İki toplumlu, iki bölgeli…
Federasyon…
-*-*-
Ve Hristodulidis’e döndü, “her zaman bu konuda yanınızdayız!”…
-*-*-
Nikos başkan ne dedi?
“Mümkün olan en kısa sürede Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için masaya oturmaya hazırım…”

Yürüyüş notları…
Yürüyüşler devam…
Bisiklet şimdilik zor…
Hava soğudu, rüzgar geçirmeyen kılık kıyafet almam lazım; Black Friday’de geçiş kapısı işkencesini bile bile yaşamak istemedim doğrusu ve gidemedim ama herhalde gider o “üstünüze yapışan” velesbitçi urubalarından ben de alırım!
-*-*-
Çok kilo vermiş olabilirim ama hala “şişko” sınıfındayım ve şişman birine o tip urubalar hiç gitmez diye düşünmekteyim!
-*-*-
Demek ki neymiş, eskiden “şişko” değilmişim!
Çok daha ötesi!
Obez mi desem, fil mi bilemedim!
-*-*-
Bu arada belirteyim, merak edenler vardır, 110 artı eksi 2 kilolardayım!
Ama 150 artı eksi beşlerden geldim!
-*-*-
Neyse!
Bol eşofman falan neyimize yetmez!
Göğse de okunmuş Yenidüzen koyar, rüzgarı keserim!
-*-*-
Okunmuş Yenidüzen!
Sevdim bu lafı!
Okunmuş su gibi!
Kutsal!
-*-*-
Evet, ne diyordum, yürüyüşler devam…
Enfes bir kulaklığım var; yürürken her şeyi dinliyorum…
Hatta son zamanlarda en büyük keyfim, “sesli kitap”lar…
Saçma sapan konularda bile olabilir!
Vakit daha hızlı geçiyor, mesafe kısalıyor!
-*-*-
Konsantre olup dinleyebildiğimde hiç de fena değil!
En basit – bir saatlik yürüyüşte, 15 – 20 dakikalık kitap özetleri, dört kitap edebiliyor!
-*-*-
Ya da son keyfim, “Anadolu Rock” tarzında, Neşet babanın nesi yapılmışsa!
Tavsiyemdir!
-*-*-
Hala konuya giremedim!
-*-*-
Şey diyecektim…
Son günlerde üç şey sürekli gözüme takılıyor…
Birincisi Lefkoşa ve Gönyeli trafiği!
Belirli saatlerde “kilit”…
Allah kimseyi düşürmesin!
-*-*-
Güney’e geçebilenler için “antrenman” nitelikli trafik keşmekeşi şeklinde de algılamak yanlış olmaz!
Ama Güney’e geçemeyenlerin şu anda yüzde 80’lik nüfusumuzu oluşturduğu “saptamam” da “ikinci yürüyüş gözlemim” olsun!
-*-*-
Gelelim üçüncüsüne…
En çok çalışan iş yerleri nereleri?
-*-*-
Kasaplar mı?
Hayır!
Ahali et alamıyor!
-*-*-
Supermarketler?
Eh!
Fena değil!
Kalabalık çok ama bir almada 8 somun ekmek alan çok sayıda Asyalı görmek bence üzücü!
-*-*-
Peki nereleridir en çok çalışan yerler?
İş yeri olarak kesinlikle “bet ofisler!”…
-*-*-
(Ticari düşünmezsek de camiler!
Hele Cuma öğleyin!
Geç Gönyeli’den geçebiliyorsan!
Yani camimizi bitti açalım gayrı!
Bu arada imam buldunuz umarım, değilse talibim, ciddiyim, yemin ederim, vallahi billahi)…
-*-*-
Pazartesi akşamüzeri, Fenerbahçe’nin, kendi evinde, Galatasaray ile berabere kalmış olmasını kutlamazdan birkaç saat önce, Gönyeli’deki tüm bet ofislerde, sanırsınız ki “bedava altın bilezik dağıtılıyordu”…
-*-*-
Ve bet ofislerde – bete gelenlerin tamamı – işçi, emekçi insanlar!
Yüzde yüz erkek!
Görüntü mutsuz!
Gülerek giren yok!
Acı!
Ama gerçek!







