1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Maraş’tan bir “kayıp” kütüphanenin izinde… (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Maraş’tan bir “kayıp” kütüphanenin izinde… (2)

A+A-

Çalınan, yakılan, satılan, “kayıp” edilen bir kütüphane… Mitsos Marangoz’un “kayıp” kütüphanesi...

“Paskalya yortularını ve Noelleri Mağusa’da geçirirdim çoğun, Mitsos amcamın evinde... Mitsos, babamın en küçük kardeşiydi ve sonradan, dedemin zorlamasıyla kereste fabrikasının yönetimini üstlenmişti. İşin aslı şu ki, Mitsos tüccar olmayı hiç mi hiç istememiş, Paris’te ya da Atina’da dilbilimi okumanın düşünü kurmuştu. Ama dedem bu konuda ona hiçbir söz hakkı tanımamıştı. Uzun zaman süregelen anlaşmazlıkları, babamın araya girmesiyle son bulmuş. O sıralar Viyana’da tıp fakültesi üçüncü sınıfta öğrenim gören babam, Mitsos’un dilbilimi okuma inadı yüzünden, eğitimini yarıda bırakarak kereste fabrikasının başına kendisinin geçeceği tehdidini savurmuş. Bu gelişme, Mitsos’un Paris’teki Ticaret Yüksekokulu’na kaydını yaptırmasında etkili olmuş. Orada, dilbilimi üstüne sohbetlere katılmak ve eski kitapçıları dolaşmak suretiyle, muhasebe ve ekonomi derslerinin yol açtığı can sıkıntısından kurtulmaya çalışıyormuş. Diplomasını alır almaz Kıbrıs’a döndü, fabrikanın başına geçti, belediye meclis üyesi oldu ve Elen kökenli Mısırlılar’dan Port Saidli Bebe yengeyle yaşamını birleştirdi.

s2-202.jpg

DENİZ KIYISINDA İLK EVLERDEN BİRİ...

Evleri, Evangelos Luizos’un barakası, Ordu Evi, İngiliz Kulübü ve dedemin sonradan kumar salonuna dönüştürülerek “Beyaz Kale” adı verilen, denize sıfır konumdaki eviyle birlikte, Mağusa sahiline yaptırılan ilk evlerdendi. Sahilin henüz oteller, eğlence mekanları ve müzik kutularıyla dolup taşmadığı zamanlarda amcamın evi, bembeyaz kolanları denizin içine değin uzanan büyük bir verandaya sahip, koskocaman bir evdi. Yazın Pazar günleri sık sık o verandada Milan usulü pilav, ızgara ve ortasında gül şeklinde doğranmış domates yerleştirilen salatalar yediğimizi anımsarım. Kış mevsimindeyse, gök mavisi duvarlarına Pol Georgios’un lacivert ve koyu sarı tonlarda tablolarının asılı olduğu yemek odasında sofraya otururduk.

 

ESKİ TABLOLAR,

AKRİLİK TUVALLER, ESKİ GRAVÜRLER...

Akşamları onlar evde yokken, dikkatle incelerdim bana tuhaf gelen o tabloları. Koridorlarda da akrilik tuvaller ve eski gravürler asılıydı, amcamın Paris’in ya da İskenderiye’nin eskici dükkanlarından topladığı... Kereste fabrikasından elde ettiği kazancının bir kısmını, yılda bir iki kez bunlara yatırmaktan büyük bir haz duyardı. Amcamın kitap ve dergilerle dolu odasına girdiğimde, yatağın yanındaki komodinin üstünde duran o küçük başucu lambasına takılırdı gözlerim, yalnızca kitabın sayfalarını aydınlatan. Üstüne kahverengi bir örtü serilen daracık yatağı görenler, onun bir münzeviye ait olduğu düşüncesine kapılırdı. Oysa yengemin yatağı oldukça gösterişliydi; geniş kuş tüyü şiltesi ve dantelli süslemeleriyle gözalıcıydı. Bazı geceler ya da sabahları, yengem henüz uyurken ya da alışverişe çıkmışsa eğer, - Mitsos’un bütün o talihsiz dilbilimi kitaplarını biriktirdiği – kütüphaneye inerdim.

 

GEZGİNLERİN

ANILARI...

Kütüphane, meşe kaplama raflarla döşeliydi ve turuncu renkteki ipek perdeler gün ışığını süzerdi. Tarihle edebiyat kitapları orada toplanmıştı ama özellikle kutsal toprakları, Lübnan’ı ve Kıbrıs’ı ziyaret eden gezginlerin anlatıları, geniş bir yer tutardı. Yanısıra parşömenler, başka eski günlükler de vardı. Latince okumayı öğrenmiş olduğum için başlığını okuyabildiğim “1687 Venedik” sözgelimi... Diğerlerine nazaran daha eski olan bu kitapların kendilerine özgü kokuları vardı. Çok sayıda kitabı bakım görmesi ve ciltlenmesi için Atina’ya gönderirdi. Geri döndüklerinde deri ciltleri üzerinde desenler ve arkalarında da altın yazılar olurdu...

s1-233.jpg

YAZMAYA

BAŞLIYORUM...

O günlerden birinde, kitapları kurcaladığım sırada, bir tanesi beni büyüledi. Palmiyeler, yaprak resimleri, balkonlar vb. mavi ve kiremit rengi birtakım küçük çizimlerin süslediği sayfalarda bazı tuhaf şiirlere rasgelmiştim. Ortaokula daha yeni başlamıştım. Onları okumaktan gizli bir haz duydum. Öyle ki bu bende bir alışkanlığa dönüştü. Ev boşalır boşalmaz, doğruca kütüphaneye koşup o şiirleri okuyordum, başkalarını değil ama. O şiirleri bir deftere geçirmeye başladım sonra. İlk başta olduğu gibi geçiriyordum, sonradan bir takım değişiklikler yapmaya başladım. Üstelik bu ufak tefek değişiklikler sayesinde, onların bütünüyle bana ait oldukları sanrısına kapılıyordum.

Yazma serüvenim böyle başladı işte. Birkaç yıl sonra, Mitsos bana içinde Kavafis’in şiirleri bulunan bir kitap armağan etti. 1935 tarihli ilk basımdı ve Takis Kalmuhos’un çizimlerini de içeriyordu. 1974’te Türk ordusu Mağusa’ya (Maraş’a) girdikten sonra, o kütüphaneden kurtulan tek kitap o oldu. Evin ya da kütüphanenin başına ne geldiğine ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz... Emin olduğumuz tek şey, o bölgenin iskana kapalı tutulduğu. Kuşkusuz, verandayla kitapları ot bürümüştür şimdi – hala oradaysalar tabii... Kumla örtülüdür üstleri...”

Niki Marangoz’un yukarıdaki öyküsü 1990’da Atina’da basılan ve “Kumla Örtülü” adını taşıyan (bu öyküyle aynı isimdir bu) öykü kitabında yer almıştı... Aynı öyküye Işık Kitabevi’nin yayımladığı “Karşı Kıyıya Geçenler” başlıklı Niki Marangoz’un şiir kitabında da buldum. Şiirlerini Gürgenç Korkmazel ve Ahmet Yıkık Türkçeleştirmiş... Niki Marangoz bu öyküyü kaleme alırken henüz bazı uluslararası müzayedelerde satışa çıkarılacak olan amcasının kütüphanesinden çalınmış kitaplarının pek azını para ödeyerek tekrardan satın alacağını   bilmiyordu...

 

HER BİR YERİ

TEKRAR TEKRAR

GEZİYORDU...

Niki Marangoz’la nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum ancak barikatlar açıldığında, çılgınlar gibi kuzeyde her tarafa gitmeye çalıştığını hatırlıyorum – nefes nefese dolaşıyordu Karpaz’ı, Girne’yi, St. Hilarion’u... Çocukluğunda bir mürebbiye eşliğinde gittiği ve tarihçesini öğrendiği her bir tarihi yeri tekrar tekrar ziyaret ediyordu...

2005 yılında “kayıplar”la ve toplu mezarlarla ilgili İncisini Kaybeden İstiridyeler başlıklı kitabım önce Türkçe olarak yayımlanmıştı. Ardından İngilizcesi ve Rumcası yayımlanmıştı kitabımın ve Niki Marangoz, 1980’den beridir yürüttüğü kitabevinde “İncisini Kaybeden İstiridyeler”i satışa sunmuştu, dağıtımını da üstlenmişti... Kıbrıs’ın güneyinde dağıtım şirketleri yüzde 55 kar payıyla çalışırken, Niki Marangoz, benim kitabımı yüzde 20-25 bir kar payıyla dağıtmayı üstlenmişti...

“Senin öykülerin benim öykülerime çok benzer” demişti, “yazı üslubumuz da çok benzer...” ve bana “Mağusa’dan Viyana’ya” başlıklı kitabını hediye etmişti...

 

ONLAR İÇİN BARIŞ, BİR YAŞAM

BİÇİMİYDİ...

Eşi Konstantinos Kandunas’la da arkadaş olmuştuk ve o da, Niki Marangoz da, iki toplumlu etkinliklerde aktif olarak yer alıyorlardı. Onlar için barış, bir yaşam biçimiydi, bir “hobi” olarak birkaç gruba katılıp fikir beyan etmekle falan alakası yoktu... Çok geniş kültürlü bir aileydiler ve Kandunas da barikata yakın bir ofis açmıştı kendi cebinden ödeme yaparak ve bu ofiste Kıbrıslıtürkler’e çeşitli gündelik işlerinde yardımcı olan bir de Kıbrıslıtürk istihdam etmişti... Kıbrıslıtürkler’in kimlik kartı, sağlık sorunları vs. gibi olduğunu tahmin ettiğim konularda gidebilecekleri bir ofisti bu, gönüllü olarak kendilerine yardımcı olan...

Sonuçta Konstantinos Kandunas’a, Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejim dişlerini göstermiş ve çeşitli tacizlerde bulunmaya girişmişlerdi... Belki bunun nedeni, kendisinin bir avukat olması ve çeşitli mülkiyet konularında üstlenmiş olduğu davalardı... Ancak Kandunas’a çok kötü muamele edilmiş olduğunu, bunun defalarca yapılmış olduğunu da hatırlıyorum...

 

AMCASININ

ETKİSİYLE KİTABEVİ KURMUŞTU...

Niki Marangoz, herhalde çocuk yaşlarda amcası Mitsos’un kütüphanesinin büyüsüne kapılmış olacak ki kendine ait “Marangoz” diye bir kitabevi kurmuştu...  Niki Marangoz, 1980 yılından 2007 yılına kadar kendisine ait kitabevini çalıştırmıştı – sonra kitabevini kapatmıştı... 2013 yılında Mısır’da bir trafik kazasında hayatını yitirdiğinde ondan geriye bize şiirleri, düzyazıları, öyküleri kalmıştı... Bir de kalbi kırılan Kostantinos Kandunas kalmıştı geriye – Kandunas yıkılmıştı Niki’nin ölümüyle... Toparlanması uzun zaman alacaktı...

 

ANNA MARANGOZ...

Niki Marangoz’un kızkardeşi Anna Marangoz da olağanüstü bir insandı – onunla da Lefkoşa’nın geçmişine ilişkin güzel bir röportaj yapmıştım. Anna Marangoz, Lefkoşa’nın Kıbrıslırum Belediye Başkanı Lellos Dimitriadis’i ikna ederek Mağusa Kapısı’nın tümüyle canlandırılmasını sağlamıştı. Bir kentin bu bölümünün kurtarılmasını, canlanmasını, lokantalarla, publarla, kafelerle dolmasını, tamir edilip bakımının yapılmasını sağlamıştı... Anna Marangoz’un da kitapları vardı...

 

MARİNA

MARANGOZ...

Bir kızkardeşleri daha vardı ki o da Avustralya’da yaşıyordu – onunla hiç tanışmamıştım ancak o da gazeteci-yazardı... Sosyal medyadan arkadaş olmuştuk... Maraş’la ilgili bir sosyal medya sayfasındaki paylaşımını görünce Marina Marangoz’la temasa geçmiştim...

Maraş’la ilgili bir sosyal medya sayfasında, Niki Marangoz’un bu sayfaya aldığımız yazısında sözünü ettiği Maraş’ta amcaları Mitsos Marangoz’un evinin ve kütüphanesinin bir fotoğrafı yayımlanmış ve Türkler’in burayı “Sofia Loren’in evi” olarak takdim ettikleri, halbuki Sofia Loren’in hayatında Maraş’a hiç gitmemiş olduğu yazılıydı! Marina Marangoz da bu paylaşımın altına, bu evde Pazar ikindilerini nasıl geçirdiklerini yazarak amcası Mitsos’tan söz etmişti...

Bunun üzerine Marina Marangoz’la temasa geçerek ondan bu evle ilgili hatıralarını kaleme almasını istemiştim...

Sevgili Marina Marangoz öyle yaptı ve evle ilgili hatıralarını kaleme aldı... Ve hatta Mitsos Marangoz’un gelini olan Maro Marangoz’dan da bu evle ilgili neler hatırladığını kaleme almasını istedi... Marina Marangoz’un yazısına geçmeden önce, Mitsos Marangoz’un tek oğlu Nikos Marangoz’la evlenen (daha sonra boşanmışlar) Maro’nun bu evle ilgili hatıralarını paylaşmak istiyorum...

Maro Marangoz, evle ilgili olarak şunları anlatmış Marina’ya:

*** Evin Baccarat kristalinden şamdanları ve döşemelerde kullanılan mermerleri İtalya’dan getirilmişti, hepsi de özel sipariş üzerine, özel olarak üretilmişti... Yemek odasının duvarları çok açık bir Renoir mavisi idi, “Regency” tarzı bir yemek odası takımı vardı – oturma odasındaki koltuklar ise ipek kaplıydı, bunlar açık somon rengi ve sarı renklerdeydi – yerlerde çok güzel İran halıları bulunmaktaydı...

***  Ev çok tanınmış bir İngiliz dekoratör tarafından döşenmişti – sanırım adı Bay Neam idi ve evin tamamlanması yıllar almıştı çünkü pek çok materyal ithal edilmişti ve en iyi kalitedendiler...

***  Bu evin kapısından giren pek çok ünlü şahıs ve siyasi şahsiyet vardı... Örneğin Marantonio Bragadino’nun büyük torunu için Mitsos’un terasında öğle yemeği hazırladığımı hatırlıyorum... Çok yakışıklı genç bir adamdı bu, parmağında ise Bragadino mühürü taşıyan aile yüzüğünü taşıyordu...

***  Yine o dönemin çok ünlü bir Yunan modern dansçısı ve kareografı olan Rallu Manu ve ekibini de hatırlıyorum – onlar Samais Antik Tiyatrosu’nda gösteri yapmaya gelmişlerdi. Mitsos’un terasında prova yapmaya davet edilmişlerdi...

***  Mitsos, geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etti ama “gerçekte”, KALBİ KIRILDIĞI İÇİN öldü çünkü en büyük aşkını, Mağusa/Maraş’a olan aşkını bırakmak zorunda kalmıştı ve bir daha asla oraya geri dönemeyecek olması olasılığı ve gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kalınca kalbi kırılmıştı...

***  Genç bir adam olarak edebiyata çok düşkündü ve bir gazeteci ve bir yazar olmayı çok istemişti fakat babası ona bunu yasaklamıştı – babası, bir oğlunun zaten Viyana’ya tıp okumak üzere gittiğini, bir diğer oğlunun da başını alıp istediği gibi gidemeyeceği ve böylece aileye ait işin bir kenara atılamayacağı hakkında sık sık söyleniyordu... Böylece Mitsos, Paris’te ticaret okumak durumunda kalmıştı... Genç bir öğrenci olarak ona gönderilen parayı arttırıp bununla kitap satın alıyordu... Ve kendi adına bir işadamı olunca da, Londra’da Ierotheos Kikkotis’e açık çek vererek, Kıbrıs’la ilgili her bir kitabı almasını istedi ve böyece edebiyat imparatorluğunu kurmaya girişti...

***  Yazmayı, şiir ve düz yazılar okumayı çok seviyordu... Takma ismi “Frankofile” idi... Son derece disiplinli ve sert mizaçlı bir insan olarak btanınsa da, aynı zamanda düşler kurmayı seven bir insandı... Onu, çok sevdiği torunları ve yeğenleriyle yerde oturup oynarken görebilirdiniz...

 

(Devam edecek)

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1856 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar