1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. “Kullanılmaya müsaidiz!”
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

“Kullanılmaya müsaidiz!”

A+A-

“KKTC halkının desteğini alarak Cenevre’ye gittim” demek, Türkiye’nin en tepesinden de bunu böyle lanse etmek ne kadar doğru ve ne kadar etiktir?

Cenevre’ye gidişten daha üç gün önce yıllardan sonra yeniden İnönü Meydanı’nı dolduran kalabalıklar Federasyon’u savunurken, aynı dakikalarda Kıbrıs’ın güneyinde yine Federasyon’u savunanlar toplanırken siz “KKTC halkının desteğini aldım” demekle birilerini kandırdığınızı ve sanıyorsunuz!

Federasyonu savunan kalabalıklara rağmen, gidip Cenevre’de şimdiye kadarki bütün anlaşma ve kararları hiçe sayarak 6 maddelik öneri sunup KKTC’nin tanınmasını istemek, desteğini aldığını savunduğunuz Kıbrıslı Türklerinin geleceğini karanlığa atmak sorumsuzluğu değil midir?

KKTC’nin tanınması ve ayrı devlet istemenin nasıl bir dayanağı olduğunu sorgulamak gerekir;

1974 Türkiye’nin müdahalesi, Otonom Devlet, Federe Devlet ve KKTC’den sonra 47 yıl geçmiş.

Geldiğimiz nokta;

“Türkiye para göndermezse maaşları ödeyemeyiz.”

Daha iki gün önce Maliye Bakanı’nın söylediği sözler… Geçtiğimiz dönemde de sık sık duyduğumuz cümleler bunlar…

Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportuyla seyahat edebilmemiz, yine o pasaportla limanlarda EU muamelesi görmek ve köpekler tarafından aranmamak, öğrencilere yaratılan avantajlar ve yine 2004’te referandumda ‘evet’ denilmesinin neticesinde (daha fazla şey beklesek de) belediyelere, sivil toplum örgütlerine, altyapılara Avrupa Birliği tarafından yapılan yardım ve destekler…

***

Şimdi ayrı devlet isterken her ay Türkiye’nin para göndermesini beklemek midir atılan hava!

Ayrı devlet isterken “parayı veririm, istediğimi yaptırırım” diyenlere boyun eğmek midir ‘ayrı devlet’ anlayışı!..

“KKTC tanınsın” derken, “Bana 5 dönüm verin size külliye yapayım” vaatlerinin bitmesini istemediğiniz için midir?

“Eşit egemen devlet” derken, eşitlikten ve egemenlikten anlayışınız bir ülkenin elçiliği tarafından yönetilmek midir?

‘Ayrı devlet’ derken sporcunuzun, sanatçınızın yurt dışına açılamaması, kapalı kalması, kendini geliştirememesi midir?

‘KKTC ilelebet’ yaşayacak derken, çiftçinizin, hayvancınızın, esnafınızın, zanaatkarınızın, sanayicinizin üretememesi, üretirse de satamaması, haksız rekabet altında ezilmesi midir talep ettiğiniz?

Başka olanak olmadığı için pandemi öncesi ve şimdi de öğrenciden para kazanmak, onlara eğitim vermek değil de paralarını almak için plan yapmak mıdır büyük KKTC projesi!

Turizmcinin yine başka olanağı olmadığı için Türkiye’den kumarcının gelmesini beklemek, kapılar açıkken Kıbrıs’ın güneyine gelen turistin kuzeye geçmesini de beklemek midir ayrı devlet istemenin avantajları!..

***

Anlamak istiyorum; Atanmış da olsanız bir toplumun en tepesindeki makamda otururken başka bir ülkenin çıkarları uğruna söylemlerde bulunmak, kendi toplumunun kullandırılmasına olanak sağlamak ve bunu da fiilen uygulamak, yine o toplumun geleceğini tehlikeye atmak ne kadar insanidir, ne kadar kabul edilebilirdir, ne kadar vicdanidir?

Bunu yaparken, ipler başkasındayken o iplerin hareketine göre hareket etmek geceleri rahat bir uyku çekilmesine engel teşkil etmez mi?

Bir Cumhurbaşkanı, bir hükümet, bazı kurum ve kuruluşlar, bazı kişiler başka bir yerden idare edilmeyi, boyun eğmeyi, ellerini önünde kavuşturmayı, el-etek öpmeyi, emir almayı, şükran çekmeyi ne kadar içselleştirebilir, nasıl bir yaşam biçimi olarak kabullenebilir?

Gerçekten anlamak zor.

 

 


 

Bir “Kullanılmaya müsaidiz!..” daha…

 

Osman Balcıgil’in ‘En Hüzünlü Eylül’ünü okuyorum bugünlerde…

Belgesel tadında bir roman... 1955 öncesi İstanbul’da, Büyükada’da yaşamlar üzerinden 6-7 Eylül’e gidiş günlerini anlatıyor…

O günlere gelişi Kıbrıs üzerinden de yorumluyor… Kıbrıslı Rumların artık İngilizlerin yönetiminden rahatsız olmaları ve bazı karşı çıkışlar, tepkilere karşın İngilizlerin de Kıbrıslı Türkleri, Türkiye’yi bu tepkilere karşılık verilmesi yönünde taraflarına çekme girişimleri ve öyle ilan edilmese de Türkiye’de devlet tarafından kurulan ve yaygınlaşma çalışmalarının bizzat yönetildiği Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin gelişimini anlatıyor.

O dönemde bu çalışmaları yürütenlerin “ilk kez Kıbrıs’ta bir taraf olarak devreye girebiliyoruz, üçlü görüşmelere çağrılıyoruz” itiraflarına tanık oluyoruz kitabın sayfalarında…

6-7 Eylül olaylarına henüz gelmedim ama Büyükada’da Türk ve Rum iki ailenin yediklerinin, içtiklerinin ayrı gitmediği günlerden mecburen ayrılacakları günlere geliş yavaş yavaş yaklaşıyor… Sanki o günleri önceden okumuşum gibi bir hüzün ve öfke daha o sayfaları okumadan içime yerleşmiş gibi…

Çünkü bize çok da uzak olmayan duygular bunlar… Hatta yakından tanık olmuşuz, biz de zorunlu göçler yaşamışız, düzenimiz değişmiş, birilerinin çıkarı nedeniyle yaşamlarımız alt-üst olmuş, ölüler-kayıplar vermişiz...

Hâlâ da sürüyor bu alt-üst oluşlar… Kullanılmalar da sürüyor… Boşuna dememiş Kutlu Adalı Kıbrıs’a “Akdeniz’in fahişesi” diye…

İşte bu kitapta da böyle; O tarihlerde İngilizler için Türkiye de devreye giriyor, kullanılıyoruz biz ve bu kez Kıbrıs için İstanbul’daki, Türkiye’deki Rumlar, azınlıklar da kullanılıyor, onların yaşamları da değişiyor…

Sözün kısası Kıbrıs, uzun yıllardır kendini de, çevresini de etkilemeye devam ediyor… Bu olumsuz etkinin bitmesi için kalıcı bir çözüme ihtiyaç var ki yine kendi Federe Devleti’nin olacağı, kendi hükümetinin, kendi bütçesinin, kendi ayrı anlaşmalarının olacağı bir devlet ama üstte de ayrı bir idare… Zenginliklerin de başarıların da, belki olumsuzlukların da paylaşılacağı ama artık kullanılma çabalarının biteceği bir çözüm.  

Bu yazı toplam 1207 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar