1. YAZARLAR

  2. Salih Sarpten

  3. Kim Hatalı?
Salih Sarpten

Salih Sarpten

Kim Hatalı?

A+A-

Köy okulu, kent okulu, özel okul, kamusal okul ayrımı yapmaksınız hemen her okulda öğretmenlerin ortak düşüncesi şu: Okullarımızdaki öğrencilerin ihmal edilemez bir kısmı; yalan söylemekte, sınavda kopya çekmekte, öfkelendikleri zaman birilerine zarar vermekte, arkadaşlarına kaba ve kötü davranmakta, çevreleriyle iletişim sorunu yaşamakta, içki, sigara ve benzeri kötü alışkanları yönelmektedirler.

Fark ediyor musunuz? Çocuklarımız artık;

  • Küfürlü ve argo konuşmayı, kaba dil kullanmayı sıradan bir davranışmış gibi yapıyorlar.
  • Sorumluluk almaktan kaçınıyorlar, sadece kendi isteklerine odaklanıyorlar.

Dahası;

  • Kitap okumayı sevmiyorlar,
  • Şiir, müzik, resim gibi sanat uygulamalardan haz almıyorlar,
  • Düşünmüyor, kendi yaş grubuna uygun yaratıcı bir fikir ya da öznel bir öneriyi ifade etmiyor ya da edemiyorlar.

Eğitim sistemimiz her açıdan eleştiri alıyor, hayati düzeyde birçok eksiklik içeriyor. Hiç kuşku yok ki, çocuklarımızın olumsuz tutum ve davranışlarında eğitim sistemimizin bu eksik, çağ dışı ve çarpık yapısının etkisi çok büyük ama en az sistem kadar anne-babalar olarak biz ebeveynlerin kabahati de az değil...

Çünkü çarpık bir sistem içinde eğitim alan çocuklarımızın okul dışındaki yaşamlarında da şunlar var:

  • Uyumadan önce en son ve uyandıktan sonra ilk önce cep telefonunu gören bir ev içi yaşam biçimi,
  • Dijital cihazlar tarafından akılları başlarından alınmış ebeveynler,
  • Çocukların “dünyayı yönetmesine” izin veren müsamahakar aileler,
  • Sorumluluk yerine her şeyde hak iddia etme duygusunun hakim olduğu aile tartışmaları,
  • Yetersiz uyku ve dengesiz beslenmeyi önemsemeyen anlayış,
  • Sabit, kapalı mekanda geçirilen hayat,
  • Sonsuz sayıda dijital uyarıcı, anlık hazlarla geçirilen yüzeysel bir çocukluk çağı.

Sıradan yaşam süren 14 ile 16 yaş arasındaki bir genç günde 3000 farklı uyarıcı ile karşılaşmaktadır. Gençler, 18 yasına geldiklerinde bu uyarıcıların sayısı 10 milyona çıkmaktadır. Aynı zamanda bu gençler, günde ortalama 4 saatlerini internette harcamaktadır. Günlük hayattaki pazarlama ve eğlence yoğunluğundan gelen mesajlar genç insanlara anti sosyal ve duygusuz davranışlar kazandırma gibi olumsuz etkilerde bulunmaktadır.

Kültürel açıdan yeterli sosyal alan ve bos zamanlarını değerlendirebilecekleri etkinliklerin olmaması gençlerin sosyalleşmesini engellemektedir. Dahası gençler, toplumun onlara güvenmediği veya yeteri kadar değer vermediği algısını da taşımaktadırlar.

Farklı alanlardan mezun çok sayıda üniversite öğrencisi, eğitim aldıkları alanın dışındaki işlerde çalışmak durumunda kalıyorlar. Gençler ne kamuda ne de özel sektörde nitelikli bir yaşam sürebilecekleri mesleğe başlayamıyorlar.

Ancak bütün bu olumsuzlukların arasından sıyrılmış, toplum aydınlık yüzü olmaya aday gençlerin varlığı da inkar edilemez. İşte bu gençler, sosyal-duygusal öğrenimi güçlü olanlardır.

Çocuk, ergen ve gençlerin duygularını fark etmesi, içinde yaşadığı çevre ve toplumu önemsemesi, sorumlu davranmayı, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmayı, kendisi ve çevresine, aktif yurttaş olarak nitelikli ve iyi bir insan olarak yaşamayı öğrendiği bir sürece sosyal-duygusal öğrenme diyoruz.

Sosyal-duygusal öğrenme, öğrencinin gerek okul yaşamında gerekse okul dışında tüm yaşamı boyunca gelişimini sağlar. Bu öğrenme temelde; problem çözme becerileri, iletişim becerileri, özgüven becerileri ve stresle başa çıkma becerileri içerir. Sosyal-duygusal öğrenme; iş birliği, girişkenlik, öz kontrol, plan yapma, zihinsel esneklik, cinsel gelişim, genel sağlık durumu ve okul başarısı gibi nitelikleri gelişmesinin en önemli anahtarıdır.

O halde; neden çocuklarımızın sosyal – duygusal öğrenmelerine, akademik başarıları kadar önem vermiyoruz? Daha anlaşılır bir biçimde söyleyeyim; Neden çocuklarımızın sınav notunun, onun sosyal-duygusal davranışından daha önemli olduğunu düşünüyoruz?

egitim-026.jpg


Anlayan Gülmece

Bu Kadar Fark İçin

İki tavuk konuşmaktadır:

Birincisi : - “Ben senden değerliyim. Cinsim bulunmaz. Çünkü yumurtalarım seninkilerden iki kat daha büyük.”

İkincisi :  - “Ne önemi var ki bunların”  diye yanıt verir.

Birincisi : - “Ama benim yumurtalarımın tanesi 95 kuruş, seninkiler ise 90 kuruşa satılıyor.”

İkincisi : - “Bu kadar fark için o kadar zorlanmaya değmez...”


Okumuş muydunuz?

Başarıyı, insanlığa hizmetimizin ve insanlıkla ilişkimizin niteliği yerine, otomobilimizin ve maaşımızın büyüklüğüyle ölçmeye eğilimliyiz.

Martin Luther King

Bu yazı toplam 1638 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar