1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kıbrıs sorununda beş tane politika çelişkisi…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kıbrıs sorununda beş tane politika çelişkisi…”

A+A-

Dionissis Dionissiu/POLİTİS

(Değerli araştırmacı yazar, POLİTİS gazetesi yöneticisi Dionissis Dionissiu, Kıbrıs sorununda beş politika çelişkisini kaleme aldı… 5 Ekim 2025’te POLİTİS gazetesinde Rumca, daha sonra ise POLİTİS’in İngilizce online gazetesi olan “Politis to the point”te yayımlanan Dionissiu’nun bu yazısını okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)

Kıbrıs sorununu çözmek neden o kadar zordur? Türkiye’nin tavrının ötesinde her bir Kıbrıslırum yaklaşımı dürüst ve daha da önemlisi rasyonel olduğu sürece saygı gerektirir. Sağlam bir analiz, doğru düzgün verilere ve bu verileri mantıklı biçimde ele almaya dayanır – korkuya, komplo teorilerine, duygusallığa veya gizli çıkarlara değil. Son 50 yıldan bu yana çelişkilerimiz, güvenilirliğimize gölge düşürerek pazarlık gücümüzü azalttı, aynı zamanda hükümet, kurumlar ve kamuoyu arasında kafa karışıklığına yol açtı. Sonuç: Stratejik sürüklenme oldu…

İşgal altındaki bölgelerde toprağın yüzde kaçı geliştirildi? Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaptığı incelemelere göre tahminler %8-10 civarındadır. Bunun dışında kalan ve ağırlıkla Kıbrıslırumlar’a ait olan topraklar, gelişmemiş durumdadır. Belirli koşullar altında ve Annan Planı ile Guterres Çerçevesi’ne dayanarak bu arazilerin çoğu, yasal sahiplerine geri verilecekti.

Pek çok yurttaş ve bazı liderler, şimdilerde artık mevcut durumdan (statükodan) hoşunut görünüyor, hatta rahat görünüyorlar; Kıbrıs'ın tamamının AB'ye girmesine yol açsa bile bir çözümün daha riskli olduğunu düşünüyorlar. Statükonun bu “güvenliği” gerçek midir yoksa bir illüzyon mudur?

 

***  1 NUMARALI ÇELİŞKİ: STATÜKONUN GÜVENLİĞİNE KARŞILIK BİR ÇÖZÜMÜN GÜVENLİĞİ…

Askeri bakımdan Türkiye, gerek insan gücü, gerekse araç-gereç bakımından Ulusal Muhafız Gücü’nü fersah fersah geride bırakmaktadır. Öyleyse, Türkiye tarafından empoze edilmiş olan ve yeniden ihlal edebileceği 183 kilometrelik Yeşil Hat’tın yanında Kıbrıslılar neden rahat rahat uyumaktadır? Asker sayısını Zürih-Londra düzeylerine azaltacak olan ve daha da azaltma olasılığı içeren bir çözüm, (yaklaşık 1,700 Yunan ve Türk askeri) neden daha az güvenli geliyor?

 

***  2 NUMARALI ÇELİŞKİ: SÖZDE CAYDIRICILIK, SİNYALLERDE TIRMANIŞ…

1974’ten bu yana, askeri bir çözümün imkansız olduğunu politika kabul etmiştir; (bu nedenle) Milli Muhafız caydırıcılığa dayanmaktadır ve bu arada dipolomasi yoluyla başka avantajlar aranmaktadır. Ancak Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis’in başkanlığında son yıllarda Kıbrıs karmaşık sinyaller göndererek Türk propagandasını beslemektedir: Bu da, Kıbrıs’ın güney yarısının ABD, Fransa, İsrail ve Yunanistan için bir üs haline geldiği iddialarıdır, “gezegendeki en militarize edilmiş bölge” olduğu yönündeki iddialardır. Bu resim yanlıştır ancak resmi geçitlerde kullanılan dil ve sloganlar, savaşa hazır bir ülke görünümünü akla getiriyor. Bu nereye doğru gidiyor? Türkiye, Kıbrıs’a daha fazla kuvvet getirebilir; Kıbrıslırumlar’dan korktuğu için değil ancak Doğu Akdeniz’deki duruşunu güncellemek, riskleri arttırmak ve Cumhuriyet’in egemenliğini zayıflatmak maksadıyla yapabilir bunu…

 

***  3 NUMARALI ÇELİŞKİ: “GASPÇILARIN” PEŞİNE DÜŞMEK Mİ YOKSA BİR ANLAŞMA YOLUYLA TOPRAKLARI GERİ ALMAK MI?

Kuzeydeki yabancı yatırımcıların tutuklanması, sömürülen Kıbrıslırum mülklerinin küçük bir kısmını hedef alıyor. Kuzeyin 3,355 kilometrekaresinin yüzde 78’i, 1974 öncesinde Kıbrıslırumlar’a aitti; bu da kabaca 2,600 kilometre kare demektir ki  Kıbrıslıtürkler’e ve natüralize edilmiş olan Türkler’e dağıtılmış parsellerden maada, bu kuzeydeki rejim tarafından “devlete ait” toprak olarak ele alınmaktadır. Bunun da yalnızca yüzde 8-10 kadarı geliştirlmiştir, geriye kalanı öylece durmaktadır. Annan Planı çerçevesinde ve Guterres Çerçevesi’nde önemli oranda toprak parçaları, yasal sahiplerine iade edilecekti – onlar da bu arazilere geri dönemk mi, özgür bölgelerdeki Kıbrıslıtürk mallarıyla değiş-tokuş etmek mi yoksa tazminat mı isteyeceklerine karar vereceklerdi – bu durum Loizidu ve Orams davalarında zaten haklı görülen çözümlerdi. Eğer müzakerelerin gerçekten de 2017’de kaldığı yerden devam etmesini istiyorsak, “gaspçı avına” takılı kalmak bizi geriye götürür, sorunları keskinleştirir ve çözümü uzağa doğru iter. Oysa bir çözümle, Kıbrıslırum göçmenler binlerce kilometre karelik malı – atalarının toprağını - geri alırlar…

 

***  4 NUMARALI ÇELİŞKİ: DOĞAL GAZ BİR KATALİZÖR MÜ YOKSA HANÇER Mİ?

Doğal gazın bir çözüm için bir katalizör olduğunu söylüyoruz. 2014-2015 yıllarında ABD Başkan Yardımcısı (ve sonrasında da ABD Başkanı) olan Joe Biden, Kıbrıs’ı merkez alan bölgesel bir enerji yayı düşüncesini ileri götürmektedydi ki buna Mısır, Yunanistan, İsrail, Lübnan ve Türkiye dahildi.

Ankara maksimalizmi kısmen rafa kaldırırken; büyük şirketler (Total, Eni, ExxonMobil, Chevron) Kıbrıs'ın MEB'inde (Ekonomik Bölge) çalışmaya başladı. Özellikle İsrail bu politikayı seçici bir yorumla ve Yunanistan ve Kıbrıs'ı da yanına alarak, Türkiye, Suriye ve Lübnan'ı dışladı ve Avrupa'ya koridorlar inşa eden meşhur Üçlü Anlaşmalar ve projeleri (EastMed, GSI) ortaya çıkardı. Bir çözümü sağlamak yerine bu politika bizleri tehlikeli yollara gtürdü: Türkiye, ENİ’nin Üçüncü Blok’ta kazı yapmasını engelledi ve Karpathos'tan Kıbrıs'a doğru GSI (“Great Sea Interconnector” - denizaltı kablolu elektrik bağlantısı projesi) hattının geçişini engelledi. Enerji iş birliği sekteye uğradı. Oysa uygun koşullar sağlandığında gaz, Türkiye'yi Kıbrıs, İsrail ve Mısır'la anlaşmalara çekebilirdi. Eğer gaz bir katalizör ise, geçiş yolları neden Türkiye’yi dışında bırakacak şekilde dizayn edildi ve Mısır’a satmak ya da İtalya’ya gazı pompalamak düşünüldü? Öyleyse geriye ne koz kalıyor, resmi geçit törenlerinde sloganlar atıp silahlanmak mı? Daha da kötüsü, bu pencere kapanabilir: Daha ucuz, daha temiz enerji kaynakları zaten piyasada bulunmaktadır.

 

***  5 NUMARALI ÇELİŞKİ: BİR KALDIRAÇ OLARAK AVRUPA YANLIŞ KULLANILMIŞ VE YANLIŞ OKUNMUŞTUR…

1999 yılında Helsinki toplantısından bu yana Türkiye’nin Avrupa yolu bir katalizör olarak ortaya konmuştur. 2004 ve 2017 yıllarında Avrupalı bir çözüm için iki büyük fırsatı kaçırdık – 2004 yılında kendi oylarımızla yaptık bunu. Günümüzde Cumhurbaşkanı Hristoduluidis’in başkanlığında Lefkoşa, ölçüyü kaçırmıştır: Türkiye’ye AB yaptırımları için baskı uygularken, Avrupa Birliği’ne politik-ekonomik bir birlikten çok askeri bir birlik olarak muamele ediyor - ve Rusya'ya Ukrayna'yı işgali nedeniyle yaptırımlar uygulanmasını dile getirip  Kıbrıs nedeniyle Türkiye'ye yaptırımlar uygulanmamasının tutarsızlığını kınıyor. Buradaki paradoks şudur: Rusya'nın işgali üç yıl önce gerçekleşti ve henüz yapılandırılmış bir plan yoktur, oysa Türkiye'nin işgali 51 sene önce gerçekleşmiştir. Ve bu süre içerisinde Birleşmiş Milletler buradaydı; çeşitli planlar ortaya konmuştu (ABD-Kanada planı, Gali planı, Annan planı, Guterres planı gibi), referandumlar yapılmış, Güven Arttırıcı Önlemler uygulanmış ve ve 1974'ten beri yeni bir çatışma yaşanmadan, iki taraf arasında iletişim ve hatta ekonomik temaslar mevcuttur. Bizzat Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, biz çözüme “çok yakın” olduğumuzu ifade etmişti; Cumhurbaşkanı ise bize sık sık müzakerelerin 2017’de kaldığı yerden yani imzalar atılmadan önceki son duraktan başlaması gerektiğini hatırlatmaktadır.

 

ÇELİŞKİDEN KAYNAKLANAN FELÇ…

Bu çelişkiler, ne tam bir çatışma, ne de anlamlı bir iş birliği yaratıyor – yalnızca belirsizliği pekiştiriyor Fırsat pencereleri kapanıyor; Kıbrıs, sentez ve uzlaşı gücüyle donanmış olmaktan ziyade tepkisel görünüyor. Hayallere kapılmayalım: Statüko, daha güçlü olanın, bu durumda Türkiye'nin lehine çalışırken, Kıbrıslıları, Ulusal Muhafız bandosu, coşkulu çığlıklar ve Lefkoşa üzerindeki ses duvarını kıran jetler eşliğinde, gerçeklik kisvesi altında tehlikeli hayallerle baş başa bırakıyor. Yaşı ve hafızası yerinde olanlar, 1974 öncesi dünyayı hatırlıyor ve günümüz liderlerinin bu ülkeyi tam olarak nereye götürdüğünü soruyor.

https://en.politis.com.cy/the-hive/the-hive-podium/960604/five-policy-contradictions-on-the-cyprus-problem

(POLİTİS gazetesinde 5.10.2025’te Rumca olarak ve daha sonra Politis to the Point’te İngilizce olarak yayımlanan Dionisis Dionissiu’nun yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ: YENİDÜZEN).

sayfa-17-banksy-grubundan-bir-poster.jpg


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Dünyanın bütün iyi insanları, birleşiniz!...”

Umur Talu/T24

Başta İspanya ve sonra Avrupa, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika ve birçok Latin Amerika ülkesi, “kimi İslam ülkesi”nde onbinlerce kişi, meydanlarda, sokaklarda, köprülerde, statlarda Gazze için yürüdü, haykırdı. Bazen devlet şiddetine maruz kaldı, bazen karşı şiddet oldu, bazen şarkılarla, sloganlarla ses verdi.

Bu Gazze’nin “artık dayanamayan vicdanlar”da açtığı bir “enternasyonalizm” türü. Bu sadece Gazze’nin, Filistin’in değil, dünyanın ihtiyaç duyduğu, muhtaç olduğu bir dayanışma ve “yeter artık” ümidi.

Elbette asıl sebep Gazze’den gelen her görüntü, orada “soykırım”a varan aşağılık bir katliam silsilesi, bir “enternasyonolist çekirdek” olan Sumud filosu ve benzerlerine uygulanan şiddetti.

Ancak başka şeyler de vardı: Özellikle genç kuşakların varlığı, özellikle “antifaşist” bir duyarlılık, özellikle savaş karşıtlığı, özellikle devletlere ve onların sözde uluslararası hukuk düzenine ve ulusal oportünizmlerine, yalancılıklarına, vicdansızlıklarına tepki… Ve sık sık “antikapitalist, antiemperyalist” tavır.

Zaten geleceksizliğin ve umutsuzluğun dünyayı sardığı, kuşattığı bir ortamda, bir de faşizm türlerinin, otoriterliğin yükselişi, tahakkümü karşısında, savaş tehlikelerinin yine kapıyı çaldığı bir çağda, bir isyan… Bir “uyanış” umudu, belki de.

Bir şeyin daha hakkını teslim etmek lazım: Bu “enternasyonalist vicdan dalgası” esasında “sol” bir şey. “Her sol” tabii ki dünyanın bütün adaletsizliklerini, haksızlıklarını, zulümlerini, baskılarını, yoksulluklarını kapsama alanına almayabiliyor. Almadı da. Ama “nerede ve kime karşı zulüm, adaletsizlik, baskı varsa” kalbi ve aklı bunu kapsayanlar genellikle “sol”dur. Ama Yeşil, ama çevreci, ama sosyalist, komünist, anarşist, ama bazen sosyal demokrat. Ve türlü çeşitleri!

Gazze için vicdanı samimiyetle kanayan ve ses çıkaran muhafazakâr, milliyetçi vb. akımlar, ideolojiler, örgütlenmeler ise aynı samimiyeti “dünyanın bütün haksızlıkları” karşısında göstermez… tam tersine bunlara sebep olan kendi iktidarlarıyla yahut nefret-şiddet dolu “milli” ideolojilerde ayrı bir konfor bulurlar.

İster kendi ülkenize bakın ister Almanya’da veya başka yerde “öteki” olarak aşağılanan kendi vatandaşlarınızın burada hangi tavrı aldığına ister dünyanın herhangi bir köşesine. Bu hemen hemen sabit bir veridir. “Vicdan” seçmeci, “isyan” ayıklamacıdır.

Bu yazıyı elbette dünyanın her köşesinde Gazze için sokaklara dökülen, dini, etnisiteyi, milliyeti bir kenara bırakıp vicdanlarını ortaya koyan insanlardan duyduğum umutla yazıyorum. Buna İsrail’de bu kırıma karşı ayaklananlar, dünyanın her yerinde vicdanını öne almış Yahudiler, Gdieon Levy gibi çok açık ve sert tavır alan İsrailli aydınlar, konsere geçmeden önce vicdanın sesini bize duyuran İsrailli Şef Volkov gibiler de dahil. Hem de ön sıradan. Çünkü onların tavrı, hepimizinkinden daha zor ama daha net.

Umutla, çünkü bu dünyanın ve ülkelerinin daha adil bir yer olmasını isteyen, faşizmin ne olduğunu bilen ve tehlikeyi gören, otoriter düzenlere karşı, kapitalizmin dünyayı nasıl çürüttüğünü bizzat yaşayan insanlar arasındaki ortaklık, kendi ülkelerindeki birçok kişiyle ortaklıklarından fazla. Belki… keşke… öyle ya da böyle umut burada ve her yerde, onlarda.

“Ateşkes”in “barış” olmadığını onlarca yıldır kaç katliam görmüş, durmadan topraklarından edilmiş, binlerce kayıp vermiş, köşeye sıkıştırılmış, hayat hakları ellerinden alınmış bir halk çok iyi biliyor. Yine de “ölmeden ayakta kalabilmek” bile bir sevinç estirebiliyor işte. “Barış” adalete dair bir şey. Haklara, özgürlüklere, hakkaniyete dair. Devletler ve iktidarlar, başta Trump, istisnalar hariç, bunu böyle anlamıyor, o başka. Yine de bir umut işte!

Ezilmiş, yok edilmek istenmiş, çoğu yok edilmiş bir halkın duyduğu umut, ortaya koyduğu direnç bize de ders olmalı.

“Dünyanın bütün iyi insanları, birleşiniz” gibi bir umut benimkisi de!

(T24 – Umur TALU – 11.10.2025)

sayfa-16-002.jpg

sayfa-16-resm-4.jpg

Bu yazı toplam 757 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar