Serhat İncirli

Serhat İncirli

İshal

A+A-

Aslında Çarşamba geceden sezmiştim bir şeyler...
Halsizlik, karın ağrısı, karında guruldama falan...
“Gaz çıkar rahatla Serhat” dedim, pek takmadım...

-*-*-

Perşembe sabah televizyon programım var, konuk geldi, nefes almakta dahi zorlanıyorum ve karındaki guruldamanın mikrofondan duyulabileceği endişem başladı...
Sanki karnımda ejderha besliyorum!

-*-*-

Eşimle birlikte yarı iş yarı tatil maksatlı Mağusa’ya gideceğiz...
Üç gece Oscar Park’ta kalacağız...
Mağusa’ya gitmeden önce ve programdan sonra, sevgili berberim Kamil, Arif Özyparak, Gürcan kardeşim, Vasfi ve Mustafa Baybora kardeşlerle Göçmenköy’de ciğer yiyeceğiz...
Bu arada Mustafa ve Vasfi gelemiyor, sevgili babaları bir kaza geçirmiş, kalçasında sorun var, onlar Geçitkale’ye gitmişler...
Sevgili Mustafa ve Vasfi’nin babaları Hüseyin Baybora hocamıza da geçmiş olsun dileklerimi iletelim...

-*-*-

Neyse ciğeri yiyemedim.
İki kaşık yoğur atabildim ağzıma...

-*-*-

Eşim önceden bir arkadaşıyla gitmişti Mağusa’ya...
Ben de 12.15 gibi oteldeyim...
Karnımdaki gurultuyu anlatamam...
Ve akabinde ishal...
Hem de nasıl!
Ayıptır “yazması” ve “söylemesi” ama aşağıya doğru yanardağ patlaması!
Yukarı doğru dönüp yapabilsem, Derinya’da Rumlar görüp, “Aysergi’de volkan patladı” dedikodusu yayacaklar!

-*-*-

Karın ağrısı olmasa, büyük rahatlama aslında...
Bırak vücut kendini temizlesin...
Ama ağrıyı anlatamam...

-*-*-

Neyse Perşembe yatak – tuvalet, duş...
Cuma tam gün yatak – tuvalet, duş...
Otel mutfağından rica ettik, Allah razı olsun, haşlanmış patates, haşlanmış beyaz et, lapa, elma ve su ile idare...

-*-*-

Dün sabah karın ağrısız uyandım...
Ama gece, terden üç t-shirt değiştim...
Bu yazıyı yazarken, karın ağrım çok azaldı, ishalle alakalı hapları alıyorum, umarım o da durur...
Halsizliği de çözdük müydü, hoş geldin yeni hayat!
Üstelik de vücuttaki tüm pisliği atmış, makineyi açmış, kapamış gibi olurum inşallah!

-*-*-

Neyse!
Tam 49 sene önce...
Ağustos’un yine ilk günleri...
Şimdiki gibi...
Gaziveren’deyiz...
Esiriz...
Köyde Rum milisler silahlı geziyor...
Bir tanesi nöbette sıkılıyor, Gaveci Hasan Dayınınn ve Bahriyabanın gavesinin önünde, selvi ağaçları altında bizimle tavla oynuyor... 
Adı Andreas... 
20 yaşından küçük olduğunu hatırlıyorum...
Komşu köylerden Nigidaslı...
Şimdik Güneşköy...

-*-*-

Bir sabah annem beni kaptığı gibi, köyümüzün o dönemdeki muhtarının evine gidiyoruz...
Rahmetlik Niyazi Öztoprak...
Niyazi amca hemen telefona sarılıyor, sonradan anlattıklarına göre çok yakın arkadaşı ya da tanıdığı olan Omorfo Belediye Başkanı  Iakovidis Polyklitos’u arıyor (isim yanlış olabilir)...
Hemen izinler alınıyor...
Köyde çalışır durumda Mustafa Büyük’ün otomobili var... Dr. Sonuç Büyük’ün babası...
Rahmetlik Mustafa dayı, annem, ben ve Andreas, otomobille önce Pendaya Hastanesi’ne gidiyoruz...
Hastane kapalı...

-*-*-*-

Çok büyük bir risk ama Omorfo’ya gitmemiz gerekiyor...
Aksi takdirde, ishalden öleceğiz!
Omorfo’ya geliyoruz...
Şu anda Omorfo’da hala sağlık merkezi olarak kullanılan binanın önü beyaz çarşaflarla örtülü insanlarla dolu...
Çoğu ölü!
Bir kısmı yaralı...
Aralarından geçiyoruz!
Andreas bütün gece başımda bekliyor!
Bir Rum doktor bana serum takıyor...
Sabah, Andreas’la köye dönüyoruz...

-*-*-

Erhan Arıklı, geçenlerde ağız ishalinden söz etmişti...
Bizimkisi düz ishal Erhan abi...
1974’te de düz ishaldi...
Senin bahsettiğin ağız ishaline 1974 sonrası alıştırıldık ne yazık ki!

-*-*-

O günler geçti...
1974 çok geride kaldı...
Çok kötü şeyler yaşandı...
İnsanlar öldü...
Çoğu masum ama hepsi yoksul...

-*-*-

“Rumlar bizi kesecekti” iddiasına gelince; doğrudur, çok kötü olaylar yaşanmıştır ama illa ki “tek suçlu şudur” demek yüzde yüz doğru olmaz...

-*-*-

En iyisi veya en doğrusu nedir?
İnsandan yana olanlar kazansın...
İnsan sevenler...
İnsanı yaşatmak için çaba gösterenler...

-*-*-

Allah Niyazi amcaya, Mustafa amcaya gani gani rahmet eylesin...
Annem, hala aynı anne ve ben O’nun için hala aynı Serhat’ım, yedi yaşındayım...

-*-*-

Ve Nigitaslı ya da Nicidalı Andreas ile Omorfo Belediye Başkanı Iakovidis Polyklitos’tan haberim bile yok...
Hayattaysalar ellerinden öperim, değillerse toprakları bol olsun... 
Onları hep sevgiyle hatırlarım...


Sosyal medya profesyonel 
gazeteciliğe kesinlikle zarar vermiştir


Gazeteciliğin evrensel ilkeleri olduğu gibi, bu “mesleği” düzenleyen ulusal kurallar veya yasalar da vardır...
Kurallar ve yasalar yanında bazı gelenekler de gazetecilik mesleğinde sınır belirleyici olabilir...
Mesela Fransa’da siyasilerin, liderlerin, başbakanların, cumhurbaşkanlarının sevgilileri olabilir, gayrı meşru çocukları doğablir ama bunları yazamazsınız...
İngilizler yazar!
İngiliz der ki, “sen eğer topluma mal olmuş bir sporcu sanatçı ya da siyasetçiysen, özel hayatın herkesi ilgilendirir!

-*-*-

Gazetecilik eskiden çok kolay denetlenebilirdi...
Baskılıydı...

-*-*-

Denetleyecek olan alırdı gazeteyi eline, çevirirdi sayfaları, okurdu, gerekeni yapardı!

-*-*-

Şimdi sosyal medya var...
Sınırsız yazabilirsiniz!
Evren sizin!
Gökyüzüne kadar yeriniz var!

-*-*-

Gazetecilik mesleğine, “geleneksel gazeteden” değil, “sosyal medyadan” girenler çoğaldı artık...
Hayatında eline baskılı gazete almayan ve asla “tam bir haber yazmamş” çok yeni gazetecimiz söz konusu...

-*-*-

Elbette geleneksel medya, teknolojik yeniliklerden ve sosyal medya araçlarından büyük fayda sağlıyor. Ancak İranlı araştırmacı ve yazar Cibril Ubeydi’ye göre, “... profesyonel olmak ve sosyal medyada dolaşanlara ve bunların haberlerle diğer konuları nasıl ele aldıklarına karşı dikkatli olmak lazım.”

-*-*-

Ubedyi’ye göre “Bozuk medya, çürük haberle başlar”...
Ve yine Ubeydi’ye göre, “... Bugün medya ağırlıklı olarak, meslek ahlakı ilkelerini, farklılık kültürünün sınırlarını ve diğer görüşlere saygıyı bilmeden sövgü ve şahsa hakaret yolunu izleyen dışlayıcı bir medya ile ötekini reddeden, kendi grubu içine hapseden, kendi dışındaki her düşünceye el koyan özel bir ideolojinin egemen olup yönettiği bir başka medya arasında bir yerde duruyor.”

-*-*-

Artık sosyal medyada, hele de bizim ülkemizde “mesleğimiz”, doğruluk, nesnellik, şeffaflık ve profesyonellik ilkelerinden epey yoksun hale geldi.
Medya artık “haber” vermiyor, adeta “ders” veriyor ya da “çamur atıyor”...

-*-*-

Görgü tanıkları varken bile bir çok haber, görünmez kılınıyor ve kör gözle haber uyduruluyor...

-*-*-

Ubedyi diyor ki, “... Haber, asgari profesyonellik kriterlerini karşılamadan sunuluyor. Halbuki altı unsuru (ne, nerede, ne zaman, nasıl, kim, niçin) içermesi ve haber analizine görüş dahil edilmemesi gerekir.”
(Siyasi yorum yazacaksanız, yazın tabii ki, o ayrı)...


-*-*-

Haberde “suçlanan” taraf vardır...
Mutlaka görüş alınmalıdır...
Alınamazsa, alınamadığı haberde belirtilmelidir...

-*-*-

Bunları neden yazdım?
Efendim, geçenlerde televizyonda demişim ki; “... Girne Tarihi Limanı’nda yaşanan gecikmeden dolayı sorumlu olmayan bir tek ilgili müteahhit şirkettir...”
Evet dedim!
Hala da aynı görüşteyim...

-*-*-

İlgili şirket, inşaata zamanında başladı...
Elektrikle alakalı sıkıntı yaşandı...
Bunu müteahhit şirket değil, “devlet” çoktan çözmüş olmalıydı!

-*-*-

Akabinde, “beton dökemezsiniz” dendi...
Oysa, zeminin beton olmasına da ilgili inşaat şirketi karar vermemişti...
“Dökülemez” diyen devletti!
“Şu şekilde değiştirin” diyen de devlet...

-*-*-

Bir de, “Limanın otantikliğini bozdular” eleştirisi var...
Limanı Rumlardan çaldığımızdan beri yol asfalttı...
Lüzinyanlar dönemindeki gibi mi olmalıydı, yoksa Venedikler dönemindeki gibi mi?
Asfaltı İngilizler dökmüş!
Rumlar yenilemiş!
Otantiklik çoktan gitmiş!

-*-*-

Kim mağdurdur?
Esas mağdur esnaf!
Mağdur eden kimdir?
Devlet!
Ve bu devlet, bir an önce bitirilmesini sağlamalıdır.
Ayrıca devlet, kesinlikle esnafı tazmin etmek zorundadır!
Devletse tabii ki!
12798826-837067143105530-7214321914459054406-n.jpg
Girne Limanı 1950’ler... Keşke hep böyle kalabilseydi...

Bu yazı toplam 4193 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar