Hınç AKP’si Kıbrıslı Türklerin Yurt Hakkını İhlal Ediyor!
Hınç Üstüne
Hınç, Yunanca adıyla Mnisikakin veya Fransızca olarak Ressentiment, hafızanın yaşanan kötü olayları hatırlayarak, bireyi veya toplumu, eğer gücü yeterse, kötülük yapmaya ve intikam almaya yöneltir.
Mnisikakin kavramından yola çıkan Alman düşünür Nietzsche, Hınç kavramını Fransızcada olduğu gibi Ressentiment olarak kavramsallaştırır ve bu duygunun değerlere yansımasını inceler.
Filozofun Fransızca Ressentiment sözcüğünü tercih etmesi tesadüf değildir.
Çünkü Ressentiment, re-sentir, yani, “tekrar tekrar hatırlamak/hissetmek” anlamına gelir.
Geçmişte yaşanan kötülükleri, haksızlıkları, incinmeleri sürekli olarak hatırlamak, oraya saplanıp kalmak, hıncın en belirgin özelliklerindendir.
Hınç insanı, şimdinin somut mekanında ve zamanında yaşamaz. Hep geriye bakar. Tepkisini mevcut durumda somut olarak olup bitenlere göre göstermez. Geçmişte, başka bir zaman ve mekanda yaşadığı yaralanmalara göre davranır.
Fransız tarihçi Marc Ferro, “Hınç duygusunun hüküm sürdüğü yerde geçmiş ile şimdiki zaman arasında kopuştan söz edemeyiz, geçmiş bütün ağırlığıyla şimdiki zamanda devam eder” der.
Bilincin bütün parçalarını kuşatan Hınç, Max Scheller’in deyişiyle “zihnin kendisini zehirlemesidir”. Dışa karşı intikam isteği, nefret, kötü niyetlilik, haset, kara çalma dürtüsü ve değersizleştirici kin olarak yansır.
En önemli kaynağı ise “intikama susamışlıktır.”
Hınç mutlaka dost-düşman ayırımı yapmaya yol açar. Hınç insanı için kaçınılmaz olarak “kötü bir öteki” vardır...
AKP Türkiye’si İntikam Peşindedir!
Türkiye yakın geçmişte önemli altüst oluşlar yaşadı, yaşamaya da devam ediyor. Kemalist vesayet düzeni yıkıldı ve bu düzenin aşağıladığı muhafazakar/dindar kadrolar iktidara geldi. 2000’li yılların başında iktidara gelen AKP, önceleri herkesi kucaklayıcı, reformcu bir performans sergilerken, Kemalist düzeni yıkıp yerine “Yeni Türkiye’yi” kurunca, korkunç bir kin, öfke ve nefret söylemine kapıldı. Ötekileştirici uygulamalarla geçmişte yaşanan mağduriyetin intikamını almaya yöneldi.
Zafer sarhoşluğuyla eski düzenin efendileri saydığı “Beyaz Türklere” yüklenirken, siyasi hasımlarının tümünü öfkesinin nesnesi yaptı.
“Monşerlere” karşı yürütülen hınç kampanyası, “mazlumların” (“kara çocukların”) yeni elitler olarak sahne almasıyla baş başa ilerledi ve bir zamanlar hor görenlerin hor görüldüğü bir iklim yarattı.
AKP, özellikle de Recep Tayyip Erdoğan, ülkenin yarısını ötekileştirirken, aslında bir tür bellek mühendisliği yapıyor ve hıncı iktidar stratejisi olarak kullanıyor.
Geçmişte yaşanan olumsuzlukları yerli yersiz ve abartılı olarak hatırlayıp tekrarlıyor. Dost olmayanı “düşman” olarak görüyor ve hıncı körüklüyor. En önemlisi, hegemonya kurmasına karşın hala madunmuş gibi davranıyor.
“Madun” olunca da her şey mubah oluyor...
Kıbrıslı Türklerin “Kabahati” Kıbrıslı Türk Olmaktır
Kemalist Türkiye’de İslamcı/dindar kesimi en çok yaralayan konulardan biri, başörtüsü olmuştu. Sırf başörtüsü taktığı için eğitim hakkından mahrum bırakılan genç kızların uğradığı ayırımcılık, elbette kabul edilir değildi. Üniversite kapılarından geri döndürülen öğrencilerin mağduriyeti dindar kesimin hafızasında bir yara olarak duruyor.
Türkiye’de o günler geride kaldı. İyi ki geride kaldı...
Gelgelelim, Hıncı bir iktidar stratejisi olarak kullanan AKP, bu mağduriyeti sürekli olarak hatırlıyor ve tekrarlıyor. Tekrarlamakla da kalmıyor, Türkiye’den farklı bir toplumsal yapıya sahip olan ve başörtüsü mağduriyetinde hiçbir rolü olmayan Kıbrıslı Türklere de yansıtıyor.
O Kıbrıslı Türkler ki, Annan Planı döneminde ortaya koydukları siyasi irade sayesinde AKP Türkiye’sine Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin kapısını açtılar ve AKP’nin Kemalist düzeni yapı-sökümüne uğratmasına dolaylı olarak katkı koydular...
Şimdi AKP, o Kıbrıslı Türklere “Rum” diyor... (Aslında o zaman da “zındık” diyordu ama neyse...)
Ne garip tecellidir ki, Kemalistler de Kıbrıslı Türkleri “eksik Türkler” olarak görüyorlar(dı).
Acı gerçek şudur ki, Kemalist’ti ve dindarıyla Türkiye, şu küçücük Kıbrıs Türk toplumunu bir türlü kendi kimliğiyle kabul edemedi. Hep bir “eksiklik” aradı...
Oysa, Kıbrıslı Türkler dünyada bütün toplumlar gibi, bir takım değerler manzumesi üzerinde yükselen ve evirilen bir toplumdur. Türk ve Müslüman olmaları, Türkiye’deki Türklere ve Müslümanlara benzedikleri anlamına gelmez.
Kıbrıs başka bir ülkededir. Kıbrıslı Türklerin başka bir ülkede yaşamaları elbette kimliklerine ve habitüslerine yansıyor. Bunu, birinci sınıf sosyoloji öğrencisi bile biliyor...
Fakat sorun bilip bilmemekte değil, Kıbrıslı Türkleri “Türklük” veya “İslam” dünyasının organik bir parçası olarak görmek isteyen şoven Türkçülük ile dinsel fundamentalizmdedir!
Kısacası, Kıbrıslı Türklerin “kabahati”, Kıbrıslı Türk olmaktır...
Kıbrıslı Türklerin Yurt Hakkına Biraz Saygı!
Kıbrıslı Türklerin başkalığını inkar etmek, yurtlarını inkar etmektir.
“Onları Rumluktan kurtaramadık” demek, aslında “yurtlarından kopartıp bir türlü kendimize benzetemedik” hayıflanmasıdır.
Biraz saygı duyun!
“Kıbrıs bizim yurdumuzdur” diyen Kıbrıslı Türkler bu topraklara tırnaklarıyla tutundukları içindir ki, Lozan’da bıraktığınız Kıbrıs’a yeniden ayak basabildiniz.
Garantör ülke oldunuz ama Kıbrıslı Türklerin yurt hakkına zerre kadar saygı duymadınız.
Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma yükümlülüğü altına girdiniz ama sonunda ülkeyi çanak gibi parçaladınız.
Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları topraklara “Rum’dan aldık” diyerek kalabalıklar yığdınız, kendinize arka bahçe/yardımcı ev yaptınız. Kocaman bir “çamaşırhane” kurdunuz...
Yurtlarından ve kimliklerinden koparamadığınız Kıbrıslı Türkleri dünyadan kopardınız.
Ülkelerini öyle bir hale soktunuz ki, oraya kaynağı meçhul paralarla türlü dalavere çeviren ve ucuz arsa arayanlardan başka kimse uğramak istemiyor.
Sizin “emlak” olarak gördüğünüz toprakları alın teri ile sulayan Kıbrıslı Rumlar da artık istemiyor...
Çünkü siz, Kıbrıs’ı alıcısı olmayan bir diyara çevirdiniz ve barış umutlarını biçtiniz...
“Milli Hassasiyet” bunun neresinde?
Adanın kuzeyini arka bahçe olarak elimde tutacağım diye güneyini Yunanistan ile İsrail’e terk etmekte mi?
Yoksa, Kıbrıs Türk toplumuna saygı, Kıbrıslı Rumlara da empati göstererek adada barışı sağlayıp, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs halklarının yeni bir sayfa açmasında mı?