1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Güven Burgul hanımla, Özcanhan abimizin ardından...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Güven Burgul hanımla, Özcanhan abimizin ardından...”

A+A-

Ulus IRKAD

Güven Hanım’la, kocası Güner Bey'i Öğretmen Koleji'ne giderken tanımış ve o günlerden sonra sık sık karşılaşmıştım onlarla. Güven Hanım, kocası Güner Bey'le hep birlikteydi. Güner Burgul aktifti ve onun sendikanın kuruluşu sırasında oynadığı rolü de yakından bilmekteydim. 1968'li dönemler zor yıllardı. O dönemlerde sendikamızın oluşması ve örgütlenmesinin çok zor dönemler geçirdiğini de biliyordum. Güven Hanımla, Güner Burgul'un o zor dönemler sırasında da sendikada rol aldıklarını yakından biliyordum. Demokrasilerde farklılıklar önemlidir. Zaman zaman Genel Kurul'larda elbette tartıştık ama ben gene de ne ona, ne de Güner Burgul Bey'e saygımı da eksiltmedim. Çoğulculuk ve demokrasinin asıl sendikal mücadelelerde önemli olduğunu zaten öğrenmiştim ve biliyordum. Güner Burgul Hocamız, sadece öğretmenlikte değil çeşitli sporla ilgili federasyonlarda görev alarak ve de çalıştığı okullarda da başarı göstererek başarılar kazanmış bir insandı. Görev yaptığı ilkokullar spor takımlarını 1980'li ve 1990'lı yıllarda Türkiye şampiyonu yaptığını da biliyordum. Bunlar büyük başarılardı.Güven Hanımın da ez az onun kadar başarılı bir insan olduğunu ve de gene her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın olduğunu biliyordum. Bu olgular içinde onun da Güner Hocamızın da aydınlıklar hep yanlarında olsun diyorum.

ÖZCAN HAN ABİMİZİN ANISINA

Özcan abi rahmetli babamın çocukluk arkadaşlarındandı. O da hem gazetecilikte hem de radyo sunuculuğu , muhabirlik ve sporda başarı göstermiş, spor yazarlığından tutun, futbol hakemliğine kadar her alanda başarılı olmuştu. İngilizcesi en az Türkçesi kadar akıcı ve güzeldi. Çok dil bilmesinden ötürü de birçok olanaksız söyleşiyi gerçekleştirmiş, birçok bakanla ve Güney Kıbrıs'taki liderlerle de önemli temasları olmuştu. Babamla da hem Bayrak Radyosu, hem de birçok alanda birlikte olmuşlardı. Baf'tayken babamdan, ta küçüklüğümden beri onunla olan çocukluk anılarını dinlerdim. Ata amcamla da küçük kardeşi Üner abi çok iyi arkadaştılar. Lefkoşa'dan rahmetli amcam Sarışın Ahmet'le de çok iyi ilişkileri vardı.

Özcan Han abi, gazilik madalyası konusunda şikayetçiydi ve ilgililerin kendi yaptıklarını takdir etmelerini isterdi. Bana sosyal medyadan yazdığına göre bu madalyayı almaya gitmemişti ve haklı nedenleri vardı.

Tarihe bir nokta kadar bir belirti koymak oldukça önemlidir. Özcan abi tarihe nokta değil koskoca bir nokta koydu. Ona hoşçakal diyorum. Çocukluk arkadaşın rahmetli babama da selam söyle diyorum. Hoşçakal büyük gazeteci ve sunucu Özcan abi...Seni ne biz, ne de Kıbrıs Tarihi unutacak...

sayfa-17-guven-burgul.jpg  sayfa-17-ozcan-ozcanhan.jpg


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR...

“Hem Hamas şiddeti kınanabilir, hem İsrail’in vereceği karşılığın meşruiyet sınırları içinde kalması talep edilebilirdi...”

Ohannes Kılıçdağı

İnsanlık tarihine baktığımızda şiddetin ve insanın insana zulmünün egemen ve esas olduğu teşhisini yapmak zor değil. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bu tablodan bir nebze de olsa ayrışan, insan hak ve özgürlüklerini, azınlık haklarını en azından evvelki çağlara göre daha fazla önemseyen, Batı merkezli, Batı’dan çıkan ama Batı’yla sınırlı olmayan ülkelerarası bir mekanizma kurulmuştu. İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1990’larda kabul edilen, azınlık haklarına dair uluslararası sözleşmeler hep bu yaklaşımın ürünüydü. Batı da bu noktaya 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan, milyonlarca kişinin en korkunç şekillerde canını alan, kimilerine göre aynı savaşın iki safhası olan iki dünya savaşından, korkunç soykırımlardan sonra gelebilmişti. İnsanlık âdeta kendi korkunçluğundan, yaptıklarından ve yapabileceklerinden ürkmüş, dehşete kapılmış ve o ruh hâliyle bu korkunç savaşların, katliamların, işkencelerin yaşanmayacağı bir düzen kurmak istemişti.

Dikkat ederseniz cümlelerim geçmiş zaman kipinde, çünkü kabaca 15-20 yıldır İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan bu mekanizmanın gözlerimizin önünde çöküşüne tanık oluyoruz. İnsanlık, öncesindeki vahşet ve dehşet bir tarafa, koca bir 20. yüzyıl hiç yaşanmamış gibi aynı korkunç yılları yaşamaya, aynı kanlı yolları yürümeye hevesli görünüyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, kelimesi kelimesine hatırlamasam da, “İnsanlık bir felaketi kendine ufuk belledi mi onu yolundan döndürecek bir güç yoktur” mealindeki sözü de uğursuz bir kehanet gibi aklıma düştükçe umutsuzluğum artıyor.

İşin ironik tarafı şu ki bu düzenin mimarı olan Batı, yıkımında da doğrudan değilse de dolaylı biçimde önemli bir rol oynuyor, çünkü bu düzenin temelinde yer alan insan hak ve özgürlüklerine dair değerlerin arkasında kararlı ve tutarlı biçimde durmuyor, kendi görece kısa vadeli siyasi ve ekonomik çıkarlarına bu değerleri feda ediyor. Karabağ’da yaşananların daha dumanı tüterken, Batı’nın İsrail’in açıktan giriştiği etnik temizlik, hatta soykırım karşısında aldığı utanç verici pozisyon, insan hakları düzenine Batı tarafından (AB ve ABD’yi, ikisini birden kastediyorum) vurulan bir başka darbe daha oldu. İsrail geçmişte ve günümüzde ne yaparsa yapsın, hangi ihlalleri işlerse işlesin, ona kayıtsız şartsız desteğini sürdüren Batı, özellikle ABD, gelinen bu noktadan şüphesiz sorumludur.

İçinde bulunduğumuz kriz ânında hem Hamas şiddetini kınayabilir, reddedebilir hem de İsrail’in vereceği karşılığın meşruiyet sınırları içinde kalmasını talep edebilir ve sağlayabilirlerdi ama İsrailli yöneticilerin arkasında ip gibi dizildiler, en sınır tanımaz eylemlerine peşkir tuttular. Ukrayna’da işgalcinin karşısında dururken (ki doğruydu) Filistin’de işgalcinin en büyük destekçisi oldular. Batı’nın bu başarısızlığı ve tutarsızlığı da haklı olarak demokrasi ve insan hakları konusundaki samimiyetlerinin sorgulanmasına ve bu değerlerin arkasında istikrarlı ve tutarlı biçimde duran güçler olmayınca bu değerlerin zayıflamasına yol açtı, açıyor.

Denebilir ki Batı zaten başka ülkelerdeki demokrasi konusunda öteden beri samimi değildi, bunu hep bir araç olarak kullandı. Bunu kabul etsek bile demokrasi söylemini oportünist biçimde kullanmak istiyorsan dahi belli bir tutarlılık göstermek zorundasın, yoksa aracın işe yararlığı kalmaz. Ayrıca, Batı kendisi dışındaki ülkelerdeki demokrasi sorununa oportünist yaklaşsa da ortada insan haklarını, özgürlüklerini önemseyen, gözeten söylemlerin dolaşması, bunların bir norm ve değerler silsilesi olarak geçer akçe olması hepimiz için faydalıdır (veya faydalıydı). Dolayısıyla, Batı başarısız oluyor diye sevinecek bir durum yok. Küresel olarak demokrasi ve insan haklarının arkasında duracak, onları destekleyecek güçler olmaması herkes için kötü haber. Bu Batı olmayınca, kim olacak? Rusya, Çin, İran değil herhâlde, yoksa Kuzey Kore mi?!

Bu değerlerin aşınması dünyadaki her ihtilafta yansımasını bulacaktır. Zihinlerde “uygar dünya diye bir şey var” inancının yitirilmesi, eylemler ve davranışlar üzerindeki sınırları iyiden iyiye kaldıracaktır. Devletler sorunlarını ‘çözerken’, artık kendilerini bu değer ve normlarla bağlı hissetmeyeceklerdir, etmiyorlar da ve o devletlerden biri bir gün sizi de bulabilir. Mutlaka İsrail’in Filistinlilere yaptığının birebir aynısını yapması gerekmiyor ama bir devletin zulmüyle karşılaştığınızda o zaman bu değerlerin makbullüğünün korunmasının ne kadar önemli olduğunu anlarsınız.

Velhasıl, bu gidişat “Bize dokunmaz, bizle alakası yok” diyeceğiniz bir şey değil. 1930’larda da dünyadaki birçok kişi muhtemelen Almanya ve İtalya’da faşizmin yükselişini kendiyle ilgili bir konu olarak görmedi ama sonunda bela geldi, Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya dünya nüfusunun büyük bir kısmını buldu. Üstelik bugünkü dünya o günkünden çok daha ‘küresel’, yani daha yakın bağlarla bağlı. Onun için insan haklarını, insanın onurunu, insanın yaşam hakkını bütün bağlamlarda korumak şarttır. Bunların aşındığı, kale alınmadığı bir dünya hepimiz için bir cehenneme dönüşebilir. Bugün karşımızda duran ilk ve acil görev, giriştiği soykırımda İsrail’i durdurmak. Ya bunu başaracağız ya da insanlık olarak İsrail’in bizi çektiği dibe kadar hep beraber batacağız.

Fakat, çok önemli bir husus var ki o konuda azami hassasiyet göstermek gerek. O da şu: Gerek İsrail’de gerek diasporada İsrail devletinin politikalarını desteklemeyen geniş Yahudi toplulukları var. Hayranlık verici bir cesaretle ortaya çıkıyorlar ve doğrunun, adaletin yanında duruyorlar. Türkiye toplumunun, kendine aydın diyen kesiminin birçok Yahudi bireyden ve gruptan bu konuda öğreneceği çok şey var. Dolayısıyla, İsrail devletinin yaptıklarının hesabını rastgele herhangi bir Yahudi’den sormak, Yahudi kurumlarını rastgele hedef almak kabul edilemez. Bu sizi İsrail devletiyle aynı meşrepten yapar. Hem “Filistin’e özgürlük” demek, hem de ırkçılara karşı Yahudi komşunuzla dayanışma göstermek mümkündür ve mümkün olmanın ötesinde, şarttır.

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 20.10.2023)


***  BASINDAN GÜNCEL...

Ailesiyle Gazze'nin güneyine geçen BBC muhabiri: “Bir ölümden diğerine doğru kaçıyoruz...”

İsrail, sivillerin Gazze'nin kuzeyini terk etmesini isteyince ailesiyle birlikte Han Yunus'a giden BBC Arapça muhabiri Adnan Elbursh, oradan da ayrılmak zorunda kaldıklarını anlatıyor:

"Ailem ve ben, İsrail'in sivillere tahliye etmelerini söylemesinin ardından Gazze'nin kuzeyindeki Cibaliye'den 13 Ekim Cuma günü ayrıldık. İsrail güneyin güvenli insani bölge olduğunu ifade etti. Bu nedenle eşim, dört kızım ve oğlumla Han Yunus'a doğru yolu çıktık.

Şimdi güneydeydik. Patlamalar duyuyor ve dumanlar görüyorduk. Resmi kaynaklar ve görgü tanıkları evlerin vurulduğunu ve ailelerin öldürüldüğünü söylüyor.

Kardeşim ve ailesiyle güvenli olduğunu düşündüğümüz bir daire bulmayı başardık. İki odalı ve bir tuvaleti olan dairede 12 kişi kalıyorduk. Su, elektrik ve diğer hizmetler yoktu.

Ancak kısa sürede oradan ayrılmamız tavsiye edildi.

İsrail Ordusu'nun binanın sahibine orayı bombalayacaklarını söylediği haber verildi. Hamas'la bağlantısı olduğu için ev sahibinin arandığı söylendi.

Öğleden sonra, BBC için video çekiyordum. Eşim, ailem, kardeşimin ailesi aceleyle tahliye edildi. Kuzeyden taşıdığımız hiçbir eşyayı alamadılar. Nereye kaçtıklarını bilmiyorlardı.

Onlar kaçarken çevredeki binalar bombalanıyordu. Şans eseri zarar görmediler.

Artık evsizdik. Nereye gideceğimizi bilmiyorduk. Bazıları güvenli olabileceği düşüncesiyle Han Yunus'taki Kızılhaç binasına gitmeyi önerdi. Ancak orası fazla kalabalıktı, koridorlar ve odalar insan doluydu.

Ne yapacağımızı bilmiyorum. Bazen tehlikeli olsa da Gazze'nin kuzeyindeki evimize dönmeyi düşünüyorum. Ya da güneyde kalacağız, ki burası da güvenli değil.

Bir ölümden diğerine kaçıyoruz gibi hissediyorum. Gazze'de güvenli tek bir santimetre yok.

İçinde uyuyabilecek bir yer olmadığı için geceyi Kızılhaç binasının dışındaki oyun alanında geçirdik. İnanılmaz kötüydü. Çaresizlik duygusunu derinden hissettim.

Eşim, çocuklarım, yeğenlerim, kardeşimin ailesi yerde yatıyorduk. Korkunç bir görüntüydü. Örtecek, üstümüzü kapayacak hiçbir şey yoktu. Kartonların üzerinde yatıyor, oturuyorduk. Hava gece aşırı soğuktu ve titriyorduk, özellikle çocuklar. Çevredeki insanlardan çocuklara örtmek için battaniye aldık ve bütün geceyi uyumadan geçirdik.

Ertesi sabah ailemi Gazze Şeridi'nin ortasındaki Nuseyrat Mülteci Kampı'ndaki bir arkadaşıma götürmeye karar verdim.

Oraya varmadan önce bölge yakınlarındaki bir fırına hava saldırısı oldu. Bir görgü tanığı roketlerin İsrail Hava Kuvvetleri tarafından atıldığını söyledi.

Yiyecek bulamayan yüzlerce insanın burada kuyruğa girdiğini, ancak fırının bombalandığını, insanların öldüğünü, dehşet verici ve çok tehlikeli olduğunu söylediler.

Filistin Sağlık Bakanlığı Gazze'deki bombalamalarda 3 bin 500 ölü ve 12 bin 500 yaralı olduğunu söylüyor. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, acil insani ateşkeş çağrısı yaptı.

İsrail saldırısı, Hamas militanlarının 7 Ekim'de bin 300 kişinin öldüğü ve 203 kişinin esir alındığı saldırıya cevap olarak başladı.

İsrail ordusu Salı sabahı kuzeyde iki bölgede, güneyde Han Yunus'ta ve Refah'ta operasyonel komuta merkezlerini, askeri altyapıyı, Hamas'a ait eşyaların bulunduğu sığınakları vurduğunu söyledi.

Ancak üzerimizden geçen savaş uçakları bizim için gürültülü ve korkutucu. Ailem Nuseyrat Mülteci Kampı'nda ve ben Han Yunus'tayım. Bu gece nerede kalacağımı bilmiyorum. Gerçekten nereye gideceğimi bilmiyorum. "

(BBC – Adnan ELBURSH – 19.10.2023)


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

Hafıza Merkezi: “Zamansız suçların zamanaşımı olmaz...”

Türkiye’de “Hafıza Merkezi”, yaptığı açıklamada, geçmişle yüzleşmeye dair son faaliyetlerinden söz etti. Hafıza Merkezi’nin açıklaması şöyle:

“Eylül ayında ağır insan hakları ihlalleriyle yüzleşmenin önündeki hukuki engellerden biri olan zamanaşımı kavramını ele aldığımız bir dizi etkinlik düzenledik.

18-21 Eylül tarihleri arasında düzenlenen Zamansız Suçlar Film Günleri kapsamında Kadıköy Sineması’nda dört film gösterimi gerçekleştirdik. İspanya, Endonezya ve Yugoslavya’ya uzanan dört filmlik program, farklı coğrafyalarda geçmişle yüzleşmenin zamanla olan ilişkisine bakmamızı mümkün kılacak şekilde hazırlandı.

22 Eylül’de ise zamanaşımı sorununu hukuki, tarihsel ve sosyal boyutuyla ele aldığımız uluslararası bir sempozyum düzenledik. Hukukçular, sosyal bilimciler ve aktivistleri bir araya getiren sempozyum sırasında uluslararası insan hakları hukukunda zamanaşımı konusunu ele aldık ve devletlerin zamanaşımını siyasi amaçlar için kullanmasını ve sivil toplumun bu konudaki mücadelesini tartıştık. Etkinlik kapsamında yapılan sunumların kayıtları önümüzdeki günlerde Youtube hesabımıza yüklenecek.

Hafıza Merkezi olarak 1990’larda işlenen ağır insan hakları ihlallerini belgelemek ve günümüze olan tezahürlerini anlamak için son on yıldır çalışıyoruz. Bu çerçevede 1990’larda devlet görevlilerinin dahliyle yaygın ve sistematik olarak işlenen hukuk dışı infazlar ve zorla kaybetmelere ilişkin 2009-2014 yıllarında peş peşe düzenlenen iddianamelerle açılan 12 davayı yakından takip ettik. Bu davaların önemli kısmı sanıkların beraati ile sonuçlandı. Zamanaşımı süreleri de insan hakları ihlallerine ilişkin davaların düşürülmesi için sıklıkla kullanılan bir yöntem oldu. Musa Anter cinayeti ve Ayten Öztürk’ün zorla kaybedilmesine ilişkin dosyalar, otuz yıllık zamanaşımı sürelerinin dolduğu gerekçesiyle 2022 yılının Eylül ayında düşürüldü. Bu durum, Türkiye yakın tarihindeki “zamansız suçlar”ın 1990’larda işlenmiş olanlarına ilişkin davaların da önümüzdeki günlerde sırayla zamanaşımına uğradığını göreceğimiz anlamına geliyor...”

Bu yazı toplam 596 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar