Çoklu Prizmalar
Geçen hafta Paris sokaklarında hayran hayran dolaşıp müzelere girip çıkarken şair arkadaşlardan biri “Paris’te yaşayan insanlar sürekli müze dolaşıyorlar, kültürel etkinliklere girip çıkıyorlar, bu şehirde yaşadıkları için ne şanslılar diye düşünüyorsunuz ya aslında çoğunluk işe gidip geliyor, kendi gündelik meseleleri ile meşgul” dedi.
Öyledir herhalde. Bir şehrin tadını en çok da sırf onu tanımak için gelenler çıkarıyordur. Etkinliklerimizden birisinin gerçekleştiği işçi sınıfı, göçmen ağırlıklı banliyö, merkezin görkeminin yanında epey sefildi. Özel ve güzeldi ama; insanları ve kaotik dokusuyla… Festival alanındaki kazanlar dolusu bedava yemek içmek, dans ve eğlence bitince kalabalık epey azaldı. Yağmurun da bir miktar etkisi olmuştur elbette. Şiirlerimizi küçük bir kalabalığa, stantlardaki insanlara, daha doğrusu birbirimize okuduk.
Uzakta olmanın hem lezzetli hem de buruk bir yanı var. Bir yöne giderken sürekli arkasına dönüp bakanlardanımdır ben, neler kaçırıyorum, ülkede neler oluyor diye.
Bu yılın başından beri garip biçimde sürekli çakışan tarihlerle uğraşıyorum. Garip diyorum çünkü on kez olmuştur, belki de daha fazla. Mutlaka katılmak istediğim pek çok etkinlik aynı tarihe denk geliyor. Birilerine bir konuşma için söz veriyorum sonra çok daha cazip, reddedilemez bir davet geliyor ve kalp kırıp mahcup oluyorum.
Bir kez daha teyit ettim bunu. Sanattan başka kurtarıcısı yok yağma edilmiş ruhlarımızın. İnsana daha iyi gelen başka bir şey tanımıyorum. Yurt dışına çıkmanın en önemli anlamı bu benim için. Sergi dolaşmak, oyun, konser izlemek… Bir de yeni insanlarla tanışmak ya da tanıdığımı sandığım insanları daha derinden tanımak tabii.
Yurtdışı dönüşlerine dair bir deneyimim var. Yolculuk yeni biri yapmıştır beni ve içimde taşıp duran yenilikler bir duvara çarpar kimi zaman. Ben capcanlı ve heyecan doluyken bıraktığım hayat içinde kendi ritmini sürdüren insanlarla senkron sorunu yaşarım. Anlatmak, aktarmak istediğim pek çok şey bir şımarıklık gibi gelir. Ben öyle düşünürüm yani; şımarık bulurum kendimi. Kafam sayısız imge, ses ve kelime ile doludur, ritmim değişmiştir ama bıraktığım hayat çok daha yavaş ilerlemektedir. Ben de kendi rutinimdeyken türlü maceralardan gelen arkadaşlarımla tersten bir senkron sorunu yaşamışımdır. Bana kalırsa en önemli yolculuk insanın iç yolculuğu. Bu da en hızlı uzaklarda, başka coğrafyalarda yaşanabilen bir yolculuk. Kavafis’in de dediği gibi İthaki’ye varmaktan daha önemli ve zenginleştirici yolculuğun kendisi.
Sayısız deneyimler yaşamış, tarihin önemli olaylarına tanıklık etmiş, idolümüz olan pek çok insanla yakın temasta bulunmuş kişiler vardır. Hayranlıkla dinleriz onları. Her tanıklık öznel bir yan da taşır kuşkusuz. Yine de heyecan vericidir bu anlatıları işitiyor olmak. Bazı anılar paha biçilmezdir. Yakın tarihe mal olmuş pek çok kişilik için paylaşılmış bazı anlatılar vardır genelde. Bunların bazıları şehir efsanesidir; genel bir algı vardır bir insana dair ve anlatı kurulurken bunu destekleyecek, bağlama uygun ayrıntılar seçilir. Pek çok ünlü kişiyle ilgili dinlediğim bire bir tanıklıklar öylesine ters ki bu kolektif anlatılara. İdollere, birilerini kahramanlaştırmaya çok ihtiyacımız var çünkü. Oysa en güzel sevmek kusursuz bir insanı sevmektir. Kusurlu bir insan kusurlu bir başka insanı kabul edip ona kalbinde yer açar. Gerçek sevgi böyle bir şeydir.
Kutsallık atfettiğimiz bazı tarihsel olaylar da öyledir aslında. Biz onları masumiyet, fedakârlık, cesaret gibi kavramlarla ilişkilendirsek de her tarihsel dönüşüm kendi büyük, küçük günahlarını, vahim hatalarını taşır. Bıraktıkları hoş seda genel tonudur onların. İyilik niyetiyle yola çıkmış olmalarıdır.
Paris’teki şehir müzesinde pek çok tanıdık insan, işitince kalp çarpıntımızı artıran tarihsel olay vardı. Akademi popüler kültürün düşmanıdır. Popüler kültür yuvarlar, içine şeker katar, romantize eder. İnsana iyi gelir ama bu. İyiler ve kötülerin keskin saflarda durduğu masalları sever insanlar. Gerçek derinlerdedir oysa ve çirkindir genelde. O yüzden düz anlatılardan çok insanı gerçeğin çoklu yüzleriyle karşı karşıya bırakan metni parçalayan yaklaşımlar daha iyi diye düşünüyorum. Şiir bu yüzden hala tahtında oturuyor belki de. Gerçeğin sahibi benim ve onu size söylüyorum demediği sözcükleri, imgeleri çoklu prizmalardan yansıttığı için.







