1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Carpe Diem!
Carpe Diem!

Carpe Diem!

Sanırım birçok kişi ilk kez “Ölü Ozanlar Derneği”nde[1] duymuştur carpe diem’i. Horatius’un bir dizesinde geçen söz, “gününü gün et”, “zamanın tadını çıkar”, “günü yakala”, “ânı yaşa”

A+A-

 

 

 

Sanırım birçok kişi ilk kez “Ölü Ozanlar Derneği”nde[1] duymuştur carpe diem’i. Horatius’un bir dizesinde geçen söz, “gününü gün et”, “zamanın tadını çıkar”, “günü yakala”, “ânı yaşa” gibi anlamlar taşıyor.

Bu kadar tutmuş, oraya, buraya, duvarlara, gençlerin defterlerine, facebook sayfalarına yazılmış olmasının sebebi, zeitgeist’ı (zamanın ruhunu) yakalamaya, hazcılığın motto’su olmaya müsait anlam zenginliği ve bu zenginliğin en sefil kısmının postmodern zamanların insanının düşünce tarzıyla örtüşmesi olsa gerek.

“Carpe diem, quam minimum credula postero” der Horatius. “Günü yakala ve yarına mümkün olduğunca az güven” diye çevirmek mümkün sözlerini. Yarının ne getireceğini kimse bilemeyeceğine göre, ânın, günün, içinde olduğumuz zamanın hakkını vermek gerek.

Peki nasıl verilecek ânın hakkı? Birbirinden çok farklı iki biçimde anlaşılabilir Horatius’un sözleri. Hız çağında, bir günde mümkün olan en fazla şeyi yapmak, azami hazza ulaşmak anlamına gelebilir mesela. Üç günlük bir turda Budapeşte’yi, Prag’ı ve Viyana’yı tükettiğini sananların, iki saatte Lefkoşa’yı gezip, bu kadar kısa sürede yüzlerce fotoğraf çekerek gezilerinin ölümsüzleştiği zehabına kapılanların, bir günde birden fazla kadınla birlikte olan erkeklerin carpe diem’den anladıkları bu olsa gerek!

Ama bir de Murathan Mungan’ın “Şairin Romanı”nın ilk sayfasında anlattığı carpe diem var: “Uyanmıştı ama gözlerini açmadan, yüzünde incecik bir tebessümle, kokuyu ta içine derin derin çekti. Uzun zamandır yaşadığı hiçbir ânı aceleye getirmemeyi öğrenmişti. Gene öyle yaptı. Yaşadığı ânı derinleştirdi, uzattı, tadına vardı. İnsan içinde yaşadığı ânı derinleştirmeyi zamanla, yani zamanı azaldıkça öğreniyordu”.[2]

Mungan da bir tür carpe diem’den söz ediyor görüldüğü gibi. Ama onunki benziyor mu bir günde birden çok kadınla, “gününü gün etmeye” çalışan erkeğinkine? Hiç benzemediğini Kundera’nın “Yavaşlık”ta anlattığı Madame de T.’nin sevişme sahnesini anımasayarak kanıtlamak mümkün:

“Madame de T. gecenin akışını yavaşlatarak, onu birbirinden ayrı değişik parçalara bölerek, mimari mucize olarak, bir biçim olarak yaratmayı başardı. Bir zaman parçasına biçimin damgasını vurmak, güzellik’in, ama aynı zamanda belleğin zorunluluğudur. Çünkü şekilsiz olan şey kavranamaz, bellekte tutulamaz. Buluşmalarını bir biçim olarak düzenlemek, onlar için özellikle değerliydi, çünkü gecelerinin geleceği yoktu ve ancak anılarda tekrarlanabilirdi”.[3]

Horatius’un dizesini Kundera’nın yaptığından daha güzel bir biçimde hikâyeleştirmek ne mümkün! O aşk gecesinin geleceği yoksa, geleceğe olabildiğince az güvenmek gerek. O vakit ânı derinleştirmekten, derinleştirdikçe şekle büründürmekten ve geleceğe bırakmaktan, belleğe armağan etmekten başka yol var mı?

Mungan’ın ve Kundera’nın anlattığı anlamda “ânı yaşamak”, bence aslında yalnızca “yaşamak” sözcüğüyle de ifade edilebilir. Hakiki manasıyla yaşamak, ân içre her ne yapıyorsanız kendinizi ona vermekten, ona yoğunlaşmaktan, hatta onda kaybolacak kadar kendinizden vazgeçmekten başka bir şey değilmiş gibi geliyor bana. Oysa “yeni yalan zamanlar”ın[4] insanının en önemli özelliği, aynı anda birden fazla işle uğraşmak, derste ya da önemli bir toplantıda, hatta sevgilisiyle romantik bir akşam yemeği yerken dahi mesajlarını kontrol etmek, aynı anda birden çok işle uğraşmak suretiyle yaşamı “çoğaltmak” galiba!

Bu hâllere, ânı yaşamak mı, yoksa hiç yaşamamak mı denmeli bilemiyorum. Ama benim gibi yeni bir yıla girerken kendini hayatın geride kalan kısmının muhasebesini yapmak zorunda hissedenlerin bu soru üzerinde şöyle derinlemesine düşünmeleri gerektiğinden eminim!

       


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kleinbaum’un Ölü Ozanlar Derneği isimli kitabı Peter Weir tarafından sinemaya uyarlanmıştır. N. H. Kleinbaum, Ölü Ozanlar Derneği, çev. Gül Yılmaz, İstanbul, Nokta Yayınları, 2003.

[2] Murathan Mungan, Şairin Romanı, İstanbul, Metis Yayınları, 2011, s. 9.

[3] Milan Kundera, Yavaşlık, İstanbul, Can Yayınları, çev. Özdemir İnce, 2002, s. 38.

[4] İnci Aral’ın üçlemesinin (Yeşil, Mor, Safran Sarı) adı.

Bu haber toplam 3242 defa okunmuştur