1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Büyük Felaket ve Merhametin Gücü
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Büyük Felaket ve Merhametin Gücü

A+A-

Türkiye ve Suriye’de yaşanan büyük deprem felaketi, dünya deprem tarihinin en korkunç depremlerinden biridir ve Kıbrıs Türk toplumu açısından da büyük bir felakettir.

İlk defa bir depremde onlarca Kıbrıslı Türk yaşamını kaybetmiştir. Ölenlerin çoğunun okul öğrencisi olması acılara acı katmıştır.

Deprem ne ilahi bir hadisedir, ne de toplumsal ve siyasal sorumluluktan muaf tutulabilecek bir olgudur. Doğa yasalarından kaynaklansa da, yol açtığı felaketin boyutu toplumsal ve siyasal yasalara bağlıdır.

Ben bu yazıda sorumluluk ve sorumlular üstünde durmayacağım. Bu büyük felaket karşısında insanlığın sergilediği dayanışma, özellikle Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumunda gözlemlediğim yardım seferberliğine ve merhamet duygusuna değineceğim.

Geçtiğimiz Pazartesi günü Strasburg’da toplanan Avrupa Parlamentosu’nun Genel Kurulu’nun ilk gününde söz alan bütün siyasi gruplar, ağız birliği içinde Türkiye ve Suriye’ye mutlaka yardım edilmesi üzerinde durdular ve bu yönde çağrıda bulundular.

Yunanlı parlamenterler duygudaşlık dolu konuşmalar yaptılar. Ayrıca, izlediğim Yunan televizyonlarında Türkiye’ye karşı büyük bir empatiyle yaklaşıldığını gördüm. Yunan toplumu ise acılara ortak oldu ve tam bir merhamet gösterisinde bulundu.

O kadar ki, yabancı diplomatlar, 1999 depreminden sonra iki ülke arasında başlayan “deprem-diplomasisi” ve yakınlaşmanın yeniden canlanabileceğinden söz ediyorlar.

Umarız, öyle olur...

Üzerinde durmak istediğim merhamet konusu açısından Kıbrıs Rum toplumunun tutumuna özellikle bakmak istiyorum.

Anlaşılır nedenlerle, Kıbrıslı Rumların nasıl bir tavır takınacakları benim için büyük bir merak konusuydu.

Doğrusu, gördüğüm insancıl yaklaşım beni duygulandırdı. Binlerce insan yardım etmek için harekete geçti. Özellikle 1974 göçmenlerinin yaşadığı bazı bölgelerde ve özellikle yaşlı kesim- ki bunlar savaş felaketini yaşamış kimselerdir- büyük bir gayret ve cömertlikle yardım elini uzattılar.

Televizyonlarda, depremzedelerin yaşadığı felaket günlerce birinci haber olarak verildi.

AKEL, üç günlük yas ilan etmesi için hükümete başvurdu. Üç günlük yas ilan edilmedi ama Kıbrıs Rum bakanlar kurulu bir dakikalık saygı duruşunda bulundu, bazı yerlerde bayraklar yarıya indi. Ayrıca, Anastasiadis hükümeti Avrupa Yardım Mekanizması üstünden Kıbrıslı Rum kurtarma ekiplerinin de Türkiye’ye gidebileceğini açıkladı.

Beni, olumlu yönde şaşırtan olaylardan biri de, yeni seçilen Başpiskopos Georgios’un kiliselerde bağışta bulunmaları için inananlara çağrı yapmış olmasıdır.

Elbette dinlerin “ötekini seveceksin”, “komşun açken tok yatmayacaksın” gibi evrensel öğretiler barındırdıklarını biliyoruz. Fakat söz konusu Türkler, Yunanlılar ve Rumlar olduğu zaman, kiliselerle camilerin Tanrı’nın evinden ziyade “ulusun kaleleri” olarak algılandığına da biliyoruz.

Diyeceğim o ki, Kıbrıs Kilisesi de anlamlı bir dayanışma ve merhametli bir tutum sergilemiştir.

Merhametten söz ederken, akla gelen ilk isim, kuşkusuz, Schopenheur’dir. 19.yüzyılda yaşamış filozofa göre, merhamet insanın insan oluşunda vardır ve zamana, mekana veya etnik kökene göre değişmeyen bir kavramdır. Sevgi ve adalet gibi erdemlerin merhametten kaynaklandığını ileri süren Schopenhauer, genel olarak nihilist bir düşünür olmasına rağmen insanda merhamet duygusunun önemine vurgu yaparken, insanlığa dair bütün umutlarını kaybetmemiş olduğunu göstermektedir.

Dostoyevski’nin “güzellik kurtaracak dünyayı” deyişini değiştirerek Schopenheur,e uyarlayıp  şöyle diyebiliriz: “Merhamet kurtaracak dünyayı!”

Gelgelelim, merhamet erdemine her zaman ve her yerde rastlamayabiliriz. Daha doğrusu, insanın insan oluşunda var olan bu erdem tehdit altındadır.

Schopenhauer, bencilliği ve kötülüğü merhametin en büyük düşmanları arasında sayar. Ben buna vicdanları tahrip eden ve ötekinin acısından zevk almaya yol açan bir düşmanlık anlayışı üreten milliyetçiliği de ekleyeceğim.

Nitekim, milliyetçi olmakla övünen Tahsin Ertuğruloğlu’nun Kıbrıslı Rumların depremzedelere yardım teklifi karşısında nasıl insafsızca tavır takındığını gördük. Belli ki, merhametle bir alıp vereceği yoktur. Ne alır, ne verir... Her yerde ve her zaman “düşman” görmektedir ve bu tavrıyla da ünlü sosyal psikolog Arno Gruen’ün tezini haklı çıkarmaktadır: “Düşmanlar, öz nefretimizin hedef tahtası olarak bize hizmet ederler.” Her yerde düşman aramak bundan olsa gerektir...

Bu yazı toplam 2600 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar