1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir zamanlar Kıbrıs’ta köy muhtarları...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir zamanlar Kıbrıs’ta köy muhtarları...”

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Avustralya’dan değerli arkadaşımız, araştırmacı, grafik sanatçısı ve akademisyen Konstantinos Emmanuelle’in “Tales of Cyprus” (“Kıbrıs’ın Öyküleri”) başlıklı sosyal medya sayfasında yer alan ve Kıbrıs’ta bir zamanlar muhtarlara ilişkin yürüttüğü ilginç araştırmayı içeren yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle’in dedesi Konstantinos Konnaris de Baf’ın Muzere köyünün muhtarı imiş... Konstantinos Emmanuelle, Kıbrıs’ta muhtarlara ilişkin yazısında özetle şöyle diyor:

***  “Kıbrıs’ın Öyküleri” için yaptığım pek çok röportajda, Kıbrıs’ta köy muhtarlarının rolüne ilişkin pek çok iyi ve kötü şeyler duymuştum... Muhtar, atanmış bir toplum lideri ya da toplumun başı idi Kıbrıs köylerinde veya mahallelerde. Görevlerinin bazıları ise posta hizmetlerini sağlamak, yolların bakımının yapılmasını sağlamak, kamu düzenini sağlamak, taleplere ilişkin yazılı belgeler düzenlemek, ruhsat ve sertifikalar vermek, pasaport fotoğraflarını tasdik etmek, vergilerin toplanmasına yardımcı olmak, ciddi suçları veya kazaları bildirmek ve doğumlarla ölümlere ilişkin kayıt tutmaktı.

***  Muhtarın iki ya da dört kişilik köy ihtiyarlarından oluşan yardımcıları vardı ki bunlara Aza denirdi.

***  Benim dedem Konstantinos Konnaris, 1950’li yıllarda Baf’ın Muzere köyünde muhtar idi. Bana anlatıldığına göre, onu tanıyan herkes ona saygı gösteriyordu. Ceketinin üzerinde Britanya’nın verdiği bir Muhtar amblemi bulunmaktaydı ve evinin ön kapısının üstünde de bronzdan yapılma büyük bir muhtar tabelası asılıydı. Köy muhtarı olarak dedemden, azalarla yakın bir çalışma yürütmesi bekleniyordu, aynı şekilde polisle, papazlarla ve destebanlarla da köyün gündelik yaşamına ilişkin işleri takip edip birlikte çalışmaları  ve köyde nizam ve düzeni ve dengeyi sağlamaları beklenmekteydi.

***  Ciddi suçları Britanya yetkililerine bildirmesi beklenirken, pek çok diğer diğer köylerde köy ileri gelenlerinin yaptığı gibi dedem de bu sorunları kendi halletmeyi tercih ediyordu, Azaların yardımlarıyla tabii... Sanırım “köy adaleti” sözcükleri de bundan kaynaklanıyor. Dedemin başa çıkması gereken ana sorunlar, hırsızlıklar ve mala verilen zararlar idi. Bazı köylerde eğer bir cinayet işlenmişse, köydeki topluluk Muhtar’a başvurarak “göze göz” denen eski adalet sistemi uyarınca ondan suç işleyeni aynı şekilde cezalandırmasını talep etmekteydiler. Dedemin cinayet gibi böylesi ciddi suçlarla başetmek zorunda kaldığını sanmıyorum.

***  Köy muhtarlarının atanması konusu, taa Osmanlı dönemine kadar uzanmaktadır. Kıbrıs’ta her köyün bir muhtarı vardı, bunlar Hristiyan veya Müslüman olabilirdi, köydeki nüfus çoğunluğuna göre... Normal olarak Muhtar ve Azaları, her iki senede bir yapılan seçimlerde her köyün erkek nüfusu tarafından seçilmekteydi. Hristiyan ve Müslüman toplumların muhtarlık seçimleri ayrı ayrı yapılıyordu ve bunlar genellikle Şubat ve Mart aylarında yer almaktaydı. Seçilen şahsın ise Muhtar olarak 1 Nisan tarihinden itibaren görevine başlaması beklenmekteydi.

***  1907 yılında Britanya Hükümeti tarafından yayımlanan Kıbrıs Resmi Gazetesi (Resmi Gazete – Cyprus Gazette), köy muhtarlarının atanmasına ilişkin kuralları sıralamaktaydı. Örneğin seçilecek muhtar, 25 yaşından büyük ve 60 yaşından küçük olmalıydı. Ciddi bir suçtan ötürü hüküm giymiş bir şahıs ne Muhtar, ne de Aza olarak seçilebilirdi. Köyün dini lideri (Papaz ve İmam), köy öğretmeni, doktor veya hükümet tarafından istihdam edilmiş veya Kıbrıs’ta Belediye Meclisi’nde üye olarak görev yapan herhangi bir kişi de muhtar seçilemezdi.

***  Resmi Gazete’de yayımlanan kurallara göre Muhtar’ın okuma-yazma bilmesi, köyü ziyaret edecek yetkililere konukseverlik gösterebilecek kadar da zengin olması gerekiyordu. Kendi mesleğinin gereklerinin dışında Muhtarlık görevlerini yerine getirebilmesi de bekleniyordu.

***  Okuma-yazma konusuna gelince, pek çok muhtarın okuma ya da yazma bilmediği biliniyordu, 1920’li yılların öncesinde temel aritmetik problemleri çözebilecek kadar bilgi sahibi de değillerdi. Britanyalılar, 1878 yılında Kıbrıs’ın kontrolünü Osmanlılar’dan devraldıkları zaman pek çok köy muhtarının görevlerini yerine getiremeyecek durumda olduklarını ve vergi toplamada da tümüyle yararsız olduklarını kaydetmişlerdi.

*** Britanya yönetiminin ilk onyıllarında muhtarlar, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, kendi köylerinde ya da mahallelerindeki erkekler tarafından seçilmekteydiler. 1923 yılında Britanyalılar seçim sistemini değiştirdiler ve Kaza Konseyleri’nin özel bir listeden yalnızca “aday gösterilmiş şahıslar arasından” muhtar seçmeyi getirdiler. Bir başka deyişle köylüler kendilerine göre uygun adaylardan bir liste ortaya koyuyorlardı ve yerel Komiser de kendine göre en uygun olan şahsı Muhtar olarak atıyordu.

***  Ne yazık ki bu yeni sistem Muhtarlar’ın seçiminde rüşvetin etki etmesini getirecekti... Hemen bazıları köy yetkililerine rüşvet vererek kendilerinin ismini listeye koyduruyorlardı ya da tercih ettikleri adayın adını listeye sokuyorlardı... Kimi zaman her bir şahsın aday gösterilmesini etkilemek maksadıyla kişisel tehditlere başvurulması da sözkonusu oluyordu...

***  Bu konuda Andriadis ailesine ilişkin bir öykü anlatılıyor – bunlar sekiz kardeştiler, köyü senelerce terörize ederek Muhtarlık ve Azalık pozisyonlarını kendi ellerinde tutuyorlardı... 1926 yılından sonra iki kardeş cinayet işlemekle suçlanmış olsa dahi, 1930’lu, 40’lı ve 50’li yıllara kadar köy muhtarlığını kendi kontrollerinde tutmayı başarmışlardı. Andriadis kardeşler tacizlere, tehditlere başvurarak ve köyde ve bölgede otoritelerini korumak maksadıyla muhbirler ağı kullanarak bunu yapmaktaydılar.   

***  Kimi zaman bir köy muhtarının başarılı ataması, kendi ailesi, dostları ve akrabaları tarafından etkileniyordu. Bir başka deyişle yakın akrabaları başka adaylara değil de kendi akrabalarına oy versinler diye teşvik ediliyordu – bu da nazik konuşmalar veya doğrudan tehditlerle yapılıyordu. Kimi zaman büyük paralar el değiştiriliyor veya köy meydanında ve kahvehanelerde büyük yeme içme sofraları kuruluyor ve böylece belirli bir adaya destek sağlamak üzere potansiyel seçmenleri kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlardı. Bir muhtarın kendi köyünde kendi dükkanı veya kayvehanesi olması yaygındı. Onu ziyaret edip de onun dükkanında veya kahvesinde para harcayanlar ise, onun iyi tarafına hitap etmekteydi...

***  1931 yılında Lefkoşa’da Vali Konağı’nın yakılmasını içeren bir isyan çıktıktan sonra, muhtarları atama sistemi değiştirilecekti. Vali’ye göre pek çok muhtar, sömürge idaresine sadakat göstermemiş ve isyanda yaşamsal birer rol almışlardı – o nedenle emirnamelerle bu durumu idare etmeyi ve Muhtarları bizzat kendisinin atamasını kararlaştırdı. Bunun anlamı da, köylülerin bundan böyle Muhtar’ın denetimi için yarışamayacakları veya kimlerin muhtar adayı olacağı üzerinde etki yapamayacakları demekti.

***  Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonradır ki köylülere yeniden oy vermeleri ve kendi Muhtar ve Azaları’nı seçmeleri için izin verilecekti... 1950’li yılların sonlarında Britanyalılar’a karşı EOKA’yla dayanışmalarını sergilemek maksadıyla, adadaki tüm Muhtarlar’ın bu görevlerinden istifa etmeleri teşvik edilmekteydi. Ancak 1960 yılında Kıbrıs bağımsızlığını kazandıktan sonradır ki Muhtarlık pozisyonu yeniden eski haline getirilecekti. 1999 yılında ise köy muhtarının geleneksel görevi, Toplum Konseyi tarafından üstlenilecekti.

***  Keşke dedem Konstantinos’la röportaj yapabilmiş olsaydım... Ne yazık ki ben henüz bir çocukken o vefat etmişti... Ondan, Muzere köyü muhtarı olarak ilk elden hatıralarını dinlemek isterdim. Ona sormak istediğim yüzlerce soru vardı... Bana ne tür öyküler anlatabileceğini ancak düşleyebilirim. “Kıbrıs’ın Öyküleri” için çok sayıda röportaj yapmış olmama karşın, 1960 öncesi köy muhtarlarının hayatları ve o dönemde neler yaşadıklarına ilişkin hala pek az şey biliyorum... Örneğin Britanya Hükümeti tarafından bu rolü yerine getirirken kendilerine ne kadar bir ödenek verildiğini hala bilmiyorum.

***  Bana köyünüzdeki veya mahallenizdeki Muhtar’ın rolü hakkında neler anlatabilirsiniz? İngiliz devrinde köy muhtarlığı yapmış olan herhangi birisini tanıdınız mı? Paylaşmak istediğiniz ilginç öyküleriniz var mıdır bu konuda?

 

KAYNAKÇA:

Cyprus Gazette. (1907).

Faustmann, H. (1998) Clientelism in the Greek Cypriot Community of Cyprus under British Rule.

Kombos, C.. (2015). From Local Self-Government in the Republic of Cyprus.

Loizos, Peter. (1972). Social Organization and Political Change in a Cypriot Village.

Stevenson, M. (1928) Village Authorities of Cyprus.

(TALES OF CYPRUS sosyal medya sayfası yöneticisi Konstantinos Emmanuelle’in 25 Eylül 2021 tarihinde yayımlanan yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 


BASINDAN GÜNCEL...

 

“0,64 metrekareye kaç ruh sığar?”

Aris NALCI

bb-071.jpg

İHD-Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon bu hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mezarlıklar yönetmeliğine dikkat çeken bir açıklama yaptı.

İBB Cenaze ve Defin Hizmetleri Yönetmeliği'nde Mezar ebatlarını düzenleyen Madde 6'da tüm mezarlıkların ebatının azami 2.64 m² olarak, "ekalliyet" (azınlık) mezarlıklarının ebatının ise azami 2m² olarak belirlendiği ifade ediliyor.

Türkiye'de çıkarılan her yönetmelik bir başka ayrımcılık içerir. Aslında yönetmeliği çıkaranlar bile bunun ayrımcılık olduğunu bilmez/ sanmaz. Kendi içerisinde tutarlı bir açıklama arama gereği de duymamıştır.

İşte bu yüzden Osmanlı'dan günümüze tüm o ayrımcı içerikler hepsi satır aralarında durmaktadır.

Kim bilir bu yönetmelik ne zaman yazılmıştır.

Kime kaç metrekarelik alan ayrılacağı ne zaman kim tarafından karar alınmıştır? Ermenilere, Yahudilere, Süryani ve Rumlara sorulmuş mudur?

Sanmam.

Bu bahsi geçen son değişiklik 2013'te yapılmış.

Yani AKP yönetimindeyken.

Ama şimdi İHD İBB'den bu ayrımcılığı düzeltmesi için çarı yapıyor.

Mezar yerleri aslında mezarlıklar müdürlüğü tarafından özel izinlerle farklı inşaa edilebilirler. Mesela bizim Şişli Ermeni mezarlığında ihtişamlı edebiyatçılar panteonu vardır. Mezarlıklar bizler için bir ibadet yeri, bir varlığını ve benliğini hatırlama yerleridir.

İşte o yüzden de önemlidir.

Ben İstanbul'da en çok mezarlığa gittiğimde kendimi 'çok' hissederim bana atfedilenin 'azlığın' aksine. Aynı şekilde Türkiye'nin dört bir yanında gittiğimde bana harabe Ermeni mezarlıkları gösterdiklerinde de yine içim yanar.

Aslında ne kadar kalabalık olduğumu hissettirebilecek o mezarlıklar zaten kalabalık olduğumuzu unutalım diye tahrip edilir çoğu zaman da.

Dönelim konumuza. Bu yönetmelikte bir başka ilginç nokta da “Gayrı müslim”lerin “Müslüman”, “Müslüman”ların da “Gayrı Müslim”lerin mezarlıklarına gömülemeyeceği.

Bu sadece İstanbul'da değil aslında birçok yerde kabul görmüş bir yönetmelik maddesi.

Ancak gelin görün ki bu madde ne 1980'lerde Levon Ekmekçiyan'ın idamında ne de daha önce öldürülen Ermenilerin mezarları için uygulanmamıştır.

Levon, Edirnekapı mezarlığında bilinmeyen bir yere gömülmüştür.

Aynı şekilde soykırımda öldürülenlerin ise mezarları o yollar, o topraklar oldu.

Dolayısı ile bize layık görülen o 2 metrekarelik alandan çok daha fazlasını kapsamaktayız bugün...

İnsanlar azalırken mezarlıklar azaltıldı....

Eskiden kiliselerimiz ve okullarımız kadar mezarlıklarımız da çoktu.

Alemdağ, Beşiktaş, Beykoz, Davutpaşa, Kartal, Pangaltı ve Eyüp'teki mezarlıklar yok oldu gitti. Şimdi üzerlerine çökenler villalar katlı otoparklar hatta askeriyeler yaptılar...

Evet, askeriye yaptılar...

Harbiye Askeri Akademisi de Pangaltı Ermeni Katolik Mezarlığının üzerine inşa edilen yerlerden biridir.

Pangaltı Ermeni Mezarlığı 1560 yılı civarında Ermenilerin kullanımına sunulmuş.

1930'larda salgınlar nedeniyle mezarlıkların şehir merkezlerinde bulunmasının sağlığa zarar vereceği düşünülerek kullanıma kapatılmış.

Buradaki bazı mezarların Şişli Ermeni Mezarlığı'na taşındığı rivayet edilir...

1930'larda yıkılan mezarlığın bulunduğu bölgede günümüzde Divan Oteli, Hilton Oteli, Hyatt Regency Oteli, Taksim Gezi Parkı, İstanbul Radyoevi ile Askerî Müze'nin bir kısmı ile çeşitli yapılar bulunuyor.

Konuya ilişkin Agos'ta Armaveni Miroğlu, Tamar Nalcı-Emre Can Dağlıoğlu, Kübra Uygur ve Zakarya Mildanoğlu gibi araştırmacıların birçok makalesi yayınlandı ama bilgileri özetleyerek buradan da aktaralım bir kez daha...

Mezarlığın üzerinde bulunduğu topraklar, Kanuni Sultan Süleyman’ın aşçısı Manuk Karaseferyan üzerinden Ermeni cemaatine aktarılmış.

Surp Agop Hastanesi'nde veba salgınında ölenlerin gömüldüğü mezarlık halk sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle 1865'ten sonra kullanılmaz.

Bunun üzerine de boş kalan araziye, Istepan Paşa Aslanyan’ın çabalarıyla, Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi inşa edilir.

1912’de, Belediye, caddeyi genişletmek için, mezarlık arazisine çöker.

Toprak bedeli yerine kemiklerin taşınması için 15 bin altın öder ve çıkar işin içinden.

Mezarlık 1939'a kadar birçok davaya konu olmuş, Ermeni Patrikhanesi açtığı davada “Türkiye'de Ermeni de Patrikhane de yok ki.” cevabını alır.  Patrikhane'nin 1915'te Kudüs'e sürüldüğü cevabı soykırımın kanıtı gibidir. 39'da çökme tamamlanır ve mezarlıktan çıkan taşlar Prost'un Eminönü meydanının taşları ve Gezi Parkı'nın merdivenleri olurlar...

Yani neymiş.

Bize kendi ölülerinizden az görülen 0.64 metrekare ne ki bugüne kadar alınan binlerce dönümün karşısında.

Yaşarken Kurtuluş'a, Yeşilköy'e, Bakırköy'e, Adalar'a sıkıştırdıkları bizleri ölünce de 2 metrekareye sıkıştırabilirler. Ancak toprağın altındaki bizlerin kemikleri, ya bir toplu konut inşaatında, ya bir park kazısında çıkacaktır ortaya.

Göbeklitepe'deki buluntuların bir kopyasının ABD'deki BM bahçesine hediye edilmesi görüntüsü altında yok edilen mezarlar ne ki...

Daha adil bir dünya mümkün Sayın Başkan...

Artık İBB Başkanı mı yoksa ülkenin başkanı mı duyar bilmem. Benim için çökme işinde her bürokrat veya siyasetçi bir.

Şu 'az' kalmış Ermeni cemaatine, Rum toplumuna, Süryanilere dokunmayın artık.

Hayatta rahat vermiyorsunuz tamam.

Yavaş yavaş azalıyoruz zaten. İstediğiniz oluyor.

Toprağın üstünden altına giriyor bedenlerimiz daha da azalarak.

Ama bırakın yer üstünde vermediğiniz nefes alanını toprağın altında çok görmeyin...

0,64 metrekareyle memleket kurtulmaz.

Gelin dönün şu hatadan.

Dünya 5'ten büyük ama siz 0,64 metrekarelik olmayın.

 

Kaynakça:

Kübra Uygur'un makalesi

Tamar Nalcı ve Emre Can Dağlıoğlu'nun makalesi

Zakarya Mildanoğlu'nun makalesi

Armaveni Miroğlu'nun makalesi:

‘Pangaltı Ermeni Mezarlığı (Surp Hagop Mezarlığı)’ (Toplumsal Tarih, no 187)

(ARTI GERÇEK – Aris NALCI – 25.9.2021)

 

Bu yazı toplam 1519 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar