1. YAZARLAR

  2. Sami Özuslu

  3. BARNABAS’TAKİ ‘CİDDİ İHBAR’ NEYDİ?
Sami Özuslu

Sami Özuslu

BARNABAS’TAKİ ‘CİDDİ İHBAR’ NEYDİ?

A+A-

14 Mart 1996 tarihinde St. Barnabas Manastırı’nda yaşananlar ve sonrasında gelişen olaylar Kuzey Kıbrıs’taki rejimi anlamak bakımından son derece önemli bir mihenk taşıdır.

Aradan 25 küsur yıl geçmesine rağmen hem Barnabas’ta o gece ne yaşandığını bilmiyoruz hem de o baskınla Kutlu adalı cinayeti arasında bağlantı olup olmadığını…

Oysa KKTC Meclisi olaydan çok kısa bir süre sonra St. Barnabas baskınının ortaya çıkarılması için bir komite oluşturmuş, Özker Özgür’ün başkanlık ettiği komite bazı isimlerden bilgi almış, hatta kafile halinde manastıra giderek inceleme yapmış, olay gecesi orada bulunan bekçileri de dinlemişti.

Ancak sonuç tam bir hüsrandı!

Komitenin hazırladığı rapor, adeta bir ‘çaresizlik metni’ydi.

Zira olayın düğümünü çözecek bir ‘ciddi ihbar’ vardı ve o ‘ciddi ihbar’ın ne olduğunu bilenler meclise, yani halkın oylarıyla seçilmiş temsilcilere bilgi vermiyordu.

‘St. Barnabas Manastırı’na Yapılan Silahlı Baskın Hakkında Meclis Aratırma Komitesi’, dönemin Başbakanı ile Başsavcısı’nın verdiği ‘yüzeysel bilgiler’ nedeniyle o ‘ciddi ihbar’ın ne olduğunun tespit edilemediğini vurgulama ihtiyacı hissetmişti.

Komite raporunda bir başka çarpıcı bilgi daha vardı: Asker ve sivillerin katıldığı baskınla ilgili bilgi vermek üzere yazılı çağrı yapılan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı, ‘yüce meclis’e temsilci dahi göndermemişti!..

**

Oysa baskını yapanların başında resmi giyimli bir albay vardı. Üstelik isimliği de üzerindeydi.

Komitenin bulgularına göre, ‘Albay Cahit KOPARIR komutasında silahlı 10 asker ve iki çavuş saat 19.00 sıralarında askeri araçlarla manastıra gelmişler, albayın ‘küçük çaplı bir tatbikat yapacaklarını’ söylemesi üzerine bekçiler gelenlere itiraz etmemişler’di.

‘Bekçiler albayla birlikte içerideki bir odada alıkonulurken, manastıra bir de sivil araç gelmiş’ti. Bekçilerden biri aracın marka, renk ve plakasını aklında tutmuştu: CV 765 Renault-Toros…

Komite bu aracın kaydına bakmış ve Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı’na ait olduğunu tespit etmişti.

Bu arada bekçiler saat 21.00’de Mağusa polisine ‘vukuat olmadığını’ bildirmişler, gelen askerler ile sivil araçtan bahsetmemişlerdi…

Meclis komitesine göre bekçiler gece boyunca herhangi bir ‘zorlama’ ile karşılaşmamışlardı.

Rapora göre ‘tatbikat’ amaçlı gelen Albay KOPARIR ve askerler ile beyaz Toros’takilerin işi saat 23.00 gibi bitmiş. Yani dört saat boyunca orada bir şeyler yapılmıştı.

Gece bekçiler herhangi bir şey görmemişler, ama sabah ‘mezar odasının kuzey doğusunda –ki orijinal giriş kısmında kazı yapıldığı’ anlaşılmış ve Eski Eserler Dairesi yetkililerine haber verilmişti.

Daire müdürü ve bölge sorumlusu, baskınla ilgili ne Mağusa polisinin ne Mağusa bölge komutanlığının ne de Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın bilgi sahibi olduğunu tespit etmişlerdi.

**

14 Mart’ta yaşanan bu esrarengiz olay bir gün sonra basına yansımış, yetkililer tam beş gün boyunca suskun kalmıştı. Neden sonra, dönemin Başbakanı Hakkı Atun 19 Mart tarihinde “(…) yapılan eylem ve davranış güvenlik güçlerimizin aldığı ciddi bir ihbar üzerine gerçekleştirilen bir operasyondur…” diyecekti.

Komiteye çağrılan Başsavcı Akın Sait ise ‘ciddi ihbarın ne olduğu hakkında kendisinin tatmin edici bilgiye sahip olduğunu’ söylemiş, ancak ‘bu bilgiyi açıklamasının doğru olmayacağını’ ifade etmişti.

Atun’a ve Sait’e göre ‘polisin manastır baskınıyla ilgili başlattığı soruşturmanın sözlü talimat ile sonlandırılması da normal’di.

Çünkü ortada ‘soruşturulacak bir şey yok’tu!..

Meclis Komitesi tüm bu verileri değerlendirdikten sonra ‘konuyu uzatmanın bir anlamının olmadığı’ kanısına varmış ve meclis genel kuruluna hitaben yazdığı raporda ‘bilenlerin konuşmadığı’ tespitine açık açık yer vermişti.

‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ yazısının yer aldığı KKTC Meclisi’nin araştırma komitesi raporu şu acı paragrafla sonlanacaktı:

“(…) Komitemiz olayın gerçek nedeninin Bakanlar Kurulu Başkanı (Başbakan) ile Hukuk Dairesi Başkanı (Başsavcı) tarafından ortaya çıkarılmaya çalışılmamasını demokratik ve çağdaş hukuk devleti ilkeleri ile bağdaştıramamakta ve böyle bir durumu onaylamamaktadır.”

 

 

Bu yazı toplam 2822 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar