1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Baf Medresesi üzerine araştırmalarımız...” (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Baf Medresesi üzerine araştırmalarımız...” (2)

A+A-

BAF’TAN HATIRALAR...

Ulus Irkad

BAF MEDRESESİ’NİN 1912 YILINDAKİ DURUMU...

“Adamız medreseleri arasında sürekli hocası ve öğrencisi olan bir medresemiz kaldıysa o da Baf Medresesi’dir. Yaklaşık altmış yıl önce yerli din bilginlerinin önde gelenlerinden merhum İbrahim Efendi Hazretleri’nin (Müderris İbrahim Sıtkı) omzunda çamur taşıyarak olanca varlığını harcayarak oluşturduğu bu maaşsız, bu küçük medresenin adaya yaptığı hizmetler pek büyüktür, her türlü övgünün üstündedir.” (Vatan, 19 Ağustos 1912, Pazartesi, sayı: 48’den aktaran Harid Fedai, Kıbrıs Gazetesi, 15 Temmuz 1996)

“Nihayet bunun da kolayını buldum. Şimdiki Medrese Kıraathanesi’nin karşısında Kiracı Ahmet Efendi’nin hanı var idi. (Şimdi buralarda dükkanlar yapıldı) Han kapısının yanında bir de kahvehane var idi. Bu kahvenin orta yerinde asılı fener mevcuttu. Kahvenin camlı penceresinin önünde dururdum. Camlardan dışarı akseden lamba ışığında çalışırdım. Hiç usanmazdım, ilkbaharda da bu usul üzere geceleri çalışırdım.

Fakat kış gelince soğuk, yağmurlu, çiseli havalarda okuyamıyordum. Hava açık olunca biraz sebat edeyim, dedim; fakat hastalandım. Bir hafta kadar yattığımı az çok hatırlıyorum. Nihayet Allah bana bir akıl verdi. Akşam namazından sonra odamdaki lambanın ziyasında okurdum. Aşağıki camiin lambaları yatsı namazından evvel yandığı cihetle camiye koşardım. Orada çalışırdım. Haftada 2 defa hatm-i hoca denilen bir ibadet tertibi vardı. Bütün cemaat yatsı namazından sonra bir halka teşkil ederler ve Kuran’ı Kerim’le ilahiler okunurdu. Tespihler çekilir, zikirler edilir, bu hal saat alaturka 3’e kadar devam ederdi. Ben ilk zamanlarda bu dini halkaya girmezdim. Yüksekte olan müezzinlerin yerine çıkardım. Hatm-i hoca bitinceye kadar derslerime çalışırdım. Fakat bunlar da bana kafi gelmezdi. Nihayet bu gecelerden başka bir çare aradım ve Allah’a şükrederek buna da muvaffak oldum.

Yukarıki camiin bir köşesinde türbesi olan meşhur hocamız merhum İbrahim Efendi’nin Türbesi’ne giderdim. Burada eski zaman biçiminde olan kadeh gibi cam kapların içine konan zeytinyağına pamuktan yapılmış fitil koyarak yakarlardı. Ve bütün gece devam ettirirlerdi, işte kış gecelerinde bulduğum çare. Bu türbe kilimli ve sıcak idi. Bu türbeye girerdim. Saat üçe kadar bu az çok şafk veren lambanın yan tarafında derslerime çalışırdım. Cenabı Allah’a şükrederim ki böyle az şafklı yerlerde uzun müddet okuduğum halde gözlerime kuvvet, vücuduma kudret ve kafama da sebat ve azim ihsan etti! (Lokman Hekim Dergisi, No: 160, 5 Temmuz, 1953, Yıl: 18)” (Harid Fedai, Kıbrıs Sanayi Mektebi, KKTC Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, 40-1947, Ankara, s.58-59)

‘“İlkokulu Baf Kasabası’nda, Aşağı Camiinin yanındaki okulda okuyan Cemal, o zaman ‘mektepte yalnız Kur’an-ı Kerim okunurdu’ diyor. Tüm çocuklar yerde oturur ve sabahtan öğleye kadar hiç ara vermeden sınıfta kalınırmış...”

Araştırmacı-yazar Ali Nesim, Hafız Cemal’in anılarından yola çıkarak o zamanki eğitim sistemi hakkında da bilgiler vermektedir:

“Kapıda asılı duran bir tahtanın bir tarafında “geldi” diğer tarafında “gitti” yazılı imiş; hoca efendiden tuvalete gitmek üzere izin alan çocuk, tahtanın “gitti” yüzünü çevirir; gelince “geldi” yazısını döndürürmüş. Duvarda ise falaka asılı imiş; ayrıca hocanın yanında uyuyan çocukları dürtüp uyandırmak için uzun değnek, bir de dövmek için kısa değnek varmış.”

Hafız Cemal’in anıları, Baflı Hoca İbrahim Efendi’den de bilgiler vermekte. Sadrazam Kamil Paşa’nın da onun kurduğu Medrese’de yetiştiğini öğrenmekteyiz.

Baf Medresesi bilgilerini Hasan Behçet, Kıbrıs Türk Ma’arif Tarihi (1571-1968), Lefkoşa 1969, s.35’den alıyoruz:

“Baf Medresesi, Baflı müderris Hoca İbrahim Sıtkı haziretlerinin kendi gayretleri ile Hicri 1268 Miladi 1850 yılında kurulmuş hususi medresesi idi; kurduğu medrese 35 yıl müderrislik ettikten ve Baf’ın man mümtaz şahsiyetleri ile imam-öğretmenlerini yetiştirdikten sonra 1885’te öldüğü vakit ilminin ve şahsiyetinin büyüklüğüne bakılarak kendisini evliya derecesine yükselten halk, ölüsünü Cami-i Kebir içine gömdüler. Türbesi henüz cami içindedir, ölümünden sonra vasiyeti üzerine damadı Hacı Hafız Ali Efendi ayni binada müderrisliği devam ettirdi. Hafız Ali efendi 1926 yılında ölünce ayni binada müderrislik oğlu Mehmet Dana’ya kaldı (Şimdiki Kıbrıs müftüsü, yazı yazıldığında öyleydi, u.ı)

Başlangıçta bir dershane olan medrese kurucusu zamanında en az 3 dershane ve 10 yatı odası gibi emsalinden üstün bir ilim yuvası haline getirildi.

Baf medresesine destek olacak vakfiyeler ehemmiyetsiz denecek kadar azdır.

a)      Baf kazasında Ayvarvara köylü Yusuf Ali vakfettiği değirmeninden alınan gelirden senede 100 kuruşun Baf medresesi müderrisine verilmesine,

b)      Baf Evretusu köyünden Mulla Ahmet Hacı Mehmet hayatta oldukça Baf müderrisine yılda bir İngiliz lirası, kendisi öldükten sonra da mütevellisinin bu parayı vermekte devam etmesi için vakfiye yaptı.

c)       İskeleli Hacı Emin Kadın Hacı Hasan hem kendisi hayatta iken ve hem de öldükten sonra Baf müderrisine yılda bir İngiliz lirası verilmesi için vakfiye yaptı.

d)      Poli’de sakin Yaylalı Ayşe İbrahim Çavuş vakfettiği malının gelirinin 1/3 inin Baf Medresesi müderrisine verilmesini şart koştu.

Yukarıda özet olarak verilen bilgilerin daha genişi aşağıda verilen referanslarla evkaf kayıtlarında evkaf kayıtlarında bulunabilir.

HOCA İBRAHİM EFENDİ (1803-1885)

35 yıl Hoca İbrahim Sıtkı Efendi’nin müderrisliği altında gelişmiş olan Baf Medresesi’nin, Nakşibendi tarikatının ileri gelenlerinden biri olarak bilinen Hoca İbrahim Sıdkı Efendi tarafından, 1850 yılında kurulduğu bilinmektedir.

Mehmet Barışsever, 6 Nisan 2000 tarihli Ortam gazetesinde yer alan bir yazısında, Hoca İbrahim Sıdkı Efendi’nin 1803 yılında Minareliköy’de fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğini ve 1885 yılında ölümü ardından kendisi için bir ağıt şiir yazıldığını belirtmektedir. Barışsever, 4 Mayıs 2000 tarihli Ortam’da ise, onun yaşam öyküsü ile ilgili olarak, emekli okul müdürü Zihni İmamzade’den alınan ve Oğuz Başak tarafından Haziran 1987’de hazırlanan şu metni aktarmaktadır:

YAŞAM ÖYKÜSÜ...

“İbrahim Sıdkı Efendi, aslen Minareliköylü olup, Kasaba’ya yerleşip terzilik yapmakta olan Hüseyin Efendi’nin oğlu idi. Baf kasabasında Sübyan Okulu (ilkokul) bitirince, okumak istediği için babası evindeki eşyayı rehin vermek sureti ile aldığı borç para ile İbrahim Sıdkı’yı Lefkoşa’da Küçük Medrese’ye (orta ve lise muadili) gönderdi. Müderris Ciyaslı Hoca Efendi de okudu, icazet (diploma) aldı. Kabiliyetini ve okumak istediğini gören Ciyazlı Hoca Efendi, kendisine yol harçlığı ve bir tavsiye mektubu vererek, İbrahim Sıtkı’yı İstanbul’da Selvili Medrese’de müderris bulunan Vıdinli Mustafa Efendi’ye gönderdi. Selvili Medrese’de (üniversiteli muadili) yüksek tahsilini tamamlayan İbrahim Sıtkı’yı hocası Kıbrıs’a dönmeyip İstanbul’da din işlerine bakan dairede (Meşi-hat’ta) görevlendirmeyi düşünmekte idi. Bu kabiliyeti ile ileride İstanbul Müftüsü veya Kadısı olabileceğini telkin etmişse de, İbrahim Sıtkı, “Ben İstanbul Müftüsü veya Kadısı olmak için okumadım. Baf ve yöresindeki Müslümanlar tenassür (Hristiyan olmak) üzeredir, onları kurtarmak için okumağa geldim” deyip, dönmek için direnmesi üzerine, İlmiye sınıfının hocaları bir toplantı yaptılar ve Süleyman Efendi ismindeki müderris “Bunu okuduğu ve maksada göre bir hizmete göndermezsek, Allah’ın yanında sorumlu oluruz” demesi üzerine, Kıbrıs’a geri dönüşüne izin verildi.

İstanbul’da dini bilgisi yanında ilim ve irfanını geliştirme imkanını bulmuştu. Sınıfında kendisi gibi zeki ve çalışkan ve mezuniyetinden sonra Amerikalı olduğu anlaşılan James W. Redhouse ile birlikte idi. Türk dili ve dinini iyice öğrenen bu şahıs, bilahare İngilizce-Türkçe Redhouse lügatını hazırlayarak, 1861 yılında neşretti.

efendi-2.jpg
FOTO: HOCA İBRAHİM EFENDİ

BAF MEDRESESİ...

1850 yıllarında Kasaba’ya dönen İbrahim Sıtkı, evvela bütün Baf köyleri ile ta Piskobu ve Kandu’ya kadar olan köyleri gezdi ve halkı, Baf’ta bir medrese kurulması yolunda teşvik etti ve yardım istedi. Halk teklifini benimsedi ve her köyden maddi durumu iyi olanların, medrese için bir oda yaptırmaları ve oğullarını medreseye göndermeleri için ikna etti. Bu yardımlarla on sekiz odalı bir medrese, bir kütüphane ve bir misafirhane yaptırarak, Baf’ta her bakımdan mükemmel bir medrese kurdu. Yetişen öğrenciler, öğretmen ve imam olarak köylerine döndüler... Baf Medresesi (Darülirfan) kısa zamanda üne kavuştu. Kıbrıs’ın diğer bölgelerinden, hatta Anadolu’nun güney sahillerinden tahsil için Baf’a akın başladı. Medresede dini bilgiler yanında Marifetname (Genel Kültür), Osmanlı ve Umumi Tarih, Heyet (Astronomi), Hendese (Matematik) gibi dersler de okutulmakta idi. Baf Medresesi, birçok kadı (hakim), öğretmen ve imam yeyiştirdi. Bladanisyalı Hafız Ali Efendi, medresede müderrislik yaptı ve sonra medreseyi yönetti.

Halkın fiilen çalışması ve para yardımı ile Aşağıki Camii inşa ettiren İbrahim Sıtkı, Büyük Hoca Efendi olarak anılmakta ve keramet sahibi olduğuna dair çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Ölümünden sonra Kasaba’daki Yukarıki Cami’nin içinde yapılmış özel bir türbede defnedildi.

Büyük Hoca Efendi, 1885 yılında vefat etti.

Zihni İmamzade 1967 yılında Bucak Dergisi’ne Hoca Efendi hakkında şunları anlatmaktaydı:

“Hele bu bayram namazı Musalla’da kılındığında yar ağyara karşı göz doldurucu olurdu.

Camiden sonra herkes bayram yemeğini alır, hısım akrabalarını bayramlamaya giderdi. Bayramlamada, çocuklar büyüklerin ellerini öper, büyükler (Musafaha) edilen el sıkışırlardı. Bundan maada halk Hoca Efendi’yi dersanede, Hafız Ramadan Efendi’yi de evinde bayramlamaya giderdi. Bu son merasime hükümet erkanı ile Rum ileri gelenleri de iştirak ederdi. Bayramlama öğleye kadar hitam bulurdu. Öğleden sonra cirit meydanına gidilir, polis bir taraf, (başı bozuk) sivil halk diğer taraf olmak üzere cirit oyunlarına devam ederlerdi”.

İbrahim Sıtkı, İstanbul’daki başarılı tahsilinden sonra vaad edilen mevkileri bırakıp, Baf kasabasına dönerek kendisini halkına adamakla ve bu yolda unutulmaz eserler vermekle, her bakımdan büyük bir insan olduğunu kanıtlamış ender kişilerdendir” (Ahmet An, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, (1782-1899), Ankara 2002,s: 45-47).

TÜM BAFLILAR’A BİR NOT...

Sayın Baflılar ve bilhassa Dip Baflılar; bana Hacı Mehmet efendi hakkında bilgileriniz varsa bu yazıdan sonra yanıt olarak yazın. O da en az Hoca Efendi gibi saygın bir insandı. Ben küçükken Ali Atakan’ın annesi Mücevher Teyzem tarafından Atakan’ın okulda başarı göstermesi için önce Hoca Efendi Türbesi’ne, daha sonra da Mehmet Efendi Türbesi’ne gittiğimi hatırlıyorum. Bu arada Atakan da 1963 öncesinde okuldan (Gazi Eğitim Enistitüsü) Baf’a geldiği zaman teyzemle birlikte tüm aileyi toplar, kendisi de önce Hacı Mehmet Efendi Türbesi’ne gider, sonra da adet üzere tüm aileye, ninemlere, büyük teyzelere, dayımlara (Ahmet Hamdi, Zafer, İbrahim Cibo) ve diğer aile fertlerine adet üzere yat veya gemi turu yaptırırdı. Baf kadınlarının 1964 öncesinde böyle adetleri vardı. Arif Albayrak’ın babası Ali Dayı da 1962 yılında Mekke’ye Hacı olmaya gittiğinde aynı ritüeller ve törenler yapılmış ve Albayrak’ın babasını bir otobüsle Mandirga dışında bir yerde daha fazla kadınların olduğu bir otobüs içerisinde beklemiş ve onu törenle karşılamıştık. Albayrak’a sorsanız o hatırlamayacak ama ben onun evinin kiracısı ve onun çocukluk arkadaşı olduğum için bu güzel anıyı da buraya naklettim…

HOCA EFENDİ’NİN AKRABALARINDAN ALDIĞIM BİLGİLER

Mustafa Ali Şefik (Eski Dip Baf Gümrük Müdürü Ali Şefik Bey’in oğlu):

“Baf, Mehmet Bey Ebubekir Medresesi’nin kuruluşu ansiklopedilerde 1688 olarak gösterilmesine karşılık, daha eski olması gerekmektedir. Yani Hoca Efendi, Kasaba’ya gelmezden önce Medrese vardı. Baf’a Müderris ve Hoca olarak gelmiş, herkes tarafından çok sevilen bir zat olduğu için, Mehmet Bey Ebubekir Vakfı Galeharlarından Mustafa Dede’nin halası Zekiye Hanım ile evlenmişti. Hoca Efendi’nin Derviş bir kişiliği vardı. Bir lokma ekmek, bir hırka felsefesi ile hareket ediyordu. Medrese finanse etmenin büyük bir finansal güce ihtiyacı vardır. O zamanlar tek güç ihtiyacı vakıftı. Hoca Efendi’nin Ebubekir Medresesi’ni organize edip sayılı medreselerden biri olmasını sağladığı Kıbrıs’ın en muteber medresesi haline getirdiği gerçeği bilinmektedir. Yalnız bu medrese Mehmetbey Ebubekir Medresesi’dir ve Hoca Efendi tarafından dağınık ve itibarını kaybetmeye yüz tutmuş olan bu müesseseyi revize etmiştir. Benim anne, dede ve akrabalarımdan duyduklarımla mantığım bu yorumu yaptırmaktadır. Şu anda annemin hayatta kalmış iki kuzeninden bilgiler alabilirsem sizlere aktarırım.”

Yine yakın akrabalarından CTP eski milletvekili Sayın Mehmet Çağlar ise Hoca Efendi hakkında şunları anlatmıştır:

“İbrahim Sıdkı Efendi Evliya olup İstanbul'da tahsil gördükten sonra orada medrese hocalığı yapan ve kalması istenmesine rağmen adaya dönen ve Baf'ta yerleşip orada bir Medrese açan, orada evlenen ve artık hep Baf'ta yaşayan bir zattı. Kendisi aslen Minareliköy'de doğmuştur. Eşi yani büyük nenemiz ise Baf sakinlerindendi. İbrahim Sıdkı efendinin 6 çocuğu vardı ve bu 6 koldan da gelen soy ağacı Rahmetlik Berkiye halamın oğlu Hüseyin Cenktaş ve rahmetlik Osman amcamın oğlu Mehmet Barışsever tarafından günümüze kadar taşınmış haliyle bilgisayar ortamına da taşınmıştır. Bu soyun her biri farklı kanadından gelen bugün yaşayan bazı bildik isim ve aileler şunlardır: Dana efendi ailesi, Sayın Oya Ertuğruloğlu (Sayın Tahsin Ertuğruloğlu'nun eşi), Sayın Oya Talat (Sayın Mehmet Ali Talat'ın eşi), Sayın Ferdi Sabit Soyer (annesi tarafından), Akcan Optik ailesi, Sayın Nilgün Şefik (çalışma bakanlığı müsteşarı idi), Sayın Mustafa Ali Şefik (Nilgün Şefik'in eşi, rahmetli Savcı Mehmet Şefik'in ağabeyi), Dr. Derviş Oral'ın eşi Dr. Havva Oral, Cenktaş-Barışsever-Çağlar-Ferit aileleri, ve daha burada hepsinden bahsedemediğim çok geniş bir yelpazede aile İbrahim Sıdkı Efendinin soyundan gelmektedir. Daha geniş bir zamanda birtakım belgelerle bunları Baflilar sayfasında paylaşmaktan memnuniyet duyacağım. Kıbrıs bu anlamda çok küçük. Kim nereli olduğunu araştırma imkanına sahip olsa kimbilir ne akrabalıklar vardır unutulan ya da bilmediğimiz. Ben babaanne tarafımdan Baflı iken, dedem tarafından Anoyra-Aytuma-Paramal-Evdim-Bladanisya-Piskobu yani Leymosunlu, Anne tarafımdan ise Lefkara ve Anafodiya'lı yani İskele'liyim... Demek ki Kıbrıslı desek yeridir.

Bu yazı toplam 1404 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar