Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

4 gün

A+A-

 

3-4 gün de olsa ülkeden uzak kalmak insanı rahatlatıyor!..
Ben böyle günlerde ülkenin gündemini takip etmeyi de bırakırım.
Başka türlü kafamın yenilenmesini sağlayamam. Yenidüzen’in haber paketi nasıl olsa önemli bilgileri anında bana ulaştırdığı için daha fazlasına da gerek duymam.
Zaten daha fazlası, o birkaç gün gündemden uzak kalmanın gerekliliğini ortadan kaldırır.
Tatil günlerini kendinize ayırmak en güzeli… Tatilin anlamı da bu zaten.

***

Küçük kızımla 3-4 günlük İstanbul ziyareti anılarımı tazeletirken yeni şeylerin de farkına varmayı sağladı.
İstanbul’la ilgili anılar beni arada sırada oralara gitmeye mecbur kılar! Tümü iyi anılar olmasa da kötü anının bende bıraktığı izi orada yeniden bulabilmek ilginç oluyor.
Yeni gelişmelerden biri metro hatlarının gittikçe daha geniş alanlara yayılması… Gideceğiniz yerlere metronun yeni hatlarını keşfederek gidebilmenin telaşını yaşarken, şehir hatları vapurlarına yeni katılmış ‘araba vapurlarına’ benzeyen gemilerde yolculuk etmenin biraz da hoşnutsuzluğunu yaşamak! kısmet oldu. Eski model vapurların sancak ve iskele tarafında dışarıda oturmak ve denizin dalgalarından çıkan tuzlu suyun nemini teninizde hissetmenin güzelliği bu yeni gemilerde yok. Ancak tepesinde dışarıda oturulacak yer bırakılmış, içerisi modern koltuklarla donatılmış ama insan eskilerin nostaljik halini arıyor. Buna rağmen vapurlar yeni de olsa yine de seyyar satıcıların “sayın yolcularımız…” diye başlayan dünya harikası! ürünlerini satmaya engel değil.

***

Ve biz Kıbrıslıların İstanbul’a her gidişimizde “gitmezsek olmaz” dediğimiz İstiklal Caddesi turlarımız… Sabahları biraz daha tenha da olsa öğleden sonraları ve özellikle akşamları ‘iğne atsan yere düşmez’ misali olan insan kalabalığının arasında yol bulup yürümek işkence haline gelse de vazgeçilmezimiz İstiklal Caddesi… Sırasında olayların, eylemlerin odak noktası, TOMA’ların suyu metrelerce püskürttüğü, biber gazlarının ve fişeklerinin havada uçuştuğu, bazen de kafalara isabet ettiği zamanların da beşiği…
Yine o yolda bir kitapçıya girip bir sohbet sırasında Tufan (Erhürman) Hocamın “bence dünyada ilk beşe girebilecek romandır” dediği ve ne yazık ki o güne kadar okumadığımı utançla farkettiğim Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’sını alıp büyük bir keyifle kitapçıdan çıkışımın mutluluğu ama artık yerinde yeller esen, 80’li yılların başında ‘profiterol’u orada keşfettiğim İnci Pastahanesi’ni birilerinin rantı uğruna yerinde görememenin verdiği üzüntü karmaşasını bir arada yaşamak…   
Caddenin hemen üst tarafında artık çok daha meşhur ve bir dönemi başlatan direnişin merkezi Gezi Parkı’nda demli bir çay içmek ve dudaklarda (o günleri yaşamasam da) o direnişin tadını aramak…

***

Öte yandan kentsel dönüşüm çalışmalarının insanda bıraktığı iki yönlü izleri anlamaya çalışmak… Bir yanda eski, tehlikeli binaların yıkılarak yerine yeni ve çağdaş binaların yapılmasına olumlu bakan bir anlayış varken diğer yanda da eski binaların sahiplerinde binalarla birlikte yıkılan anılar, yeni binalar için içine girdikleri borç halleri ve çoğu yerde bu işlerden büyük rant kapısı elde edenlerin hoşnutsuzluğu…

***

İşte böyle bir 3-4 günün ardından yeniden Kıbrıs’a dönüş ve ister istemez gündemin yeniden içine girmek… Şimdilik Kıbrıs sorunuyla ilgili olumlu mesajlar… UBP’nin yeniden Kurultay telaşı… Tatar ve Çavuşoğlu başkanlığa aday, Özgürgün onları GYK’dan aldı, kavgalar başladı… Yine trafik kazaları… Yine sıcaklar… Şimdiden bıktım.

***

Bu arada… Gittim, zizirolar büyük bir gürültüyle ötüyorlardı. 4 gün sonra geldim,
zizirolar ilk gün az da olsa zırrrrr dediler, ikinci gün hiç duymadım. Toprak altında 17 sene, toprak üstünde 4 haftalık ömürlerini sırasıyla tamamladılar. Hani isimleri Ağustos böceğiydi! İsimleri yanlış mı kondu, Temmuz mu olmalıydılar yoksa mevsimler mi kaydı!..          

***

Bir haftanın ardından daha da uzun yazıp bir öykü biçiminde anlatmak isterdim İstanbul’u… Ama şimdilik bu kadar, gündemin hep mutlu haberlerle dolması dileğiyle…

Bu yazı toplam 1791 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar