1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Yaş günü hatıraları
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Yaş günü hatıraları

A+A-

“Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların: boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!”

                               
Nazım Hikmet Ran
( 15 Ocak, iyi ki doğdu, iyi ki hep var.)


Yaş günü hatıraları

Çocukluğumda, yaş günü partisi yapmazdık pek, öyle üfledikçe sönmeyen mumlar da yoktu, çok süslü pastalar da...
Tek bir keyik yeterdi, içine gizlenmiş madeni bir lirayla birlikte...
Geyik değil keyik!.
Yani ‘kek’ için bunu derdik, napalım, böyle duyduk eskilerden, böyle alıştık...

***

Lise senelerinde, kimi arkadaşların evinde, gün ışığını ‘boğardık’ adeta!..
Oda loş olurdu mutlaka, sarılıp da dans etmek nasıl bir hoş...
Kulak zarımıza zarar bir müzik, İngiliz aksanının en ‘bulutlu’ haliyle böğrümüze işlerdi...
Bir omuzun ötekine dokunması yeterdi.
“Dost omuz başlarını omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere yüreğini yumruklarının içine koyup yürümek” böyle başladı.

***

Kaç sene önce bilmiyorum.
Ama epeyce...
Mağusa'da deniz kenarı bir yerdi; insan koynu gibi bir koy, sıcacık mavi doluşuyordu içine şehvetle...
Bir kızla kaçmış, şarap açmıştım.
Yıldızlı gecesiydi gökyüzünün...
Akdeniz durgundu...
Gece bittiğinde “bugün yaş günümdü” dedim...
O an... Kendime armağan vermiştim.

***

Yine tam senesi yok aklımda...
Ustamız çağırmıştı, toplantı odasına...
Gözünden küçük gözlüklerin üzerinden bakmıştı, gırtlağında çatallanan bir sesle...
- "Bu cumartesi, önemli bir siyasi toplantı var, Ağırdağ'da bir yerde... Kimselerle paylaşma, gizli bir buluşma... Hükümet düşecek sanırım... Sana güveniyorum, lütfen restorana git, mutlaka fotoğraf almayı dene..."

***

“Ama efendim” falan, diyemedim...
Korkuyla karışık bir saygı duyardık ve böylesi durumlarda mazeretimiz dahi varsa, susardık!

***

Kimseye söyleme, demişti ustamız.
Söylemiştim yine de, Serhat'a...
- "Merak etme, birlikte gideriz" demişti...
Gittik!..
Lokantadan içeri girdiğimde tüm gazete oradaydı, herkes, "Mutlu yaşlar" diyordu ve aptallığıma yanıyordum.
Nasıl şüphelenmedim, nasıl aklıma gelmedi diye...

***

Eskiden, internet girmemişken henüz hayatımıza, sosyal medya yokken, yani gerçekten sosyal bir hayat varken!.
Kimseler bilmezdi, ne zaman doğduğunuzu...
Herkes, herkesle değildi...
Herkes, her şeyleşmemişti henüz...
Çok özel insanlar bilirdi, bir diğerinin, doğduğu günü, anneler bilirdi bir de...
Babalar unutabilir, kardeşlerin aklına sonradan gelebilirdi de.
Bir sevgililer... Bir çocukluk düşleri... Bir de anneler unutmazdı illa...

***

Yıllar sonra...
Daha geçenlerde bir gün...
Hani Mağusa’daki o koyda, bir yaş günü gecesi yaşanmıştı ya...
İşte o kızla buluştum, dedim ki, “hatırladın mı”?
Yok!..
Hatırlamadı bile!..

***

İnsan hep hatırlayacağı anlar biriktirmeli, ömrünce...

--------------------------------------------------------------------------

‘Kardeşimdir’ diyebilmek

Larnaka’da eski bir Kıbrıslı Türk kahvesi...
Savaş sonrasında yıkılmış, harap olmuş...
İmeceyle tamir etmişler...
Şimdi üç yüze yakın çocuk, ergen, genç bu kahvehanede dans ediyor, şarkılar söylüyor...
Hem de haftanın yedi günü...
Hem de çok kültürlülüğe inanarak, barışı yüreklerinde çoğaltarak...

***

Vasilitza (Βασιλιτζιά) derneğini duydunuz mutlaka..
Kıbrıs’ın kuzeyindeki pek çok etkinliğe de katılmışlar...
İşçi sendikası PEO’nun bir uzantısı olarak 1968’de başladılar faaliyete, Mağusa’da..
Sonra ‘göç’ ettiler ve Larnaka’da, 1982’de işte bu eski Kıbrıslı Türk kahvehanesinde dernekleştiler...
Vasilitza, feslikan demek...
“Mağusa’da her evde feslikan olurdu mutlaka, bu nedenle, dernek için isim seçmek çok da zor olmadı” diyor Vasilitza başkanı, dansçısı, gönüllüsü dünya iyisi bir insan, Antonis Lazarou...
Larnaka’da çok güzel bir gün geçiriyoruz, birlikte...
( Hatice de bize eşlik ediyor, 15 sene evvel, ailesiyle Larnaka’ya göçmüş, orada okumuş, şimdi hem tercümanlık yapıyor, hem de dernekte çalışıyor, onun öyküsü ayrıca bir yazı konusu...)
Antonis Lazarou anlatıyor...
“Eskiden, biz barışı konuştuğumuzda,  dışlanırdık... Çok da anlamazlardı. İnsanlara rüya gibi gelirdi... Oysa biz barış kültürü ile büyümüştük. AKEL’ci ailelerin çocuklarıydık. Şimdi görüyoruz ki, bu düşünce çoğaldı. Belki bizim gibi Kıbrıslı Türkler için ‘kardeşimizdir’ demezler ama çözüme inanırlar, artık çok daha fazla insan Kıbrıs sorununun çözümünü ister, barışı özler...”

***

Antonis de göçmen, kuzeyden...
‘Biği’den, yani Alaniçi!..
Laflıyoruz.
• Gittin mi evine, gördün mü?
Çok gittim. İyi insanlar var şimdi orada yaşayan... Çardağın altına oturup da çözüm bekleyecek halleri yoktu ya... Tabii ki evlerimize yerleşeceklerdi...

***

ÇÖZÜMDEN umutlu...
• Güneyden yine HAYIR çıkmaz değil mi?
Nasıl bir çözüme onay isteyecekler, önemli olan bu. Bir de topluma anlatılması... Daha önce o kadar hızlı gelişti ki süreç , kimse planın içeriğini dahi anlatmadı; sanki bir emir gibi Kıbrıslı Rum toplumunun önüne geldi.
En fazla merak ettiğim soru;  şu meşhur, “Tüm göçmenler evlerine dönecek” efsanesi...
Evine dönmek isteyenler olabilir; ancak çoğunluk gitmez... 40 seneden sonra yeniden gitmek, yeniden göçmen olmaktır.  Evine gitmez çoğunluk ama seçeneklerini bilmek ister.

***

“Tek bir ülke fikrine alışmamız, her meseleye ayrımcılık üzerinden bakmaktan vazgeçmemiz gerekiyor.  Bunu başarırsak, sorun yoktur. Çünkü hepimiz için tek bir ülke vardır, tümü bizimdir Kıbrıs’ın, tümü yurdumuzdur” diyor Antonis...
Dedim ya, dünya iyisi bir insan...
Larnaka’ya yolunuz düşerse, vaktiniz varsa, Vasilitza’ya uğrayınız mutlaka...

---------------------------------------------------------------------

haftanın notcukları

• Nüfusa göre hesaplayınca, her bir insana, birden fazla zeytin ağacı düşüyor!.. Yine de önümüze, Kıbrıs zeytini gelmiyor çoğu zaman...


• Larnaka’ya gittiğiniz zaman bir lezzet durağı tavsiyesi: Varelli... Liman yolundan ileriye doğru uzun uzun yürürseniz, göreceksiniz. Eğer yemiyorsanız, önceden uyarınız ‘domuz istemem’ diye!.. Çok et var, çok domuz.


• Kıbrıs’ın meyhane kültürü iyi, güzel de... Çok aşırı yemek, meze geliyor masaya.. Hem sağlıksız, hem de çoğu kalıyor. Yazık değil mi?


• Tufan hocanın şu sözleri ne kadar da doğru:
“İnsanın takdir edilme ve beğenilme arzusu ne kadar da tehlikeli! Alkışa alışan insan bir süre sonra düşündüklerini değil, yalnızca alkışlanacağına inandıklarını söylemeye başlayabiliyor. Çünkü bu durumda kendi aklını ve düşüncelerini devre dışı bırakıp, alkışlayan cemaatin aklını ve düşüncelerini esas kabul etmek kaçınılmaz oluyor.”


• Bu sene, en sevdiğim mesajım:
“Saçlarına aklar düşse de, sen hep içimizdeki çocuksun...”

Daha çok yağmur yağsa. kıyamet mi kopar yani!..

Bu yazı toplam 2102 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar