1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Tutkalını Kaybeden Dünya
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Tutkalını Kaybeden Dünya

A+A-

21. yüzyıl hem bireyler hem de toplumlar için kendine özgü zorlukları olan bir yüzyıldır. Parçalanmışlık, dağılma, hız ve çözülme gibi kavramlarla tanımlayabileceğimiz olgular 21. yüzyıl insanının karşı karşıya kaldığı en yaygın durumların başında geliyor. İster “geç-modern”, ister “post-modern” densin, her şeyin süratle kayganlaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Zygmund Bauman’nın belirttiği gibi, kaygan hayatlar, kaygan aşklar ve kaygan kimlikler insanları heyecanlandırdığı kadar tedirgin ediyor. Kuşkusuz, hareketlilik ve kayganlık

Modernleşmenin başından beri insanların yaşamına taşıdığı olgulardır. Feodal durağanlık ve yerelliğe saplanıştan kaynaklı “güvenlikli zamanlar” yerini son derece hareketli modern zamanlara bırakınca, insanlar parçalanmışlık duygusuyla da tanışmış olmuşlardı. Fakat Modernleşme bütün altüst edişlerine rağmen “bütünlük” ve “uyum” gibi duyguları yaratacak bir “metafiziği” üretmekten geri kalmamıştı. İnsanlar hayatlarını otonom bireyler olarak örgütlediklerine, aklı merkeze koyarak sorunlarını çözebildiklerine ve ortak kültürle ortak değerler paylaştıkları bir cemaatin parçası olduklarına inandırılmışlardı.

Bunlar Modernleşmenin yarattığı keşmekeş ortamlarda oldukça dinginleştirici şeylerdi. Ne var ki, günümüz dünyasında ne “ulusal kimlikler” ne “otonom birey” ne de “akıl” kavramı artık eski işlevine sahip değildir. Gerçekte içinde yaşadığımız cemaat ile tahayyülümüzdeki cemaat arasında büyük farklar olduğu artık gün ışığına çıkmıştır. Kendimizi ortak bir tarihin, ortak bir kültürün taşıyıcısı olan ulusların parçası sayarak huzur bulmaya çalışırken, “rengârenk” bir ortamda yaşadığımızı, etrafımızın “yabancılarla” çevrili olduğunu, üstelik bu “yabancıların” yurttaşlarımız olduğunu görüyor ve ürküyoruz.

Aslında bizi korkutan şey, kendimizin yabancıya dönüşmesidir. Akıl ise çoktan yol gösterici olma özelliğini kaybetmiştir. Geç-Modernizmin baş döndürücü hareketi koruyucu kalelerimizi birer birer yıkıyor ve “dışarıyı” “içeriye” taşıyor. Modernitenin mitleri her gün biraz daha zayıflıyor ve inandırıcılıklarını, teskin edici işlevini yitiriyor. Sadece günümüzün değil, aslında ulusal tarihlerin saklamaya çalıştığı geçmişimizin de söylendiği gibi olmadığı ortaya çıkıyor.

“Uyum” ve “bütünlük” hayatın bütün alanlarından siliniyor. Modernitenin “otonom bireyi”bu şartlar altında kendisini bütünüyle piyasaya teslim etmiş, tüketen ve tükettikçe diğer tüketicilere benzeyen, onlarla aynı mekânlarda buluşan ve sonunda, Bauman’ın dediği gibi, kendisinin de tüketileceğinden korkan bir birey haline gelmiştir. Kısacası, korku yeniden hayatın her alanını kuşatmıştır. Kimlik kaybı korkusu, demode olma korkusu, tüketim nesnesi haline gelme korkusu, ait olamama korkusu vs.

Böyle bir dünyada yaşamak, çözülen ve dağılan âlemlerin içinde anlamlı bir hayat kurmak, günümüz bireyinin en büyük sorununu oluşturuyor. Bu yüzden bireylerin “metafiziğe” olan ihtiyacı her zamankinden daha acil ve daha elzem hale gelmiştir. Tutkalını yitirmiş, anlamların anlamsızlaştığı bir dünyada yanılsama üretmeden var olmak kolay değildir elbette. Geç-modern zamanların “Post-Seküler” zamanlar olarak adlandırılması biraz da bundandır. Metafiziğe duyulan ihtiyaç her zamankinden daha güçlü bir ihtiyaç haline gelmiştir. Tutkalını yitiren dünyada geleneksel dinlere, yeni-dalga dinlerine ve dinginleştirici spiritüalizme olan yönelişlerin yükselişe geçmesi şaşırtıcı olmasa gerektir. “Tanrı ölmüştür, her şey mubahtır” deyişinin yerini “her şey mubah olduğu için Tanrı ölmüştür” anlayışı alıyor ve “Tanrı(lar) yeniden diriltiliyor…

Bu yazı toplam 2449 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar