1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Tekke Bahçesi’nde oynarken bulduğumuz çene kemiğini, büyük teyzem yeniden gömdüydü…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Tekke Bahçesi’nde oynarken bulduğumuz çene kemiğini, büyük teyzem yeniden gömdüydü…”

A+A-

OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

 

Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Sevgül hanım iyi günler,

Yazılarınızı her gün için takip etmeye çalışıyorum. Son günlerde gündemde olan Tekke Bahçesi benim hatıralarımda da bir şeyler canlandırdı. 1974 sonrası 9-10 yaşlarındayken çocukluğumun bir kısmı bu şehitliğin etrafında oynayarak geçti. Çok keskin bir koku hakimdi o dönemlerde bu bölgede. Çocuk olarak o dönemlerde bolbif kutusundan dozer, yağ tenekelerinden kürek yapıp savaşın da etkisiyle kendimizce mevziler kazarak savaş oyunu oynuyorduk. Bu oyunlarımızı şehitliğin doğu ve güney yamaçlarında oynuyorduk. Birçok defalar aşık kemiği, kaval kemiği ve hatta bir keresinde çene kemiğine dahi rastlamış ve çok korkmuştuk. Bunun üzerine büyük teyzem o çene kemiğini yine o yamacın bir köşesine çukur kazarak gömdüğünü hatırlıyorum. Bunlar şehitliğin dışındaki yamaçlarda ortaya çıkıyordu. Ancak ben yıllardır şehitliğe gitmedim oradaki yamaçların şu anki durumu ne bilmiyorum. Bu bilgi ne kadar işe yarar onu da bilemiyorum ama yine de bahsetmek istedim. İyi günler dilerim.”

Bu okurumuza paylaşmış olduğu bu değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz. Kendisiyle birlikte önümüzdeki günlerde Tekke Bahçesi’ni ziyaret ederek sözünü ettiği yamacın durup durmadığını birlikte incelemeye çalışacağız.

Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.

Vereceğiniz her bilgi, önceden sahip olduğumuz bazı bilgilerle birleştirildiği zaman, bu alanda bir sonraki adımların belirleyicisi olabilir… En küçük bir bilgi kırıntısı dahi, bir şekilde resmin bütününü ortaya çıkarmamıza yarayabilir… Bu yüzden bir şey biliyorsanız veya duymuşsanız, lütfen beni arayınız…


KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…

 

Sihari’de yeni kazılar…

kaz-010.jpg

Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde “kayıp” şahısların gömü yerlerini bulmak için yürütmekte olduğu kazılara devam ediliyor ve Sihari’de (Kaynakköy) yeni bir kazıya başlandığı öğrenildi.

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatörü Arkeolog Demet Karşılı’dan aldığımız bilgilere göre, 1974 “kaybı” bazı Kıbrıslırumlar’ın gömü yeri olduğu düşünülen bir alanda kazıya başlandı.  Gömü yeri olduğu düşünülen alan içerisinden alınan taşıma topraklar kontrol edilecek.

Petra yani Taşköy’deki kazı bir süreliğine beklemeye alınırken, Mevlevi’de yani Kyra (Cira) köyünde ise 1974 “kaybı” bir Kıbrıslırum’un gömülü olduğu sanılan alan içerisindeki kazılar devam ediyor.

Domuzcular Burnu/Trahonas askeri bölgesi içerisinde bir “kayıp”tan geride kalanların bulunduğu park yeri altındaki hendek içindeki kazı çalışmaları da devam ediyor.

Mağusa’da bir “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanların bulunduğu kazı da sürdürülüyor.

Eksomedoş’ta ise (Düzova) bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın bulunduğu sanılan alanda kazı devam ediyor.

Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz…

 


BASINDAN GÜNCEL

“Kıbrıs’ta kahve kültürü…”

Şifa Alçıcıoğlu

 

kahveGave işdim telveli
Akıldan etting beni
Öyle bir yar sevdim ki
Hem oynag hem işveli

Çocukluğumda çokça duyduğum “Gaveyi salıyorum, hade gelin” cümlesi hala dün gibi aklımda. Nenemin genellikle sabah kahvesine davet etmek için kullandığı bu cümle, kadınların aslında her gün bekledikleri bu davete icabet etmesiyle günü başlatırdı. Sabah işini yoluna koyduktan sonra (ev işlerini yaptıktan sonra) yapılan “gave partileri” kadınların sosyalleşme aracıydı aynı zamanda. Toplanan kadınların kiminin elinde örgüsü ya da tığ işi olurken kimisi de o gün yapacağı yemek için hazırlık yapardı. Börülceler ayıklandıktan, kahveler içilip, fincanlar ters çevrilerek fala hazır hale getirildikten sonra “fala inanma, falsız kalma” denilip fincanlara bakılırdı. Kadınlar, öğlene doğru yemeklerini bastırmak üzere evlerine çekilirlerdi. Ve komşular her gün sırayla birbirlerini çağırmaya devam ederlerdi. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı ne de olsa…

Günümüzde giderek uzaklaştığımız bu kültür, yerini başka kahve kültürleriyle doldurmaya çalışsa da kahvenin Kıbrıs’ta önemli bir yeri olduğu su götürmez bir gerçek. Kültürümüzün önemli bir parçası olan hatta çoğumuzun tiryakilik derecesinde bağlı olduğu bu içeceğe karşı ayrı bir ilgi duyarız. Örneğin, yorulduğumuz zaman “bir yorgunluk kahvesi” isteriz. Kahveyi, yalnız içemez, “tadını bulamayız”. Yalnız içeni görsek “arkadaşlayım seni” diyerek eşlikten kaçınmayız. Kahve ısmarlayana açık ya da koyu diye mutlaka belirtiriz. Yoksa içemeyiz. Biraz gecikirse “Yemen’den mi geliyor?” diye espri yaparız. Eğer sade içiyorsak ve cezveye şeker bulamışsa hemen anlarız. Birine misafirliğe gitmişsek “kahven nasıl olsun?” sorusunu bekleriz. Soru gelmezse “bir acı kahveyi esirgedi bizden” diye içerleriz. İster telveli olsun ister köpüksüz, günde en az üç kere bir araya geliriz. Birazcık ayrı kalsak başımız ağrımaya başlar. Tatillerde bile kahvemizi, kahve makinemizi yanımızda taşırız. Kahveyi hak etmek için işimizi tezden bitiririz. Kısacası biz kahvesiz edemeyiz.

Ülkemizde 18. yüzyıldan itibaren kullanıldığı belgelerle kanıtlanmış olan kahvenin evlerde, iş yerlerinde yerini alması kahvehane kültürüyle beslenmesinden yola çıkıyor. Osmanlı zamanından itibaren kahve ve kahvecilerin adamızda bulunduğu yapılan araştırmalarla kanıtlanmış. Kahvehanelerin ise özellikle önemli bir işlevi bulunmaktaydı.

kahve.jpg

Kıbrıs’ta Gave(Kahve)ler

Özellikle 18. yüzyılla birlikte hemen her köyde ve şehirlerde kahvehaneler halk dilinde “gave”ler (kahveler) açılmaya başlandı. Çoğu zaman erkekler tarafından işletilen ve yine müşterileri de erkeklerden oluşan bu binalarda kahve yanında, limonata, kola, gül şurubu, lokum, kesme şeker, perisgan (şekerli karbonat), su bardağında ikram edilen bitki çayları (ki bunlar genellikle; nane, mürver, ada çayı olarak bilinir) satışa sunulurdu.

Kahvelerde, kahve yapmanın da satmanın da incelikleri bulunurdu. Kahveciler yaptıkları kahveye göre methedilirdi. Her kahvenin de kendi müşterisi olurdu. Kömür ya da kumda pişirilen kahve genellikle o vakit öğütülüp müşterilere sunulmakta imiş. Tunçtan yapılan bu öğütücüler kahvenin mis gibi kokusunu ortalığa salarmış. Daha da eski dönemde ise dibek denilen aletlerde dövülen kavurulmuş kahve müşterilere özenle sunulurmuş.

Bir bardak suyla getirilen sade kahveye acı kahve de denirken, az şekerle yapılan orta kahveye tiryaki kahvesi adı da verilmekteydi. Şekerli kahveye ise şeherli kahvesi de denilirdi. Bu kahvelerin sunumları da kahvenin nasıl içileceğine göre belirlenirdi. Yuvarlak tepsi içine tabaksız olarak yerleştirilen kahvelerin sahipleri fincanların sıralanışından kahvelerini tanırdı. Örneğin sade içenlerin fincanlarının kulpları içeriye bakarken, şekerli içenlerinki dış tarafa doğru sıralanırdı. Kahveler geldikten sonra fincana biraz su katılarak içilirdi. Bu geleneğin yıllar önce kahvesine zehir katılarak öldürülen bir paşanın ardından geliştiği sanılmaktadır.

Erkeklerin sosyalleşme alanı olarak görülen kahvelerde, günlük konular konuşulmakta, günün yorgunluğu meşrubat içilip bazen de ıspastra oynanarak atılmaktaymış. Önemli meseleler de kahvelerde konuşulurmuş. Gazete olmayan yerlerde radyoda haber saati haberleri dinlemek de önemli bir olaymış. Kahvede oturmanın bile ayrı bir kültürü varmış eskiden. Bir iskemle oturmak için, diğer ikisi sağ ve sol kolu dayamak için, biri de ayakları uzatmak amacıyla kullanılırmış. Bir sandalye de tepsiyi koymak için masa görevi görürmüş.

Okkalı kahvelerin ısmarlandığı, beğenilmezse çangar suyuna dönüşen kahvelerin anlamı da giderek kayboluyor. Cezvenin ne demek olduğunu bilmeyen yeni nesiller çoğalırken, kahvecilik de unutulan mesleklere doğru bir çizgide giderek silikleşiyor. Bugün o kahveler bazı köylerde ve şehirlerde hala yaşatılmakta. Hatta artık birçok kadın da kahvecilik yapmakta ama o eski tat yaşanmakta mı onu da yaşayanlara sormak lazım.

Kaynak:

Kıbrıs Türk Folkloru, Oğuz Yorgancıoğlu.

 

(ARGASDİ– Şifa ALÇICIOĞLU – 26.2.2020)

 

Bu yazı toplam 1618 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar