1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Ne suçu var şarabın...
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Ne suçu var şarabın...

A+A-

“Sana yolculuk yapmak istiyorum, kes yüreğine giden bir bilet; ‘can’ kenarı olsun!”

Cemal Süreya (9 ocak, şiire saklandığı gündü, anısına )

 


Ne suçu var şarabın...

“Ey şarap için sapıtan adam, üste çıkma zeytinyağı gibi:
Ne suçu var şarabın, suç içenin değil mi...”

***

Toplumsal hallerimizde çok rastlarız buna...
Aslında ‘sebepleri’ arasında olduğumuz pek çok yıkımda ‘mağdur’u oynadığımız yetmez gibi, bir de üzerine çıkarız, zeytinyağı misali...

***

Kıbrıs’la ilgili gezginlerin notlarını okuyorum şu sıralar...
Adamızla ilgili en temel baş yazıt, Kıbrıs Yazıları...
C.D Cobham’ın M:S 23-1866 dönemine air gözlemlerini, Galeri Kültür derlemiş...

***

Her öykünün bir yerinde laf geliyor, Kıbrıs’ın şarabını yudumluyor mutlaka..
“Kıbrıs şarapları doğal olarak kırmızı oluyor ve bir yıl sonra da beyazlaşıyorlar... Yıllandıkça daha da beyazlaşıyorlar; daha güzel kokuyor, daha kaliteli ve sert hale geliyorlar...”
Ne zeytin var çok eskilerde, ne de yağı; şarabın egemenliği epeyce önde...

***

İnsanların her dönem kederle saçlarını beyazlattığı bu güzel coğrafyada, tarihin en önemli mirası ‘şarap’ bizlere.
Bilemedik kıymetini...

***

Dünyanın neresinde kaldı şimdi, Kıbrıs’a dair “şarabıyla meşhur” görüşü?!
Meyhane kültürü rakının ve viskinin işgali altında, ne acı...
Tarihe ‘şarabı’ ile kazınmış Kıbrıs’ın yeni soyadı, ‘sorunu’ oldu sadece...
Bunun için içiliyor ha bire...

***

Bir coğrafya, tarihten süzülerek gelen en önemli değerine niye bu kadar kayıtsız kalır, ayrıca incelenmelidir...
II. Selim’in Kıbrıs'ı nefis şarapları için fethettiği söylenir ya...
Kıbrıs, aslında kendini fethedememiştir bir türlü...

***

Kıbrıs’ın epeyce geçmişine yol alırken, en fazla ‘çok kültürlü’ yapısı etkiler sizi...
Liman kentlerinden kıyıya vurur nice farklı dil, tat, dokunuş, hayat...
Bir ada ülkesi en çok da ‘farklılıkları’ ile güzeldir aslında...
Mutsuzluklar çoğaltmak yerine koynunda, tahammül edebilmelidir, farklılıklara...

***

Kıbrıs’a bugün uğrayan gezginler, ne yazacaklar sahi?!
Yarına, ne not düşecekler acaba?

***

Bir zamanlar, kırmızıdan beyaza dönen şaraplar vardı.
Şimdi ‘karaciğerim beyaz oldu’ diye birbirine kötülükle sapıtan insanlar...

----------------------------------------------------------

‘Tapu’lu ilişkiler

Çok yazar, sorgularım ilişkileri...
Genelde, kendi düşümdeki, dünyamdaki modeli anlatmaya çalışırım...
Çünkü çok yadırgarım, çevremde gördüklerimden, dinlediğim dertlerden, mutsuzluklardan...
Öylesine ‘mülkiyetçi’ ki aşklar...
Hele evliliklere bakış, bas bas bağırıyor, ‘böyle yürümez’ diye, pek çok hayatın içinde..
Bir röportaj okudum...
Belçim Bilgim...
Hani artık, Yılmaz Erdoğan’ın eşi olarak tanınıyor daha çok, ne saçma...
Sürekli “boşandı, boşanacak” haberleri var ya, bu söylentilere isyanla, ilişkilere dair dökülüyor.

***

• “İnsanlar uzun bir ilişki yaşıyor, bir evlilik yürütüyor diye birbirlerinin tapularını almıyor. Birbirlerinin aklına, kalbine mühür vurmuyor.”

***

İşte tam da bu, bir ilişkide, illa ki evli olmak da gerekmiyor, kimse kimsenin aklına, kalbine, bedenine mühür ya da kelepçe vuracak değil ki...
Röportajın devamında gazeteci soruyor tabii, illa sıkıştıracak:
- “Bir başkasına yönelik hisleri varsa...”
Yanıt yine dört dörtlük!..
• “..... veya başka birine bir şeyler hissetmesini kıskançlıkla engelleyemem ancak kendimi yer bitiririm. Kıskançlık sevdiğim bir huy değil. Eğer birini gerçekten sevdiğini iddia ediyorsan -ki bence gerçek sevgi koşulsuzdur- o zaman sevdiğin kişi başka birine karşı gerçekten bir şeyler hisseder, bunu seni incitmeden yaşar, sana karşı da dürüst kalabilirse elbette için bir parça titrer, ilişkinizin formu elbette değişir ama içinde yalan, gizlilik olmadığı için onu affedersin, gidip hissettiği gibi yaşamasına gönülden yol verirsin. İlişkileri mülkiyetine dönüştürme çabası yersiz geliyor bana.”

***

‘Kelebeğin Rüyası’nda çok ısınmamıştım, bu röportajı sonrası sevdim kızı...
İyi özetlemiş...
Size nasıl gelir, bilemem tabii...

---------------------------------------------------------------

Eskici

Güneşin üzerimize doğmadığı sabahları eskittik...
Sıcak bir muhabbetin içimizi gülümseteceği sevdiklerimizle ortak kahvaltı sofralarını...

Eskittik yarınlara dair iyimser hayaller kurmayı…
Yağmura gülümsemeyi...
Bir dostun kapısını çalmayı...

Omuz başlarını eskittik, yaslanmak yerine ‘yük’ olarak sürekli...
Badem ağaçlarında gelinlik kızlar gibi dizili çiçeklere bakarak aşk sözcükleri fısıldamayı eskittik, sevgilinin kulağına...
Gürültülerde boğulduk, sessizliği eskittik ve suskunluğu...
Karanlıklara kibrit çakmayı...

Çiğlikleri, kötülükleri, yüzsüzlükleri, bencillikleri, yalanları eskitemedik de; samimiyeti eskittik, içtenliği, sevecenliği...

Çocuk gözlerinde umudu eskittik, ‘nereden geldiğimizi’ bilmeden ‘dün’ü, nereye gideceğimizi hiç düşünmeden ‘yarın’ı ve ‘şimdi’yi eskittik, yaşamasını bilemeden...
...
Eskici dükkânında yenilerini arıyoruz şimdi, eğer kalmışsa...

----------------------------------------------------------

Dağlar dağlar

Midilli adasına dev bir barış işareti yapıldı, 3 bin can yeleği kullanılarak... Mültecilerin can yelekleri bunlar...
Greenpeace ve Sınır Tanımayan Doktorlar gönüllüleri, ne güzel bir iş yaptı öyle!..
Hani diyorum, gençlerimiz el ele verse de, şu Beşparmak Dağları’na bir de ‘barış işareti’ biz yapsak, o ‘meşhur’ bayrağın yanına...
Bu ülkede ‘barışseverler’ olduğunu da göstersek, birlikte..
Eğer dağlar birilerinin tekelinde değilse...

--------------------------------------------------------

haftanın notcukları

• <<... Dilerim bir gün ‘menfaat’ değil ‘adalet’ isteyenler iktidar olurlar bu ülkede...>>
Siyasette...
Sendikada...
Sokakta...
Her yerde...


• OKULDA sigara içen öğretmen arkadaşınızı ya da KAMU KURUMUNDA odada sigara içen arkadaşınızı bana niye şikayet ediyorsunuz ki, dikiliniz karşısına, yüzleşiniz...


• Çok sevdim Charlie Chaplin'in bu sözünü; "Gülmek hayatın en güzel eylemidir ve her ne varsa sizi bundan alıkoyan, çıkarınız hayatınızdan..."


• DEMİŞTİM; GENE DEYİM!..
‘Su yönetimi’nde dair uzlaşmazlık nereye gider, bilinmez.
‘Referandum’ dahi denenebilir.
Toplum gerekirse ‘doğrudan’ sorumluluk üstlenmelidir.
İlk ‘referandum’ Kıbrıs sorunundan önce ‘KKTC sorunu’nda olur böylece!


• İyi demiş Evren (Erk) “Devlet devlet gibi değilse; özelleştirme ve/veya özerkleştirme ya da  devletleştirme....
Hepsinin sonu hüsran... “

Bu yazı toplam 2324 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar