1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Lefkoşa’da birlikte çalışıp birlikte yaşamak bir hayal değildi...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Lefkoşa’da birlikte çalışıp birlikte yaşamak bir hayal değildi...

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

Rahmetlik annem Türkan Uludağ’ın kaleminden, babam Niyazi Uludağ ve Lefkoşa Belediye Başkanı Dr. Gigi’nin dostluğu...

Emekli kütüphaneci, emekli öğretmen rahmetlik sevgili anneciğim Türkan Uludağ, hatıralarını kaleme alırken, rahmetlik babam Niyazi Uludağ’ın Lefkoşa Belediyesi’nin ortak olduğu yıllarda, birlikte çalıştığı Lefkoşa Belediye Başkanı Dr. Gigi’yle dostluğundan da söz etmişti...

Bugün sizlerle bu yayımlanmamış hatıraları paylaşmak istiyorum... Rahmetlik anneciğim Türkan Uludağ, bu konuda şöyle yazmış:

“... Eşim Niyazi Uludağ, karma belediyede Başkatip Yardımcısı olarak çalışıyordu. O zaman da yine Kıbrıslıtürkler için elinden geleni yapmıştı. Dr. Gigi (Dr. Dervis Themistoklis) Belediye Reisi’ydi. Eşimin işinden çok memnundu... Her fırsatta onu yanına çağırır ve “Oğlum Niyazi, bu işi nasıl yapalım acaba?” diye fikir danışırdı.

Onun özel danışmanı gibiydi. Belediyede toplanan binlerce lirayı bankaya eşim götürürdü. Belediye davalarını da mahkemeye o götürürdü. Her fırsatta Kıbrıslıtürk memur ve işçi almaya gayret ederdi... Dr. Gigi, hasta olduğumuzda evimize gelir, bize bakardı.

Ramazan gelince de gillaç isterdi.

Siniler dolusu güllaç yapar, belediye toplantısında ağırlardık belediye azalarını...

Dr. Gigi, Rum tarafında çocuk bahçesi yaptırmıştı. Bir gün eşim ona “Kıbrıslıtürk mahallesine de bir Çocuk Bahçesi yapılmasını” teklif etti. “Yeri bul da hemen başlatalım” dedi Dr. Gigi.

Eşim, Çağlayan Bar’ın karşısını teklif etti. Gigi de kabul etti. Hemen salıncak, tahtaravalli, kanepeler, çöp sepetleri alındı. Çiçekler ekildi. Tertemiz bir çocuk bahçesi yapıldı.

Eşim bana “Yaşlanınca torunlarımızı alıp Çocuk Bahçesi’ne götürürüz” dedi. Ancak “Teşkilat” yaşlanmasına izin vermedi. 52 yaşında kara toprağa verdik onu...

...  Eşim bir gün Gigi ile Kıbrıslıtürk mahallelerini gezerken, bazı ailelerin ne kadar sağlıksız yerlerde yaşadığını, bir odada 5-10 kişi çoluk çocuk hep beraber yaşadığını görmüşler ve eşim, bu fakir insanlara Belediye Evleri yapılmasını teklif etmiş...

Dr. Gigi, “Çok haklısın Niyazi, hemen yeri bul ve planları çıkarıp işe başlayalım” demiş.

Eşim de yeri bulup oraya belediye evlerinin yapılmasını sağladı.

Bazı belediye adamları, müracaat eden kimseler arasından kendi yakınlarını seçmişler fakat eşim şikayet ederek bir odada kalan 8-10 kişilik fakir ailelere ve belediyede çalışan fakir işçilerin evleri almasının daha uygun olacağını önermiş. Gigi de “Sana güveniyorum, bildiğin gibi dağıt” demiş. Eşim de evleri fakir fukaraya dağıttı. Herkes çok mutlu oldu. Az bir kira ile ev sahibi olup rahata kavuştular...”

Bu satırları rahmetlik anneciğim kaleme aldı, kendi hayatını ve rahmetlik babacığımın hayatını anlatırken...

Benim dünyaya geldiğim yıl yani 1958’de bu ilişkiler artık “hainlik” olarak görülmeye başlanmıştı... Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın böylesi ilişkileri ve işbirlikleri artık birer “tabu”ya dönüşmekteydi yeraltı teşkilatlarının kullandığı şiddet sonucunda...

Ben dünyaya geldiğimde Kıbrıs artık kana bulanmıştı, tehditlerle dolu bir yerdi, teşkilatlar kendi toplumlarından insanları öldürmekte, onları tehdit etmekte, onları ezip elemekte ve toplumlarımızı ayırmaya, birlikte yaşamaktan uzaklaştırıp taksime alıştırmaya çalışıyordu...

Babam da kovuşturulanlardan biriydi, Kıbrıslırumlar’la dostluğu ve iyi ilişkileri nedeniyle... Ve elbette “teşkilat”a girmeyi reddetmişti çünkü kimseyi öldürmek istemiyordu...

Önümde babamla birlikte çekilmiş pek az fotoğraftan birisi duruyor – bu fotoğrafı, ablam İlkay Adalı’nın öldürülen eşi, gazeteci-yazar Kutlu Adalı çekmişti... Sene 1960 veya 1961 olabilir. Yürütülen kovuşturmalardan ve tehditlerden ötürü babam kalp krizi geçirmiş ve evde dinlenmekteydi...

Rahmetlik anneciğimin onu örttüğü çarşaf, Kıbrıs’ın yasemin örneğiyle işlenmiş, el işi bir çarşaftı... Bu çarşafı, Kritya’da halamın kızı Havva işlemişti...

Bu fotoğrafı çeken Kutlu Adalı da toplumlarımızın barış ve uzlaşma içinde yaşamasını istediği için bunu hayatıyla ödeyecek, Temmuz 1996’da evinin önünde öldürülecek ve katiller hiçbir zaman yakalanmayacaktı...  O günden sonra ablamın ızdırap ve üzüntü içinde bir hayatı olacak, Türkiye’yi bu cinayet nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava edecek, davayı kazansa da bu, cinayetin aydınlatılmasına yetmeyecekti... Çünkü Kutlu Adalı, Kıbrıs’ın kuzeyinde muhalif sesleri susturmak maksadıyla öldürülmüştü... Öldürülmesinden derin devlet sorumluydu... Bu cinayet, ilerleyen yıllarda açıkça görülebileceği gibi, onların organizesiyle gerçekleşmişti...

Babamın öyküsüne geri dönecek olursak, o, “Ben hiç kimseyi öldüremem” demişti, “Teşkilat’a bu yüzden girmeyeceğim... Çünkü siz yarın gelip bana git kardeşini vur diyebilirsiniz ve ben bunu yapamam, kimseyi öldüremem...” demişti “Teşkilat”ın adamlarına – böylece döneminin ilk vicdani redçisi olmuştu... Ve böylece “Teşkilat”ın hedefi haline gelmişti... Bulduğu işlerden atılıyordu, hapse de atılmıştı, kovuşturulmuştu ve tüm bunlar gerçekten de kalbini kırmıştı... Onu hapishanede ziyaret ettiğimizi hatırlıyorum, anaokulunda öğrendiğim bir şiiri okumuştum ona: “Evimizin direğisin, gözümüzün bebeğisin, benim canım babacığım...” diye... O da bu şiiri dinlerken ağlamıştı... Aramızda yeşil teller vardı, yeşil tellerin arasından izliyordum babamı... Babamın yanında bir de gardiyan duruyordu ki, annemle babamın konuşmalarını derhal “Teşkilat”a ihbar ediyordu...  

Babam Akatulu idi (şimdiki adı Tatlısu)... Ancak Lefkonuk (şimdiki adı Geçitkale) köyüne taşınmışlar ve babam orada büyümüştü... Türkçe, Rumca ve İngilizcesi mükemmeldi, o kadar ki, yüzlerce sayfayı hiç sözlüğe bakmaksızın tercüme edebiliyordu daktiloda...

Tüm hayatı boyunca, pek çok yakın Kıbrıslırum arkadaşı ve aile dostu olmuştu – “Teşkilat”ın hışmına neden olan da işte bu yakın insani ilişkilerdi. “Teşkilat” onu işsiz ve aç bırakmıştı, kalp krizleri birbiri ardına geliyordu. Sonuçta onu kara toprağa sokmayı başardıklarında henüz 52 yaşındaydı... Bir kalp krizi onu uykusunda bizden alıp gitmişti. Ben henüz yedi yaşındaydım, babamı kaybetmiştim – bütün bir ömrüm boyunca onu özleyecek, onu arayacaktım... Hiçbir şey onun yerini dolduramayacaktı...

Yalnızca öldürmeyi reddetmiş olduğu için onu kovuşturmuş olan, ona baskı yapmış olan herkesi lanetliyorum...

Ve sözü şuna getirmek istiyorum:

Neden böylesi dostluk öykülerini duymuyoruz ve bunun yerine her iki tarafta da “milliyetçi” öykülerin duyulmasına özen gösteriliyor?

Evlatlarımızın geleceği için Kıbrıs’ta barış için neden bir altyapı kuramıyoruz?

Her iki tarafta da dostluk öyküleri neden gizlenip bastırılıyor?

Taksim neden  güçlendiriliyor ve neden bu konuda genel olarak büyük bir kaygı yoktur ve kaygılananlar azınlıktadır?

Medya ve akademideki araştırmacılar, birlikte yaşamanın güzel ve olumlu örneklerini, hayatlarımızı paylaştığımız ve çatışma ve savaş esnasında dahi birbirimizi kurtarmaya çalıştığımız örnekleri neden araştırıp yayımlamaktan kaçınıyor genel olarak?

Neden herşey “tek taraflı” olarak ele alınıyor ve – hangi toplum isterse olsun – diğer toplumlara karşı herhangi bir “empati” gösterilmiyor?

Neden bu adada yaşayan tüm toplumlarımızın son 70 senedir çatışmalardan ötürü hep acı çektiklerini göremiyoruz?

Ne yazık ki taksim, toplumlarımızdan insanların çoğunun beyninde kökleşmiştir ve birbirine karşı empati yoksunluğu vardır – evet, elbette çok büyük bir “nefret” yoktur ancak empati yoksunluğu ve karşılıklı anlayış yoksunluğu da bu topraklarda barış ve yeniden uzlaşma için bir altyapı kurmamızda engel olmaktadır.

Eğer ortak bir ülke kuracaksak, bu karşılıklı anlayış ve empati yoksunluğunu aşmanın yöntemlerini yaratıcı biçimde bulmak zorundayız...

Eğer analarımız, babalarımız birlikte yaşayıp birbirlerini anlamışlarsa – babam Niyazi Uludağ ve Dr. Gigi örneğinde olduğu gibi – biz de bunu yapabiliriz...

Yapmamız gereken şey, geçmişte neler yaşandığını ve bu taksimden kimlerin çıkar sağladığını görmek ve karşılıklı anlayış ve empati için köprüler kurmak üzere birlikte çalışmak, bu adada ortak bir barış hareketinin böylece temelini oluşturmaktır...

 

1-312.jpg
Niyazi Uludağ

2-262.jpg
Rahmetlik babacığım Niyazi Uludağ en geride sağda, Lefkoşa Belediye Başkanı Dr. Gigi ortada ve Lefkoşa Belediyesi'nin Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum belediye azalarıyla toplantıda... Fotoğraf Tüncer Bağışkan'ın arşivindendir...

3-201.jpg
Çağlayan Çocuk Bahçesi'nin 1960'lı yıllardaki hali... Fotoğraf Tuncer Bağışkan'ın arşivinden...

4-152.jpg
Niyazi Uludağ, annesi ve babasıyla 1960'lı yıllarda... 

5-103.jpg
Uğradığı baskılar ve aldığı tehditler nedeniyle birkaç kez kalp krizi geçiren babam Niyazi Uludağ, 1960'lı yıllarda evde iyileşmeye çalışırken... Fotoğrafı Kutlu Adalı çekmişti...

 

 

Bu yazı toplam 1097 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar