“İki paralel dünya birlikte varolabilir mi?”
Kiriakos CAMBAZİS/ALİTHİA
(Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar Kiriakos Cambazis, 13 Nisan 2025’te ALİTHİA gazetesinde yayımlanan yazısını ricamız üzerine İngilizce’ye çevirdi, biz de okurlarımız için bu makaleyi Türkçeleştirdik. Araştırmacı yazar Kiriakos Cambazis, bir süre önce bir Kıbrıslırum öğretmenin teşvikiyle Nazi selamı veren Kıbrıslırum öğrencilerin fotoğrafını, Kıbrıs’ın kuzeyinde başörtüsü dayatmasını protesto eden Kıbrıslıtürk öğretmenlerin eylemden bir fotoğrafıyla kıyaslayarak “İki paralel dünya birlikte varolabilir mi?” diye soruyor. Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)
Kitle iletişim araçlarında yayımlanan iki fotoğraf beni sarstı ve bu memleketin ve toplumlarının geleceğine dair sorular sormama yol açtı…
İlk fotoğraf, Kıbrıslıtürkler’in kitlesel gösterilerindendi – Kıbrıslıtürk öğretmenler, okullarda kız öğrencilerin başörtüsü takmalarına yönelik bir tüzüğü protestolardandı, öğretmenler bunu iktidar çevrelerinin dini sembolleri eğitime sokma girişimi olarak yorumladılar… Bu durum, dini eğitimi daha geniş biçimde eğitime dahil etmeye yönelik bir ilk adım olarak yorumlandı…
“LAİKLİĞİ KORUMAK İÇİN MÜCADELE…”
Toplumun laik doğasını korumak, eğitimle başlıyor ve Kıbrıslıtürk toplumu laikliği korumak için mücadele veriyor. Okullardaki öğretmenlerin sokaklara inerek bu insan hakkını savunması, bir ilk değildi. Birkaç sene önce de yetkililerin dini temsilcilerin okullarda ders vermesine yönelik kararını iptal ettirmek için protestolar yapılmıştı ve bu durum, Hamitköy’de yapılan büyük caminin açılışına katılacak olan Tayyip Erdoğan’ın ziyaretini iptal etmesine yol açmıştı…
İKİNCİ FOTOĞRAF…
İkinci fotoğraf da bir o kadar şoke edicidir: bir Kıbrıslırum okulunda öğrenciler, bir öğretmenlerinin toleransı/rehberliğinde bir Nazi selamı veriyorlar. Eğitim Bakanlığı da, okul da bu duruma hiç tepki göstermedi. Kuşkum odur ki sözkonusu öğretmen, eğitim hizmetlerinde daha yüksek pozisyonlara getirilebilir. Bu olay tesadüfi bir olay değildir. Eğitim sistemimiz okulun daha ilk yıllarından dini inançları çocukların beyinlerine yerleştirir, pek çok okulun adı da azizlerin adını taşır, sınıflarda dini imajlar ve semboller asılıdır, sabahları öğrenciler sabah duası ederler ve dini bayramları kutlarlar – tüm bunlar da gözlemlediğimiz bu sonuca katkıda bulunur. Aynı inançtan olmayan “ötekilere” yönelik bir nefret, dini bir fanatizmdir bu. Faşizm de, tıpkı dini aşırılıkçılık gibi aynı slogana sahiptir: “Aile, din, vatan…” Bu durum, öğrencilerin fotoğrafında da yansımaktadır. Öğretmenleri onlara bunu esinlendirmiştir çünkü öğretmen de eğitim görürken Kıbrıslırum toplumundan böyle etkinlenmiştir.
Hastaneler, hükümet daireleri, ibadet yerlerine dönüşmüştür ve resmi devlet kurumu hala sessizdir, konuşmaz, yasaları uygulamaz ve yasaklamaz. Anayasa’nın dinve inanç özgürlüğünü garanti altına aldığı 18nci Madde’nin 7nci bendi şöyle der: “(Çocuklar) 16ncı yaşlarını tamamlayıncaya kadar, bireyin uyacağı dini konulara dair kararları, onlardan sorumlu olanlar verir”… ve buna karşın, Kıbrıs Cumhuriyeti, gençlere çocukluklarından itibaren dini eğitimi/dini propagandayı dayatmaktadır.
Kıbrıslırum toplumundaki öğretmenlerin ve profesörlerin sendikaları siyasi partiler ve diğer sosyal gruplarla sivil toplum örgütleri bir yandan eğitimin reforma tabi tutulmasının gerekliliğini vurgularken, hiçbir zaman eğitimin laik doğasının korunmasından söz etmemişlerdir; laiklik hiçbir zaman siyasi danışmaların ya da tartışmaların konusu olmamıştır. Tam tersine, Başpiskobos’u diplomatik protokolde, Cumhurbaşkanı’nın yokluğunda onun görevlerini üstlenen Temsilciler Meclisi Başkanı’ndan sonra ikinci sıraya koymuşlardır. Bunun da ötesinde bizzat Parlamento da Anayasa’yı çiğnemiştir (Madde 18, 8nci paragraf) – buna göre “Kendi dinleriyle ilgili olmayan maksatlar için hiç kimse vergi ödemeye mecbur edilemez ve bu vergilerden toplanan para da kısmı veya bir bütün olarak dini bir amaca aktarılamaz…” Oysa Parlamento, Makarios’un hem Cumhurbaşkanı, hem de Başpiskobos olarak imzalamış olduğu bir anlaşmayı bir yasa haline getirerek bunu onaylamıştır – buna göre, devlet, din görevlilerinin maaşları için yıllık bir ödeme yapmaktadır. Bu, dolaylı bir vergidir ve Anayasa, açıkça çiğnenmektedir.
KÜLTÜREL BİR FARK…
İki toplum arasında kültürel bir açık mevcuttur ve bu durum hükümeti idare eden çevrelerin – birey olarak değil, siyasi varlıklar olarak – davranışlarına yansımaktadır. Bu koşullar altında, şu soru ortaya çıkmaktadır: Kendi toplumlarında varolan böylesi koşullarda iki toplum ortak bir devlette gündelik yaşamlarında büyük sorunlarla karşılaşmaksızın birlikte yaşayabilirler mi? Bu soru herkesi ne tür birleşik bir toplumda yaşamak istediklerini düşünmeye itmelidir. Devletin laikleştirilmesi ve bunun anayasayla garanti altına alınması ilk adım olmalıdır - Kilise’nin devlet işlerinden ayrılması ve inancın bir yurttaşın tümüyle kişisel tercihine dönüştürülmesi, bütün bir Kıbrıs devleti için koşulları yaratacaktır. Yurttaşları arasında ortak bir kültür ve ortak bir kimlik yaratmanın yolu da budur…
(ALİTHİA gazetesinde 13.4.2025 tarihinde yer alan Kiriakos Cambazis’in yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
*** BASINDAN GÜNCEL…
“Keşmir: Hindistan ve Pakistan arasında neler oluyor?”
BBC HABER
Hindistan ile Pakistan arasındaki tartışmalı Keşmir bölgesinde 22 Nisan Salı günü silahlı militanların düzenlediği saldırıda 26 turist öldürüldü.
Olayın ardından Hindistan ile Pakistan arasında karşılıklı diplomatik ve siyasi restleşme başladı.
Fransız AFP haber ajansının aktardığına göre Keşmir'de Pakistan ve Hindistan sınırlarını ayıran Kontrol Hattı'nda çatışma çıktı.
Pakistanlı bir yetkili, çatışmada "sivillere ateş açılmadığını" söyledi.
Hindistan ordusu da olayı doğruladı ve çatışmanın "Pakistan tarafından başlatıldığını" ve "etkin karşılık verildiğini" açıkladı.
Hindistan, Keşmir'in kendi idaresindeki kısmında düzenlenen saldırıdan Pakistan'da üslenmiş militanları sorumlu tuttu.
Yeni Delhi, saldırının ardından Pakistan'a yönelik vize hizmetlerinin durdurulması ve hayati bir su anlaşmasının askıya alınması dahil bir dizi tedbir duyurdu.
Bu kapsamda Pakistan'a yönelik vize muafiyeti iptal edildi.
Muafiyet kapsamındaki Pakistanlılara ülkeden çıkmaları için 24 Nisan'dan itibaren 48 saat süre tanındı.
İslamabad yönetimi ise misilleme olarak Hindistan vatandaşlarına verilen tüm vizeleri iptal etti.
Pakistan bunun yanı sıra bazı Hint diplomatları sınır dışı etti ve hava sahasını Hindistan uçaklarına kapattı.
Hindistan polisi saldırının arkasında olduğundan şüphelendiği dört silahlı kişiden üçünün ismini açıkladı ve bu kişilerden ikisinin Pakistan vatandaşı, birinin ise Keşmirli bir erkek olduğunu ileri sürdü.
Pakistan, bu saldırılarda rol oynadığı iddialarını reddetti ve olayla ilgili güvenilir bir soruşturma yapılmadığını ve teyit edilebilir kanıt olmadığını iddia etti.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, saldırıdan sonra yaptığı açıklamada "Hindistan'ın tüm teröristleri ve destekçilerini tespit edeceğini, izleyeceğini ve cezalandıracağını" söyledi ve "dünyanın sonuna kadar kovalayacaklarını" vurguladı.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Gutteres'in sözcüsü Stephane Dujarric, 24 Nisan'da New York'ta yaptığı açıklamada iki ülke arasındaki meselenin "barışçıl yolla" çözülebileceği mesajını verdi.
Sözcü, "İki hükümete de azami itidal gösterme, gördüğümüz durum ve gelişmelerin daha da kötüleşmesini önleme çağrısı yapıyoruz" ifadelerini kullandı.
Modi ayrıca, "Düşmanlarımız ülkemizin ruhuna saldırmaya cesaret etti. Hidistan'ın kararlılığı asla terörle kırılmayacak" diye konuştu.
BBC News'e konuşan güvenlik yetkilileri, Keşmir genelinde saldırıyla ilgili olarak 1,500 kişinin sorgulanmak üzere gözaltına alındığını bildirdi.
Saldırının ardından kapanan okullar, işletmeler ve dükkanlar yeniden açıldı.
Polis, saldırganlarla ilgili bilgi verenlere iki milyon rupi (yaklaşık 900 bin lira) ödül vadetti.
SU ANLAŞMASI ASKIDA…
Saldırının ardından Hindistan, Pakistan ile 1960'ta imzaladıkları "İndus Suları Anlaşması"nı askıya aldığını açıkladı.
Sınır ötesi su yönetiminin bir örneği olarak görülen anlaşma, iki nükleer gücün geçmişte savaşta olduğu dönemlerde dahi askıya alınmamıştı.
Anlaşma, 1947'de bağımsızlığını ilan eden iki ülke arasında yıllarca süren müzakerelerin ardından yapıldı.
Anlaşma kapsamında İndus havzasının doğusundaki Ravi, Beas ve Sutlej nehirleri Hindistan'a, batısındaki İndus, Jhelum ve Çenab nehirlerindeki suyun yüzde 80'i ise Pakistan'a tahsis edildi.
Hindistan'ın anlaşmayı askıya alması, Pakistan için dezavantaj anlamına geliyor.
İslamabad, tarım ihtiyacının yüzde 80'inden fazlasını ve hidroelektrik enerjisinin yaklaşık üçte birini İndus havzasından gelen su ile karşılıyor.
Pakistan, Hindistan'ın anlaşmayı askıya almasını eleştirdi ve nehirlerden su akışının durdurulmasının "savaş sebebi" sayılacağını duyurdu.
Bazı uzmanlar, Hindistan'ın yüksek debili dönemlerde batı nehirlerinden gelen on milyarlarca metreküp suyu tutmasının neredeyse imkansız olduğunu söylüyor.
Diğerleriyse Hindistan'ın mevcut ve potansiyel altyapısıyla su akışına müdahale etmesi durumunda bunun etkisinin Pakistan'da özellikle kurak dönemlerde hissedebileceği görüşünde.
KEŞMİR NEDEN TARTIŞMALI?
Keşmir, yetmişi yılı aşkın süredir Hindistan ve Pakistan arasında tartışma konusu.
Hindistan ve Pakistan'ın 1947'de İngiltere'den bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana iki ülke Himalaya bölgesinde yer alan Keşmir yüzünden 1947-48'de ve 1965'te iki kez savaşa girdi.
Hem Pakistan hem de Hindistan, Müslümanların çoğunlukta olduğu Keşmir üzerinde hak iddia ediyor. Ancak iki ülke de bölgenin kendi sınırlarında kalan kısımlarında kısmi kontrole sahip.
Keşmir'in bir kısmı da Çin'in kontrolünde bulunuyor.
Hindistan ve Pakistan'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından yerel prensliklere tercih ettikleri devlete katılma seçeneği sunuldu.
Dönemin Keşmir lideri Hindu Hari Singh, iki ülke arasında kaldı ve Pakistan ile ulaşım ve diğer hizmetlerin sürdürülmesi için geçici bir anlaşma imzaladı.
Ekim 1947'de Pakistan'dan gelen gruplar Keşmir'i işgal etti. Bunun üzerine Singh Hindistan'dan askeri yardım istedi.
Hindistan ilk Genel Valisi Lord Louis Mountbatten, Keşmir'in nihai statüsü oylanana kadar geçici olarak Hindistan'a katılmasını destekliyordu.
Hari Singh, aynı ay "Katılım Belgesi"ni imzalayarak dış politika ve savunma alanlarında Keşmir'in kontrolünü Hindistan'a devretti.
Hindistan ve Pakistan arasındaki ilk Keşmir savaşının ardından Hint birlikleri bölgenin üçte ikisini, Pakistan ise kuzeyde kalan kısmını ele geçirdi.
Çin, 1950'lerde eyaletin Aksai Çin olarak adlandırılan doğu kısımlarına girdi. Pekin 1962'de Hindistan ile girdiği savaştan bu yana fiilen bu bölgeyi kontrol ediyor.
Hindistan ve Pakistan, 1972'de imzalanan "Simla Anlaşması" ile Keşmir'de günümüze kadar gelen "Kontrol Hattı"nı kurdu ve meseleyi çözüme kavuşturma niyetlerini beyan etti.
Ancak Keşmir'in siyasi statüsü, Hindistan ve Pakistan arasında hala önemli bir anlaşmazlık kaynağı.
Hindistan, dönemin Keşmir lideri Hari Singh'in Hindistan'a katılmak için imzayı attığı ve Hint askerlerinin bundan sonra bölgeye girdiğini savunuyor.
Pakistan ise askerler gelmeden önce imza atımı olamayacağını ve bu nedenle Keşmir ile Pakistan arasında önceden yapılan anlaşmanın görmezden gelindiğini söylüyor.
Pakistan, Keşmir'in statüsünün belirlenmesi için referandum talep ediyor. Bu konuda ilgili BM kararlarına atıfta bulunuyor.
Hindistan ise Keşmirlilerin yıllardır yapılan seçimlerde oy kullanarak ülkenin parçası olduklarını teyit ettiklerini savunuyor.
Yeni Delhi ayrıca, Keşmir meselesinin uluslararası kuruluşlar vesilesiyle değil direkt olarak Hindistan ve Pakistan arasında müzakere yoluyla çözülmesi gerektiğini söylüyor.
Bazı Keşmirliler ise hem Hindistan'ı hem de Pakistan'ı reddederek bağımsızlık talep ediyor.
Keşmir'deki karmaşık durum, 1989'da patlak veren ve İslamcıların başını çektiği bir isyanla daha da karmaşık bir hal aldı.
Seksenlerin sonunda patlak veren isyan bölgede Hindistan yönetimine karşı silahlı direnişe, kitlesel protestolara ve Pakistan destekli militan grupların yükselişine yol açtı.
Doksanlar boyunca süren çatışmalarda on binlerce insan öldürüldü.
Hindistan, Keşmir'de kontrolü tesis etmek için tartışmalı bir askeri yetki yasası hazırladı. Bu yasa kapsamında orduya ve güvenlik güçlerine Keşmir'de ek yetkiler verildi.
1999'da Keşmirli militanların sınırın Hint tarafına girmesinin ardından Hindistan ve Pakistan güçleri arasında çatışma çıktı.
Taraflar 2002'de savaşın eşiğinden döndü.
Takvimler 2008'i gösterdiğinde iki ülke 60 yılın ardından ilk kez Keşmir'deki Kontrol Hattı üzerinden bir ticaret hattı açtı.
2010'da Hindistan kontrolündeki Keşmir'de çıkan Yeni Delhi karşıtı eylemlerde yüzden fazla genç öldürüldü.
Hindistan Parlamentosu 2019'da bölgeye belli ölçüde özerklik veren özel statüyü kaldırdı.
Bunun ardından Cemmu-Keşmir eyaleti, federal olarak yönetilen iki bölgeye ayrıldı.
(BBC – 25.4.2025)