1. YAZARLAR

  2. Kutlay Erk

  3. İki 15 Ağustos...
Kutlay Erk

Kutlay Erk

SİYASET MEYDANI

İki 15 Ağustos...

A+A-

Sizin bugün okuduğunuz bu köşe yazısını dün, 15 Ağustos günü yazdım… Köşe yazılarımda kişisel konularımı yazmaktan genellikle kaçındım; bu yazıda biraz ihlal edeceğim bu tutumumu…

15 Ağustos günü yaşamımda iki kez önemli gün oldu benim için… Birincisi 15 Ağustos 1974… Üniversite üçüncü sınıfın yaz tatilinde Mağusa’da iken Rumlarda 15 Temmuz darbesi oldu; sonrası bizde seferberlik ve 20 Temmuz’da başlayan savaşta Çifte Mazgal mevkiinde görevde…14 Ağustos’ta da ikinci harekâtı başlatan Türk ordusu, 15 Ağustos’ta Mağusa’ya ulaştı; kurtulduk… Çok mutlu ve gururlu idik… Mağusa Rumlara teslim olmadı ve dahi Rum askeri tehdidi artık bitmişti…

İkinci harekatın yapılmasını Türkiye’nin garantörlük sorumlulukları bağlamında sorgulayan Rumlara fiili durumu yaşayan birisi olarak meşruluğunun tartışılamayacağını söyledim hep ve birinci harekattan sonra Mağusa’da yaşadığımız sıkıntı, tehdit ve tehlikeleri de anlattım…

Örneğin, birinci harekât sonrasındaki ateş kes döneminde Rumlar, sınırlı miktarda Kızılay yardımına izin vermişti; açlık baş göstermeye başlamıştı… Surların dibindeki Mağusa limanının ambarlarında ise her türlüsünden ithal yiyecek vardı… BM’nin askerlerini de etkisiz kılarak Mağusa limanı Rumlardan alındı, Rum askerleri BM’nin gözetiminde denizden kayıkla ayrıldı ve limanın ambarlarındaki bol miktarda ithal yiyecek ile Mağusa sur içindeki halkın açlık tehlikesi önledi… Bu olaydan önce sabah kahvaltısında bir küçük dilim ekmek, dört zeytin verirlerdi; liman alınınca bir kocaman bidon Yunanistan zeytini bıraktılar bizim havan mevzisine… Konserveler de verdiler…

Rumlar ateş kes durumuna rağmen sürekli olarak Mağusa surlarına daha yakın mevziler kazmakta ve tankları daha yakına gelmekte idi; tehdit ve tehlike büyük idi… Dolayısıyla, isteyen ikinci harekatın garanti anlaşmaları bağlamındaki yasallığını isteği kadar tartışsın; meşruluğu su götürmez bir gerçeklikti Mağusa’da yaşayan Kıbrıslı Türkler için … 

Evet, ikinci harekât kurtuluşumuz oldu. Şimdilerde ise kurtulsak mıydı yoksa ‘şehit’ olarak kayda geçsek miydi daha iyi olurdu diye sorgulamaktan kendimi alamadığımı da itiraf edeyim; hayatta kaldık ama halkımızın son dönemlerde yaşadığı hayatının formatı şehit olarak ölmeyi tercih ettirecek özelliklerde… Halk olarak ne güzellikler ummuştuk; ne çirkinlikleri yaşıyoruz?!…  Bugünün kahredici siyasal, sosyal ve ekonomik ortamında, mademki hayattayız, kimliğimizi, kültürümüzü ve yurdumuzu korumak için demokratik mücadeleye devam; 1974’ün 15 Ağustos’unda bittiğini sandığımız mücadele farklı biçim ve niteliklere evrilerek Kıbrıslı Türklerin yaşamında bir ihtiyaç olarak devam ediyor…

Gelelim ikinci 15 Ağustos’a… 1999’un 15 Ağustos’unda annemiz vefat etti… Elbette herkesin annesi çok değerli, çok sevgili can parçasıdır; bizim için annemiz daha ötesi bir varlık ve değer idi. Aralık 1963 olaylarında babamızı kaybettikten sonra, babamız şehidimiz, annemiz de kahramanımız oldu… Dört çocuğunun da iyi yetişmesi için “yemedi – yedirdi; giymedi – giydirdi” derler ya, o derecede özverili oldu. Okuma yazması yoktu; derin sevgisi, engin özverisi, tertemiz ahlakı, sağlam değerleri vardı. Kahramanımızdı…

1976 Ocak ayında üniversiteden mezun olup adaya döndüğümde devlette iş için müracaat yaptım. Annemizin küçük kız kardeşi teyzem dönemin KTFD hükümetindeki bir bakanın yengesi idi; anneme “Oğlun komünist olmuş, memur olamazmış” dedi… Annem de “O okudu, ne olacağını, ne yapacağını bizden daha iyi bilir” diye kestirip attı; beni de hiç sorgulamadı… Sonunda Sanayi Holding’in işletmeye açmaya çalıştığı fabrikalarda makine mühendisleri ihtiyacı artınca, beni de istihdam ettiler… Kimseye temenna etmedik.

1980’li yılların başı idi; bir kadın örgütü annemizi yılın annesine aday gösterdi. Eve gelip annemizi ziyaret ettiler, sohbet edip onu daha yakından tanımak için sorular sordular… Biz çocukları da oradayız… Ekip başı hanımefendi, annemize “Devlet de size yardımcı oldu ve çocuklarınızı okuttu” deyince annemiz devletten özel bir yardım görmediğini ve çocuklarının diğer gençler gibi mücahitlik yaparak burs aldığını, kendi gayretleri ile de üniversiteyi okuyup bitirdiklerini hiç tereddütsüz söyledi. Ekip başı hanımefendi biraz daha ısrar edecek oldu, annemiz burslarımızı hak ederek aldığımızı, üniversiteyi de derslerimize kendimiz çalışarak ve sınavları geçerek bitirdiğimizi ısrarla anlattı, devletten özel bir yardım veya katkı almadığımızı söyledi… Ekip gitti; annemiz yılın annesi seçilmedi… Üzüldü, yerindi mi?! Hayır… O bizim için yaşam boyu yılın annesi idi; birilerinin onu aday göstermesi, seçmesi – seçmemesi ne ona, ne de biz çocuklarına hiç de önemli değildi…

1977 Şubat’ından itibaren Mağusa’da Sanayi Holding’in Çelik Boru fabrikasında şef ve müdür olarak çalıştım; öğle yemeğini de genellikle annemde yerdim. Fabrikanın mühendisler ve yöneticiler dahil tüm çalışanları tulum giyerdi; anneme yemeğe gittiğimde bazan “Okudun da makinistler gibi cellabiya geyen?!” diyerek takılırdı. “Komünistim ya anam” derdim; gülüşürdük… 1986 yılının Ağustos ayında, gene bir Ağustos ayı, Sanayi Holding’de dönemin UBP-TKP hükümeti bir operasyon yaparak dört yüze yakın CTP’li veya sempatizanı olan çalışanı durdurdu. İşsiz kaldım, kendi işimi kurdum; kısa sürede toparladım. İşsiz kaldığımda annemiz, “çoluk-çocuk da var, ne olacak?!” diye üzüldüğünü ve “Nesterler yahu bu çocuktan?!” diye hayıflandığını ama “Benim çocuklarım nelerden geçti de yere düşmedi; bu da geçer” dediğini bana daha sonraları anlatmıştı…

15 Ağustos 1999’da vefat etti; kayıp eşinin döneceği beklentisini hiç yitirmeden… Yüzünde bir tebessüm vardı, vuslata hazır bir ifade gibiydi. 1963 olaylarında kaybettiği eşine varacak ve tüm zorluklara rağmen ödevlerini üstün başarı ile yapmış olmanın gururu ile anlatacaktı… Büyük abim eli ile annemizin gözlerini kapattığında annemizin dudaklarındaki tebessüm hala duruyordu.

15 Ağustos… Seneye gene gelecek… Annemizi kaybettiğimizi gene anacağız; kimliğimizi, kültürümüzü ve yurdumuzu kaybetme sürecini de bugün olduğu gibi kahırla değil de önlemiş ve korumuş olmanın başarısı ile anabilsek…  

Bu yazı toplam 1711 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar