İçi Dolu Olsun Yeter
Mayıs ayının başında hem yeni Cumhurbaşkanlığı binası, hem de yeni Meclis binasının açılışı yapıldı. Kıbrıs’ın kuzeyinde artık daha büyük, daha “modern” ve daha “gösterişli” iki yapı var. İçinde kararların alındığı, ülkemizin geleceği şekillendiği, halkımız adına konuşmaların yapılacağı ili büyük bina… ama bir bina sadece duvarlardan ve çatılardan ibaret değildir. Tıpkı bir ülkenin kimliğini coğrafyası değil, halkının iradesi belirlediği gibi, bir binayı da anlamlı kılan yalnızca duvarları değildir.
Bir bina ne kadar büyük olursa olsun, içine adalet girmiyorsa küçüktür. Ne kadar süslü olursa olsun, içinde halkın sesi yankılanmıyorsa sessizdir. Ne kadar ihtişamlı olursa olsun, içindeki insanlar o ihtişamı taşımıyorsa anlamsızdır.
Biz Kıbrıslılar, sade yaşarız ama derin hissederiz. Bir kahvenin kırk yıl hatırı olduğunu bilerek büyürüz. Bir “napan?” ın, bir zeytin dalının, bir ceviz macununun kıymetini bilirizi. Bu yüzden görkemli binalardan çok içten kurulmuş cümlelere ihtiyacımız var. Kalın kalın duvarlardan çok, halkla kurulan bağlara güveniriz.
Yeni meclis binası diyorlar…
Peki o mecliste kimler konuşacak?
Gerçekten halkın sözünü taşıyanlar mı, yoksa sadece mikrofonu tutanlar mı?
Yeni Cumhurbaşkanlığı sarayı diyorlar…
Peki o sarayda hangi irade oturacak?
Halkının geleceği için cesur adımlar atan biri mi, yoksa başkalarının yazdığı senaryoları okuyan biri mi?
Bu binaları yaparken sorulması gereken asıl soru şuydu belki de:
Biz bu yapıları halk için mi inşa ediyoruz, yoksa halktan kopmamak için mi?
Kıbrıs’ta yıllardır çözüm bekleyen bir sorun var. Her seçimde yeniden konuşulan, her neslin sırtına yüklenen, ama bir türlü çözülemeyen bir mesele: Bölünmüşlük.
Bizi bölen sadece tel örgüler değil, aynı zamanda niyetin samimiyetsizliği, siyasetin iradesizliği, makamların halktan uzak düşmesidir.
Yeni bir bina, yeni bir başlangıç olabilir mi? Belki evet… Ama sadece yapı malzemeleriyle değil, niyetle. Önemli olan, o binaya girerken taşıdıkları makam değil, halkın omuzlarına bıraktığı sorumluluğu hissetmeleridir.
Çünkü bizim tarihimizde, taştan yapılmış değil, sözle inşa edilmiş yapılar var. Bize “yurt” dedirten şey, bir duvarın yüksekliği değil, bir annenin çocuğunu okuldan beklerkenki sabrıdır. Bize “gelecek” dedirten şey, camların parlaklığı değil, bir gencin ülkesinde kalmak için gösterdiği çabadır.
O yüzden buradan seslenmek istiyorum.
Yeni Meclis binasında, halkın iradesini gerçekten temsil edecek milletvekilleri oturacaksa, bu bina anlam kazanır. Yoksa, sadece daha büyük bir odada aynı suskunluk devam eder.
Yeni Cumhurbaşkanlığı binasında, Kıbrıs sorununun çözümüne inanan, barışa yürüyen, halkının geleceğini kendi elleriyle kurmak isteyen bir lider oturacaksa, bu saray değer bulur. Yoksa, duvarları altınla kaplasanız da içi boş kalır.
Çünkü biz çok iyi biliriz ki, bir yapının halkla bağ kurup kurmaması, sadece mimarisine değil, içindeki zihniyete bağlıdır. 2005 yılında, Cumhurbaşkanlığı’nın yıllar boyunca halktan uzak duran duvarlarını Mehmet Ali Talat ve CTP iktidarı yıktı. O kapalı kapılar ardındaki yapı, halkın yürüyerek girdiği bir mekâna dönüştü. Makam, halkla buluştu. Saray, bir anda halkın evidir denebilecek kadar ulaşılabilir hale geldi. O dönem, sadece cumhurbaşkanlığı değil, halkla kurulan bağ yeniden inşa edildi.
Unutmayalım ki, bir binanın büyüklüğü değil, içindeki insanların ufku önemlidir.
Ve biz bu ülkede, devasa binalardan değil, büyük fikirlerden yana olmalıyız.
Çünkü biz Kıbrıslıyız.
Sade hayatların, derin anlamların halkıyız.
Sessiz sokaklarında direnci, mütevazı evlerinde umudu büyüten insanlarız.
Ve biz, içi boş gösterişlerle değil; özle, samimiyetle, mücadeleyle büyürüz.
Yeni binalar inşa edilirken, umarım o duvarlara sadece beton değil, halkın hikâyesi de karışır.
Çünkü bu ülkenin ihtiyacı yeni yapılar değil; yeni bir zihniyettir.
Yapı inşa etmek kolaydır, ama yeniden güven inşa etmek yıllar alır.