1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. “Hiç bir Şey Ummuyorum… Özgürüm”
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

“Hiç bir Şey Ummuyorum… Özgürüm”

A+A-

“Hiç bir şey ummuyorum/Hiç bir şeyden korkmuyorum/Özgürüm.”
Yukarıya aldığımız sözler ünlü Yunanlı yazar Nikos Kazancakis’e aittir. Hollywood’a uyarlanan “Zorba” adlı eseriyle bütün dünyanın tanıdığı Yunan edebiyatının büyük ustasının Girit’teki mezarında yazılı olan bu sözler Kazancakis’in yaşam felsefesini özetliyor. Mezarına yakın bir yerde yer alan kilisenin üzerinde ise, ironik bir biçimde, “inanç, sevgi ve umut” kelimeleri yan yana dizilmiş. Belli ki, dinsel öğretilerle arası hiç iyi olmayan, hatta kilise tarafından aforoz edilen Kazancakis’in din ile kavgası ölümünden sonra da devam ediyor. Kazancakis, özgürleşmeyi iki olgudan arınmakta arıyor. Ümit etmekten ve korkudan arınırsak, ruhumuzu kurtarmış oluruz! Yani, ne fakirin ekmeği (ümit), ne de korku… İnsanları umuttan ve korkudan arınarak yaşamaya davet eden yazar, 1926 yılında karısı Eleni’ye yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Yeryüzünde her şey çok güzeldir. Böylesine büyük bir tutkuyla gökyüzü ve yeryüzüyle bir olmaktan, kısa heyecanları ebedi kılmaktan mutluyum. Umut ve korkudan uzak, bütün ihtiraslardan arınmış, sessiz ve derinden, kendimi oraya bırakıyorum ve dünyaya selamlarımı ve veda selamlarımı sunuyorum.” Nikos Kazncakis 1885 yılında Girit’te doğdu. Atina’da hukuk eğitimini tamamladıktan sonra Paris’e gitti ve orada öğrendiği Nietzsche felsefesinin nihilist yorumunu kendisine kılavuz etti. “Ümit etmeyen” ve “korkmayan” insan anlayışı büyük ölçüde Nietzsche’nin nihilist yorumuna dayanıyor. Fakat Kazancakis Buda ve Lenin gibi “zıt” figürlerden de etkilendi. Buda’nın spiritüalizmi ile Lenin’in devrimciliği onu her zaman heyecanlandırmıştır. Gündelik bir Atina gazetesinde (Elefteros Logos) seyahat yazılarıyla yazın dünyasına adım atan Kazancakis, 1925 yılında Sovyetler Birliği’nden gönderdiği seyahat yazılar çok beğenilince, 1926 yılında gazete tarafından Filistin’e gönderilir. Filistin’den dönüşünde Kıbrıs’a da uğrar ve şu satırları yazar: “Burada tatlı bir şey sızar içinize, yasemin kokusu gibi. Bir ses kulağınızı okşar, kulak verirsiniz kendinizden geçerek. Düşünmek, yaşama arzusuna tezat oluşturan büyük bir şevktir. Duyguların gerilimi, ruhun/aklın açılımları atalarımızın büyük günahlarındandır. Yemek yiyin, uyuyun, sevişin, kendinizi denizin ufkuna telsim edin…” Kazancakis, Kıbrıs’tan çok etkilenmişti. “Burası gerçekten Afrodit’in yurdudur” diyordu. “Böylesine kadınsı özellikleri olan bir ada ilk defa görüyorum. Böylesine tehlikeli ve tatlı tahriklerle dolu bir hava hiç teneffüs etmedim. (…) Mağusa’dan Larnaka’ya, Larnaka’dan Limasola’a gittim. Baf yakınlarında denizin içinde köpüklerden gizemin kadınsı maskesinin çıktığı kutsal yere daha da yaklaştım.” Kazancakis, Afrodit’in denizden çıktığı yere doğru yol alırken aklından geçen düşünceleri şöyle sıralıyordu: “İki büyük korkunç eğilimin birbirine çarptığını hissediyorum. Biri, uyum, sabır ve sevecenliğe sürükler. Şeylerin doğal akışını izleyerek kendisini zahmetsiz bir şekilde kabul ettirir. İnsan havaya bir taş atar ve iradesini bir an için aşmak için taşı sıkar ama taş hemencecik sevinç içinde yere düşer. İnsan havaya bir fikir atar, fakat hemencecik yorulur,  hava boşluğu onu tutamaz ve yere düşer. Toprağa karışır. İkinci eğilimin de aslında doğal olduğunu söyleyebiliriz. Korkunç bir çılgınlık. Yerçekimini aşmak ister. Uykuyu öldürmek ister. Bir kırbaçla her şeyi yükseklere zorlamak ister. Kendimi bu iki eğilimden hangisine bırakırsam “bu benim irademdir” diyebilirim? İyi ile Kötüyü birbirinden kesin olarak ayırabilirim? Erdem ile Tutkular arasında hiyerarşik bir ilişki kurabilirim?”
Nikos Kazancakis, Afrodit’in denizden çıktığı yere doğru yol alırken kafasından geçirdiği bu sorulara hiç bir zaman yanıt veremedi. Daha doğrusu, insanının karmaşık ve çelişkili ruh dünyasını romanlarına aktardı. Kazancakis’in sorduğu sorular insanlığı Kadim Yunan’dan günümüze kadar meşgul etti. İçimizde birbiriyle çarpışan her iki eğilim de insanı anlatır. Bunları birbirinden tamamen ayırmaya kalktığımız anda insan denilen varlığı sonlandırmış oluruz. Kim bilir, belki de Kazancakis’e “hiç bir şey ummuyorum, hiç bir şeyden korkmuyorum, özgürüm” dedirten tam da bu muğlaklık olmuştur. Katlanılması son derece zor olan akıl ve ruh bölünmesine kestirme bir yanıt vererek “huzura kavuşmak” istemiş olabilir. Fakat kendisin de çok iyi bildiği gibi, insan için “ebedi huzur” ölüm anlamına gelir.  Özgürlük ise korku ve umut yollarında düşe kalka ilerleyerek aradığımız, hep aradığımız ama hiç bir zaman tam olarak kavuşamadığımız bir şiardır. Çünkü toplumsal bir hayvan olan insanın özgürlüğü de toplumsal olduğundan her zaman başkalarıyla birlikte yaşanılabilir. Yalnız insan özgür olamaz. Nitekim 1957 yılında ölen Nikos Kazancakis de özgür değildi. Hayatının son yıllarında Yunanistan’da “kendisini son derece yalnız ve yabancı” hissettiğinden şikayet ediyordu…

Bu yazı toplam 5700 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar