1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. HAYAT TRENİ
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

HAYAT TRENİ

A+A-

Hayatın yakıcı gündemleri içinde sürüklenirken kendi içime doğru çekilme arzusuyla doluyorum çoğu zaman. Ülkede, “dünyada neler oluyor”un dışına çıkıp kendi içimdeki yolculuğa dalmak, hayatın anlamları, ontolojik meseleler üzerine düşünmek istiyorum ama içerisi ve dışarısı diye bir alan yok zaten. Dışarısı içeriye doğru sızıyor hep. Dışarısı tuzaklarla dolu. Kıran kırana mücadeleler, sürekli değişen gündemler, paylaşılmış algılar, kabuller ve reddedişlerle dolu. Bu içine doğru çekilme arzusu daha çok da şiirle, gündelik olanın tahakküm kuran dilinden kaçmakla ilgili; anlamışsınızdır bunu. Dışarıda olana müdahale edebilmek için insanlık durumlarına dair bazı sırları keşfetmek, dayatılan dili ve bunu izleyen düşünce sistematiğini tersyüz etmek gerek. Bunun için elzem bu içeriye doğru bakış.

Daha önce de yazmıştım. Hangi kamusal alana ait olduğumu tam bilemiyorum diye. Üç yerde evim, yurttaşlığım ve oy kullanma hakkım var. Kıbrıs’ın iki yarısında ve eski evliliğim nedeniyle aldığım vatandaşlıktan ötürü Türkiye’de. Duygusal anlamda nereye ait hissettiğimi soruyorsanız, hepsine diyebilirim. Kıbrıs’ın güneyinde çok sevgilisi olan erkekler için söylenir: “Çok kadın, hiç kadın” diye. Benimki de bunun gibi bir durum. Hiçbir yere tam ait olamamak. En çok da Türkiye’deki gelişmeleri takip ediyorum ama. Anahtar orada çünkü. Türkiye’deki değişim yani bu “zarf devrimi” gerçekleşirse hepimizi olumlu anlamda etkileyecek gibi. Kalbim deli gibi çarpıyor, aklım uçuyor bu fırsat kaçırılacak diye.

Hayat nasıl da hızlı, nasıl da değişken. Hep hayretle gözlemlemişimdir bunu. Hem bireyler hem de toplumlar olarak başımıza her türlü iyilik ve kötülüğün gelme olasılığı var. O yüzden günümüz guruları “carpe diem” yani “anı yaşa” felsefesine sarılmışlar. Anı yaşarken başımıza örülmekte olan çoraplar engel olma şansımız var mı bilemiyorum. Dün, bugün ve yarın ayrılmaz üç kız kardeş bu arada. Dünün rüzgârı bugünü üşütüyor bugün ise yarına doğru üflüyor içinin ayazını. Bir yerlerde ulaşılacak bir sıcaklık var ama mutlaka.

Tıp ilerliyor, yaşam kalitesi artıyor, insan ömrü uzuyor diye düşünürken pandemi ve onu izleyen ani ölümler furyası altüst etti bu teoriyi. Global bir depresyon global bir yas var aslında dünyada. Bir hayat oburluğu, haz obezitesi hali eşlik ediyor buna. Mademki hayat bu kadar geçici bari tadını çıkaralım psikolojisi biraz da bu.

Hızla akıyor zaman. Geçmişte nasıl olurdu bilmiyorum ama gençlik, orta yaş ve yaşlılık dilimleri genişlemesine rağmen yaşlandıklarını fark edemiyor insanlar. Kimse iyice beli bükülene kadar yaşlı demek istemiyor kendine. Zaten aynı yaştaki insanlar arsında bile bir uçurum görülüyor kimi zaman. İleri yaştakilere genç kalma metotları, gençlik ürünleri pazarlanıyor sürekli.

Pek çok ülkede iktidarı elinde tutanlar ileri yaştakiler hala. Tecrübe ise gittikçe itibar kaybeden bir özellik. Oysa ne kadar da önemli bir yandan. Bütün değerli özelliklerin buluşup kaynaştığı formüller daha değerli. Mucizevi bile olabilirler hatta.

Hızla geçiyor hayat, eskiyor, epriyor eskiden çok gözde olan pek çok şey. Farkına varamıyoruz bunun kimi zaman. Ruhumuz hala eskide kalıyor, ağırlaşan belleklerimiz eskiye doğru tartıyor. Dışarıdan birisi görse bile kalbimizi kırmamak için söyleyemiyor. Bazen bir sinyal çakıyor hayat. Canımız öyle acıyor ki görmezden gelmeye doğru meylediyoruz. Bu hız unutmak için biraz da. Hayatın harala gürelesine dalmak, bizi uyuşturacak aşklara doğru uçuşa geçmek buna direnmek için sanki.

Bir noktada istatistiklere göre yaşlı sayılacağız ama. Ruhumuzda hala bir çocukluk cıvıldasa da kaçınılmaz bu.

Her günü doyasıya yaşamak önemli ama geleceğe ne bırakacağımız da bir başka konu. Gelecek ne kadar uzun sürecek bilemiyoruz. Kim bilir neler olacak bizim göremeyeceğimiz.

Bütün bunlara takılmayalım en iyisi. Ben bu yazıyı bitirip kendimi sokağa atacağım. Belki iyi gelir. Siz de öyle yapın bana kalırsa.

Bu yazı toplam 1310 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar