Hastanın ‘Milli Dava’sı…
Bir “Milli Dava”dır da gidiyor…
Türki Cumhuriyetler, Kıbrıs’ın güneyinde elçilik açma kararı adılar ya…
Hani bir de BM’nin KKTC’nin tanınmaması hakkında 541 ve 550 sayılı kararlarının altına da imza attılar ya…
Vay sen misin bunu yapan!
Türkiye’de bazı siyasiler, havuz medyası, hatta bu havuzun dışında kalan medya da “Kıbrıs bizim Milli Davamız’dır. Hükümetimiz hemen birşeyler yapmalı, KKTC’nin eşit egemen kimliğini gündeme getirmeli, Türki Cumhuriyetlere hadlerini bildirmeli” yaygarası tutturdular gidiyorlar.
Yahu siz kime sordunuz?
Sizin “Milli Dava” dediğiniz şey Kıbrıslı Türkler açısından, hatta buralara tırnaklarını geçirmiş sizin oralardan gelen insanlarımız tarafından da onaylanan, kabul edilen bir şey mi diye sordunuz mu?
***
At gözlüğü takmış gibi hep bir ağızdan, sağcısı, solcusu, hükümeti, muhalefeti Kıbrıslı’nın yerine konuşuyor, Kıbrıslı’nın yerine bir politika oluşturuyor.
Sağcısı da, öyle değil ama hade solcusu da diyelim, mantık şu;
“Biz oralara kan döktük, o toprakları topraklarımıza kattık, oradakilerin ne söylediği umurumuzda değil, orada yaşayanlar da biziz, kendimize göre, kendi çıkarımıza göre bir ‘Milli Dava’ oluşturduk, terk etmeyiz.”
Buranın ‘eşit egemen iki devlet’ten biri olduğunu, o iki devletten birinin de kendilerine bağlı bir ‘Türki Devlet’ olduğunu kabul ediyor ve bu kurdukları Türki Devletin ellerinden gitmesini istemiyorlar.
Türklükleri böyle büyüyecek, ‘En Büyük Türk’ idealleri Türk Devletleri topraklarının büyümesiyle gerçekleşecek diye düşünüyorlar.
Ne ekonomisi, ne çağdaşlığı, ne bilimi, ne kültürü, ne gerçek anlamda gelişmişliği, ne eğitimi, ne sağlığı… Hiçbirşey.
Sadece toprakları büyüsün… Ne kadar büyük toprak! O kadar büyük Türk!
Oysa ki çok az toprağa sahip ülkelerin çok büyük ekonomilere sahip olduğunu, Dünyada söz sahibi olduklarını görüyorlar belki ama görmezden geliyorlar.
***
“Ne de sağlık umurlarında” demiştim ya!
Bakın işte o ‘Milli Davamız’ dedikleri eşit egemen iki devletten biri olmasını istedikleri KKTC’nin sağlık sisteminden bir manzara;
Sağlık Kurulu kararı ile olması gereken bazı işlem ve tahliller gerekiyor…
Doktor, yapılması gerekenleri bir forma doldurdu, imzasını ve bölümdeki diğer doktorların imzalarını aldı.
Sekreter formu hastaya verdi ve Hastane’nin ‘Danışma’sına yönlendirildi.
“Oradan bir imza alıp aşağıda Kurul Sekreterliği’ne götüreceksin” dendi.
Hasta ‘Danışma’ya gitti. “Hayır biz değil, yan taraftaki Güvenliğe vereceksin” dediler.
Hasta anlamadı bir anda… Yanlış duymuş olabilir mi? Güvenlik’in hasta işlemleriyle ne ilgisi olabilir diye…
Bir daha sordu; Güvenlik mi?
“Evet, güvenlik” dediler yine...
Çekine çekine güvenliğe gitti, formu uzattı. “Siz ilgileniyormuşsunuz” dedi.
“Evet” dedi, Güvenlik.
Başhekime imzalatacağını söyledi ama önce formun sayfalarını çevirdi, baktı, inceledi ve bilirkişi gibi “önce Polikliniğe git, Laboratuvarı bul, onlar da imzalasınlar, sonra bana getir” dedi.
Lefkoşa Devlet Hastanesi’ne gitmeyenimiz yoktur herhalde, orada bulunan binaların konumunu bilirsiniz…
Hasta, Ana Binadan çıktı, Polikliniğe gitti, Laboratuvarı buldu ama o değil, yukarıdaki kattaki Laboratuvarmış, oraya gitti.
Kapıları bir bir yokladı, “kim imzalayacak?” diye sordu. “Karşıdaki kapı” dediler, baktı karşıda sıralı bir hayli kapı vardı.
Bir daha sordu bir başkasına…
“Yandaki” dedi o da.
Baktı, üzerinde hiçbirşey yazmıyordu kapının ama içeriden biri çıkınca cesaret bulup kapıdan formu uzattı.
Bir anda içerideki iki kadın birden “formu oraya bırak” dediler, içeriye sanki de cüzzamlı biri girmiş gibi kapının yanındaki tahta tabureyi göstererek…
“Bırakıp çıkayım mı yani?” dedi hasta.
“Evet, birkaç dakika” dedi kadın çalışanlardan biri…
Odada başka biri yoktu, neden “orada bırak ve çık” dediler anlam veremedi ama çıktı hasta, bekledi.
Yalan değildi, birkaç dakika sonra imzalamış olarak kâğıdı uzattı çalışan ama “şimdi merdivenden in, karşıda küçük pencerecikteki arkadaş da imzalayacak” dedi.
Hasta, koridorun sonundaki basamakları indi, “küçük pencerecik”teki çalışana formları uzattı, o “küçük pencereceğin” dışında beklerken, başka bir çalışan küçük tüplerdeki hasta kanlarını bir şekilde tasnif ediyordu. Ayak üstü birkaç dakikalığına çalışanla memleket meselelerini hallettiler, kâğıtları beklerken… Sonunda o küçük pencerecikten de imzalı kâğıtlar uzatıldı.
Poliklinik binalarından Ana Bina’ya yürürken “oh be, işim bitiyor” diye düşündü.
Ana Bina’ya girdi, Başhekimlik koridorunun kapısı önündeki ‘Bilirkişi’ görevi yapan! Özel Güvenliğe kağıtlar uzatıldı, “tamam, otur biraz, imzalatayım da çağırırım” dedi.
Oturdu hasta, bekledi. Çok geçmedi sayılır, ‘Bilirkişi’ çağırdı, “İmzalattım, şimdi al bunları, Sigortalara götür, onaylat da aşağıdaki Kurul Sekreterliği’ne getir” dedi.
Hasta hem şaşırdı, hem kızdı, hem birşeyler söylemek istedi ama boğazında tuttu, yorgun ve bezgin, Hastane’ye geldiği saatte uzakta yer bulduğu park yerindeki arabasına bindi, tuttu yolu Sigortalara doğru…
Hade onun arabası vardı da gitti, ya arabası olmayan hastaların durumunu düşünmek dahi istemedi.
***
Sosyal Sigortalara giden hasta, sora sora buldu kağıtlarla ilgilenecek cam aralığını… “Hastaneye sevk için işlem yeri burası mı?” Oysa Hastane’den gelmişti.
“Evet burası, biraz bekle, önümdekini halledeyim.”
Az sonra sırası geldi, kağıtları uzattı, görevli de imzaladı, mühürledi, getirdiği kağıtları küçük zarfa girecek şekilde katladı, soktu zarfa, kapattı, zarfın üzerini de mühürledi, “tamamdır” dedi.
Burada başka işim var mı? diye sordu hasta.
“Yok” deyince görevli, aldı zarfı hasta, binadan çıkarken yorgunluktan kuruyan boğazını ıslatmak için bir şişe su aldı hemen çıkıştaki büfeden…
Arabasına bindi, Hastaneye doğru tekrar yola çıktı.
O trafik yoğunluğunda, araba kalabalığında tekrar park yeri aradı, arabasını park etti, Bina’ya girdiğinde Kurul Sekreterliği’nin yerini sordu, alt kattaymış, aşağı indi, sıraya girdi, zarfı uzattı, Sigortalar’dan gelen ama bir mühür ve içine girdiği zarf dışında bu Bina’da hazırlanan formlar açıldı, okundu, küçük bir kâğıda not düşüldü, hastaya verildi.
“Şu tarihte bu numaraları ara, seni yönlendirecekler” dedi görevli.
“İşim bitti mi?” diye sordu hasta, kafasında “aman başka bir yer demesinler şimdi!” düşüncesiyle…
“Bitti” denince “oh” çekti, tekrar yürüdü, arabasına gitti, kapıyı açıp arabasına girince bu “eşit, egemen devletin sağlık ve de çalışma-sosyal güvenlik sistemine” dualar etti!
***
Biliyorum, bir hikâye yazısı oldu ama bu ‘Milli Dava’nın elde edeceği fazla toprağın içinde hasta bile olsa hastalığının dikkate alınmadığı, oradan oraya gezdirilip bir evrak için beş, on, onbeş imzaya mahkum bırakıldığı kişinin istediği fazla toprak mı, insan gibi muamele görmek mi!, bir sistem mi!, bu hikâye üzerinden anlatmak istedim.
Sigortalı birinin Hastanede sigortalı olup olmadığıyla ilgili kayıt varken, yine oradaki kâğıdın Sigortalara götürülüp küçük bir zarfın içinde geri getirilmesinin anlamsızlığını ‘Milli Davacılar’ nasıl açıklarlar acaba, merak ediyorum.