Halk Düşmanları: Kurumları İçten İçten Çürütenler
Kamu kurumlarını kişisel çıkarları uğruna zayıflatanlar, yalnızca yolsuzluk değil, toplumsal çözülmenin de sorumlusudur. Bu yazı, halkın güvenini sömüren bencil aktörlere karşı kolektif bir uyanış çağrısıdır.
Bir toplumun en büyük serveti, sağlam ve güvenilir şekilde işleyen kurumsal yapılarıdır. Adaletin, eğitimin, ekonominin, sağlığın; kısacası kamu yararına çalışan tüm yapıların gücü, yalnızca mevzuattan ya da mimariden değil, o kurumlara duyulan toplumsal güven duygusundan beslenir.
Ancak tarih boyunca bu güveni kişisel çıkar uğruna sarsanlar hep olmuştur. Roma İmparatorluğu'ndan bugüne kadar, bu tür kişiler her zaman var olmuştur. Eski Roma'da, senatörler ve bürokratlar, halkın güvenini kazanmak adına sözde halkçı politikalar güderken, arka planda kendi çıkarlarını korumak için devleti sömürmüşlerdir. Bugün de aynı oyun, farklı maskelerle devam etmektedir.
Bu kişiler, görünürde halk adına konuşurlar. Sloganları halkçıdır, söylemleri adalet yüklüdür. Ama perde arkasında, yalnızca kendi koltuklarını, servetlerini ya da iktidarlarını korumanın derdindedirler.
Demokrasiye bağlılıkları söylemle sınırlıdır. Liyakati küçümseyip sadakati ödüllendirir, hesap verebilirlikten kaçar, denetimi düşman bilirler. Kamunun imkanlarını, toplumsal fayda için değil, sadakat ilişkilerini beslemek için kullanırlar. Bu da devletin yurttaşlarına eşit mesafede durma ilkesini yok eder.
Siyasi partilerde iç demokrasi rafa kaldırıldığında; yargı, yürütmenin bir uzantısına dönüştüğünde; kamu kaynakları belli çevrelere akıtıldığında toplum sessizce kan kaybeder. Kurumsal çürüme, görünmez bir yangın gibidir: Yavaş başlar ama geride yalnızca enkaz bırakır.
Batık kurumlarımızdan Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY), geçmişte kamu kuruluşlarının nasıl kötü yönetildiğini ve halkın güveninin nasıl sarsıldığını gösteren bir vaka olarak önem taşır. KTHY'nin zorluklarla boğuşan finansal yapısı ve yönetimsel yetersizlikleri, kamu kaynaklarının yanlış kullanıldığına dair önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Eski yerel kamu kuruluşlarımızdan Sanayi Holding de benzer şekilde, kamu kaynaklarının, bazı elit çevreler için nasıl peşkeş çekildiğini ve bunun sonucunda gelen kaçınılmaz iflasın toplumsal yapıyı nasıl zayıflattığını gözler önüne sermektedir.
Bu sürecin sonunda sadece kurum ve kuruluşlar değil, toplumsal bağlar da çürür. Güvensizlik büyür, adalet duygusu örselenir. İnsanlar, bireysel çabalarıyla hayatta kalmaya yönelir; ortak iyiyi savunma refleksi zayıflar. En çok da kırılgan kesimler bu çöküşten nasibini alır: Yoksullar, kadınlar, gençler, yaşlılar ve azınlıklar.
Peki, ne yapılmalı?
İlk adım şeffaflıktır. Kamu yönetimi, kapalı kapılar ardında değil, halkın gözü önünde yürütülmelidir. Karar alma süreçlerinin halka açık, izlenebilir ve hesap verilebilir olması, güvenin ilk şartıdır.
İkinci adım, denetim mekanizmalarının bağımsızlaştırılmasıdır. Yargı, Sayıştay, medya gibi kurumlar iktidardan bağımsız şekilde çalışmadıkça, yolsuzlukla mücadele bir gösteriden öteye geçemez. Bu nedenle denetim sadece teknik değil, aynı zamanda ahlaki bir ilkedir.
Ardından güçlü bir sivil toplum ve özgür basın gelir. Medya, yalnızca bilgi veren değil, aynı zamanda hesap soran bir aktör olmalıdır. Sivil toplum, yurttaşların örgütlü vicdanıdır; güçlü topluluklar olmadan güçlü demokrasiler kurulamaz.
Eğitim ise uzun vadeli çözümün anahtarıdır: Bilinçli birey, manipülasyona karşı en etkili kalkandır. Eleştirel düşünmeyi, yurttaşlık bilincini, etik sorumluluğu öne çıkaran bir eğitim modeli, geleceğin teminatıdır.
Ve elbette: Hukuk, herkes için eşit şekilde işlemedikçe hiçbir düzen adil olamaz. Hukukun üstünlüğü, yalnızca yargıçların kararı değil, yöneticilerin davranışı, halkın farkındalığı, gazetecilerin cesareti, öğretmenlerin iradesiyle anlam kazanır.
Unutulmamalı: Halk düşmanları yalnızca yasaları çiğneyenler değildir. Toplumu sessizce çökertecek yolları “meşru” gibi göstererek kullananlardır. Güçlü görünen ama içi boşaltılmış kurumlar, halkı kandırmanın en sinsi yoludur.
Onlara karşı sessizlik, en tehlikeli rızadır. Çünkü kötülüğün büyümesi, çoğu zaman iyilerin suskunluğuyla mümkündür. İyi niyetin etkili olabilmesi için, cesaretle buluşması gerekir.
Tarih bize hep aynı şeyi gösterir: Kendi çıkarı uğruna toplumu ateşe atanlar unutulur; ama halk için bedel ödeyenler iz bırakır. Ve o izler, yarının çocuklarına yol olur.
Gerçek bir uyanış, sadece bireysel değil, kolektif bir bilinçle mümkündür. Bu bilinç, halkın kendi kurumlarına sahip çıkmasıyla, hakikatin yanında durmasıyla, kirli düzene değil, onurlu direnişe omuz vermesiyle gelişir.
Halk düşmanlarına karşı en büyük cevap, örgütlü halk iradesidir.