1. YAZARLAR

  2. Süleyman İrvan

  3. Gazeteciliğin özü muhabirliktir
Süleyman İrvan

Süleyman İrvan

Gazeteciliğin özü muhabirliktir

A+A-


Her ne kadar, gazeteci denince akla genelde haber yapan muhabirler değil de köşelerde yorum yapan yazarlar gelse de, bu meslekte muhabirlikten gelmeyen, haber yapmadan köşe yazmaya başlayan kişilere pek de gazeteci gözüyle bakılmaz. İşin doğrusu da budur, aslında. Sabah gazetesi Ege eki yazarı Ünal Ersözlü bir yazısında şöyle diyor: “Muhabirlik yapanlar, bu görevi yapmayanları, sessiz sedasız da olsa, tam bir gazeteci saymazlar.” Her nedense, belki daha yüksek ücret, belki daha fazla itibar, belki de yazısına dokundurtmama gibi gerekçelerle muhabirlik, bir süre sonra kurtulunması, atlanılması gereken bir basamak gibi algılanıyor. İyi muhabirliğin, bir süre sonra köşe yazarlığıyla ödüllendirilmesi gerektiği gibi bir anlayış söz konusu. Bu söylediklerim, tartışmaya açık şeyler. Bir okur temsilcisi olarak, görevimin tartışma başlatmak olmadığının da farkındayım. Ancak, genel olarak söylersek, Kıbrıs Türk basınında muhabirliğe çok önem verilmediğini, “haberi nasılsa TAK’tan alırız” anlayışının egemen olduğunu söylemeliyim.

Bu çerçevede, muhabir kadrosunu sürekli geliştiren, kendi muhabirlerinin yaptığı haberlere daha fazla değer veren Yenidüzen gazetesini kutlamak gerekiyor. Muhabir kadrosu geniş olan Kıbrıs, Havadis gibi diğer gazetelere de haksızlık yaptığım düşünülmesin. Bu vesileyle Yenidüzen kadrosuna dahil olan Ayşe Güler’e buradan hoş geldin diyorum.

***

Fuhuş haberlerinde insan ticareti boyutu eksik

Bu konuyu daha önce de yazdım, ancak gördüğüm kadarıyla pek dikkate alınmıyor. Son bir haftada Yenidüzen’de yayımlanan iki haber, bu konuya tekrar değinmemi gerektirdi. İlk haber, 4 Ağustos’ta “Fuhuş zanlıları serbest” başlığıyla yayımlandı. Ayşe Güler imzalı haberde, bir gece kulübünde yapılan denetimlerde “fuhuşa teşvik ve fuhuş yoluyla kazanç temin etmek” suçlamasıyla dokuz kişinin tutuklandığı ve ardından teminatla serbest bırakıldığı aktarılıyor. Haberin detayında tutuklananların isimleri ve uyrukları da belirtilmiş. Bir fotoğraf da kullanılmış ancak sırtları göründüğü için teşhis edilmeleri pek mümkün değil.

İkinci haber, bir gün sonra yayımlandı. Gamze Baykur imzalı ve “Fuhuştan 15 gözaltı” başlıklı haber daha büyük verilmiş. Bu haberde de suçlama aynı, kişilerin isimleri ve ne iş yaptıkları bilgisi verilmiş.
Habercilik tekniği açısından bakıldığında iki haber de tam görünüyor. Klasik gazetecilik deyimiyle 5 N 1 K kuralı uygulanmış. Ancak her iki haberde de ortak sorun, insan ticareti boyutuna hiç değinilmemiş olması. Oysa, Kuzey Kıbrıs’taki gece kulüpleriyle ilgili olarak hazırlanan çok sayıda rapor, buralarda ciddi bir insan ticareti sorununun varlığına dikkat çekiyor.

Kıbrıs Türk İnsan Hakları Vakfı tarafından 2012 yılında yayımlanan, Ceren Göynüklü imzalı, “Kıbrıs’ın Kuzeyinde Cinsel istismar Amacıyla İnsan Ticareti” başlıklı rapordan aktarıyorum:
“Bilinç eksikliği, insan ticaretinin artarak devam eden bir problem olmasında önemli bir faktörü oluşturmaktadır. Örneğin, gece kulüplerinde cinsel istismar amaçlı çalıştırılan kadınlar ‘hayat kadını’ olarak görülmekte ve içinde bulundukları durum ‘fuhuş’ olarak nitelendirilmektedir. Toplumun insan ticaretinin ne olduğu, mağdurların durumları ve yaşadıkları ihlaller gibi konularda bilinçlendirilmesi ve bu konudaki farkındalığın artırılması gerekmektedir. Bu şekilde, hem talebi azaltmak mümkün olabilir hem de daha güçlü bir toplumsal hareketlenmeyle devlet üzerinde baskı oluşturulabilir. Bu yanlış algılamaya bir örnek olarak gazetelerde ‘Fuhuş’ adı altında çıkan haber ve köşe yazıları gösterilebilir. Bu haber ve köşe yazıları çoğunlukla yanlış imajlar ve yanlış bir dil üzerinden ele alınmaktadır. Gazetelerin toplum algısının oluşmasındaki etkinliği düşünüldüğünde, gazeteler aracılığıyla oluşturulan ya da pekiştirilen insan ticareti ile ilgili yanlış/eksik algının değişmesinde gazetecilerin bu konudaki farkındalıklarının artırılmasının önemi ortaya çıkmaktadır.”

Rapor özetle şunu söylüyor. Gece kulüplerinde çalıştırılan kadınlar, cinsel istismara maruz kalıyorlar. Bu durumda bu kadınlar suçlu olmaktan çok mağdur konumundalar. Dolayısıyla, mağdur olma olasılığı yüksek olan bu kadınları konu alan haberlerde açık kimliklerin belirtilmesi, görüntülerinin yayımlanması ve sanki bile isteye suç işlemişler gibi haber yapılması etik açıdan sorunludur. 

NOT: Rapor için TIKLAYIN

***

Tek kanıt, “güvenilir kaynak”

Araştırmacı gazeteciliğin sadece ABD’de değil, tüm dünyada popüler hale gelmesinde Watergate skandalının önemli bir payı vardır. Skandalın ortaya çıkmasında ve sonuçta Amerikan başkanı Richard Nixon’un istifa etmesinde Washington Post gazetesinin genç muhabirleri Bob Woodward ile Carl Bernstein’in önemli rolleri vardır. Başkanın Adamları isimli filmde gazetecilerin nasıl çalıştıkları, haberin izini nasıl sürdükleri, kimlerle konuştukları anlatılır. Gazetecilere bilgi veren “güvenilir kaynak”, “derin gırtlak” olarak adlandırılmıştır.

Gazeteciler, bu kişinin verdiği bilgiler doğrultusunda kimlerle konuşmaları gerektiğine karar vermektedirler.
Gazetecilik skandalındaki gazetecilik, araştırmacı gazetecilik derslerinde örnek olarak gösterilir.  Gelelim “güvenilir kaynak” meselesine. Haberlerde zaman zaman kullanılan bu ibare, elde edilen bilginin kaynağının gizli olduğuna işaret etmektedir. Haber kaynağı gazeteciye bilgiyi vermekte, ancak şu ya da bu nedenle kimliğinin gizli kalmasını talep etmektedir. Bu gizlilik hem kaynağa güvence vermekte hem de bilgi akışını sağlamaktadır. Öte yandan, eğer verilen bilgiler bir kişiyi ya da kurumu suçlayıcı nitelikte ise ve güvenilir kaynağın sözünden başka da kanıt yoksa sorunlu bir habercilik ortaya çıkmaktadır. Haberinde “güvenilir kaynak” kullanan muhabirin şu soruları kendisine sorması ve uygun yanıtlar bulduktan sonra haberini yapması daha uygundur: Güvenilir kaynağın aktardığı iddialar, kamu yararı açısından önemli mi? Bu iddiaları doğrulatmak mümkün mü? Güvenilir kaynağın gizlilik talebi yerinde bir talep mi?

Bu sorular ışığında Yenidüzen’de yayımlanan habere bakalım. Yenidüzen muhabiri Tanju Konuralp imzalı ve “LAÜ Rektörü’ne 60 bin TL ödendi iddiası” başlıklı haber, 7 Ağustos’ta yayımlandı.
Tanju Konuralp, sadece iddiayı değil, iddiaya verilen yanıtları da haberinde aktardı. Görev süresinin bitimine 2 ay kala Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) Rektörü Prof.Dr Ahmet Bülent Göksel’e sözleşmesinin yenilenmeyeceği bildirilmiş.
Haberde tam yanıtlanmayan soru, Prof.Ahmet Bülent Göksel’e kalan 2 aylık maaşı dışında 40 bin dolarlık bir ödeme yapılıp yapılmadığı sorusu. Ne Prof. Göksel ne de LAÜ Mütevelli Heyeti Başkanı Mehmet Zafer bu iddiayı doğruluyor.

Haberde şöyle deniyor: “Öte yandan Göksel’e, sözleşme süresinin dışında görevine son verilmesinden dolayı yaklaşık 60 bin dolar ödendiği iddiaları da, önemli kaynaklarca, gayri resmi şekilde doğrulanıyor”.
Bu ifadede tam olarak ne demek istediğini, muhabir Tanju Konuralp’e sordum. Bana gönderdiği yanıt şöyle: “Verilen ifadeden net olarak anlaşılabilecek olan şey; iddiaları gündeme getiren kişilerin güvenilir kaynak oldukları ve kesin delillere dayanarak bu bilgiyi bana aktarmalarıdır. Haber içerisinde ‘Mütevelli Heyeti'nin 29 Temmuz'da aldığı karar’ olarak belirtilmesi de, iddiaların somut delillere göre ortaya atıldığının küçük bir göstergesidir. Burada gazeteci ile kaynak arasındaki güven ilişkisine dayalı bir sonuç irdelenmiştir.”
Bana, sözleşmesi dolan rektöre Mütevelli Heyeti’nin fazladan 40 bin dolar ödeme yapması pek mantıklı gelmedi. Nihayetinde LAÜ bir vakıf üniversitesidir ve bu türden usulsüz ödemeleri sayıştaya anlatmak zordur. Muhabir, 29 Temmuz’da alındığı söylenen vakıf kararına ulaşabilseydi, daha sağlıklı bir bilgi sahibi olabilecektik.   

 

Bu yazı toplam 2015 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar